Çerkesler ve siyaset

0
474

Memleketin pek hayırlı günlerini yaşamadığımız ortada, beyni ve ruhu adeta afyonlanmışçasına propaganda makinalarına dönen kişiler haricinde hiç kimsenin bütün bu yaşananlardan sonra ( üstelik yaşanmakta olanlarla birlikte ) hâlâ cennetin köşesindeki Çerkesler olduğumuzu iddia edebileceğini sanmıyorum. Yasaklarla ilgili “Avrupa’nın falan ülkesinde de var” derken, özgürlükler konusunda nedense Avrupa’nın aynı ülkesine bakmayan devletlilerin her geçen gün ellerindeki etiketle kimini terörist, kimini kahraman, kimini ılımlı, kimini ısınmış ilan ettiği, “At izinin İt izine” karışa karışa “cadı avının” normalmiş gibi yaşandığı günlerde yırtık çoraptan fırlayan parmağı oynayan bazı Çerkesler: “ama Putin de diktatör” örneklemesi benzeri inci tanesi gibi sıralanacak onlarca çıkış gösterdiler.
Velhasıl mevcut şartlarda bizi, büyük Çerkeslik ailesinden ayıran küçük özelliğimiz akıllarının ucunda dahi olmayacak ki, kendi bağımsız alanımız üzerinden mütekabiliyet diplomasisi ile siyaset velvelesi başlatmış gibi davranılıyor. Fakat Türkler de “Görünen köy klavuz istemez” diye bir söz var ve biz Türkiye’deki Çerkesler gerçekten görünmeyen bir köy değiliz. Türk ırkçılarının ihanet senaryolarında yarattığı Çerkes mitindeki örgütlü, güvenceli, güçlü ve milliyetçi (elbette Çerkes milliyetçisi) bir karakterimiz yok. Şişkinliğimiz baki, ama hepsi hava! Ülke toplumuyla da işte bu şişkinlik ile temas kuruyoruz. Balon balığı gibi, sadece kendimizi büyük göstermeye çabalamaktan ötesine gidemiyoruz. Ortada folklorik seviyeyi aşan, yaptırım gücü olan, kitleleri kanalize edebilen bir örgüt yok. Ülkedeki siyasi atmosferi gören, bunun Çerkeslere nüfuzunu değerlendiren tespitler yapan, toplumun dikkate aldığı, düşüncesine değer verilen ve söyledikleri dikkate alınan kabul görmüş bir aydınımız yok. Çerkes toplumu içerisinde bunu yapmaya kalkışanlara karşı onursuz bir linç politikası var. Hep belli kalıplar üzerinden üstelik; dikkatle bakınca böyle insanların siyasi eğilimlerine göre hep aynı kalıplar ile linç edilmeye çalışıldığı gözükmektedir.
Bence mevcut durumla halimiz malum; Türkiye’de ne siyasi iradeye ne de toplumsal muhalefete “varlık” gösteremiyoruz ve bu şekilde gösterebilmemiz de zor! Küçük Çerkes öbeklerinin kendini balon balığı gibi şişirerek, diğer Çerkes öbeklerine “ben senden büyüğüm” diye yarattığı bu kaosun gürültüsünden olsa gerek; niteliği toplumumuza faydalı olabilecek insanları umutsuzluğa sürükleyerek sadece kendimizinden değil, aynı zamanda Çerkeslikten de izole ediyoruz. Başarı kavramımızı, bu yüzyılda adeta kitlesel bir silaha çevrilmiş medya unsurlarının kupürlerinde bir kaç satır olmaya endeks ederek, o kupürlerden başarı destanları çıkarırken asıl başarılması gereken şeyleri unutuyoruz. Kupürler bize; başardın başardın diye çığlık atarken, zaman sessiz sessiz “kaybettin, kaybettin” diyor.
Üstelik, başkalarının bedelleri üzerinden nemalandığımız bir takım hakları da kendi başarı hanemize yazarken, bu haklar için bedel ödemişlere neredeyse küfür etmekten çekinmiyoruz. Bu da kendimizi balon gibi şişirdiğimiz halimize kendimizi de kandırdığımız gerçeğinin işareti oluyor. Sorun; bedeli başkası tarafından ödenmiş demokratik bir hakkın kullanılması değil, kullanılmasından çekinilmeyen demokratik bir hakkın ödenmiş bedellerine küfür etmekten çekinmemek. Buna türkçe de arsızlık deniliyor. Üstelik şöyle bir baktığımızda bu zihniyetin ülkesel çapta kazanılmış diğer demokratik hakların Çerkeslere yansıması konusunda Çerkesleri yalnızlaştırdığı da görünüyor. Örnek vermek gerekirse; TRT’de bir Çerkes kanalının olmaması, bu Çerkes kanalı talebinde Çerkeslerin yalnızlaşması kadar daha net bir örnek bulamazsınız.
Dünyadaki siyasi hareketlilik hakkında en ufak fikri olmayan ama inat ve ısrarla siyaset hakkında konuşmak/yazmak çabasında olan kimi zaman “ütopyacı” kimi zaman “bağnaz” kimi zaman “devşirme” tavırlar ile birbirinden hem çok zıt hemde birbirine yumurta ikizi kadar benzeyen programlanmış bazı insanlar ki her biri kendi karakterine uygun Çerkes tabanı içerisinde sürekli manipülasyon üreten insanlar var. Bu insanlar Çerkeslerin bölgesel ve ilkesel iç ittifaklar kurmaması yönünde harcadıkları enerjiyi uzaya gitmeye harcamış olsaydılar eminim ki şimdiye uzaya gitmiş olurlardı. Üstelik bu herhangi bir gücün ve amacın memurluğundan ziyade içselleştirilmiş yabancılık ile doğal manipülatörler olarak icra ediyor. Yani bu manipülatörler, bunu bir görev olarak değil; bunu doğal olarak yapıyorlar. Eğer bunu bir görev olarak üretselerdi, manipülasyonun görev ile arasındaki ilişkiyi deşifre ederek bunu somut bir şekilde bertaraf edebilirdik, ancak bu doğal ve anlamsız şekilde ürediği için bunu kolayca ve somut delillere dayalı açıklamaktan aciz kalıyoruz. Daha önce “Kültür Çerkesciliğinden Siyaset Çerkesciliğine İlişkiler” başlığıyla gazete de yayınlanan köşemde “Kitlesel Dissosiyatif Bozukluk” başlığında hatırlarsınız:
“Dissosiyatif bozukluk psikolojik bir rahatsızlıktır ve genellikle bireyin küçükken yaşadığı bir travmaya beyninin dayanabilmek için başka bir kişilik veya kişilikler yaratması olarak açıklanabilir. Bugün Türkiye Çerkes diasporasına baktığımız zaman gördüğümüz şeyi de ancak böyle tanımlayabilmekteyim. Bu rahatsızlık kişide; geçmişini, ailesini, evini hatırlayamaması gibi sonuçlar doğurur. Bugün Çerkes diasporasının bir kitlesinde, geçmişini, soyunu ve yurdunu hatırlayamaması gibi… Bireydeki tedavisi, doktorun bu kişilikleri tanıması, nasil bir kişilik olduğunu ve nerden geldiğini tespit etmesi sonra da birleştirme tedavisinin başlaması olarak tarif edilir. İşte Çerkes toplumunun geleceği ile ilgili kaygı duyan insanlar da, toplumumuzun dissosiyatif bozukluk geçiren kitlelerinin kişiliklerini tanıması, nasıl kişilikler olduğunu ve toplum olarak ortaya konan kişiliklerin nereden geldiğini tespit etmesi ve birleştirmesi gerekmektedir. Eğer bir kimlik olarak Çerkesler bugün böylesi bir kitleye sahipse, Çerkelerin geleceğiyle ilgili kaygı duyan kişi ve örgütlerin, Çerkeslerin yaşadığı bu travmayı da tahlil etmesi ve travma ile Dissosiyatif Bozukluk yaşayan kitlelerinde ki toplumumuza zarar veren kişiliklere karşı mücadele etmesi esastır.”
Bu satırları yazmıştım. Çerkesliği “Dissosiyatif” bozukluk pençesinde olan bazı insanların sürekli manipülasyon üretmesinin sebebini başka türlü açıklamaya aklım ermiyor ve her öbek kendi içerisindeki manipülatörü veya kendisine yakın duran manipülatörü bu konudan ele almadıkça Çerkeslerin kendi içerisinde bölgesel ve ilkesel bir ittifak kurması zorlaşacaktır.
Peki neden bir ittifak kurulmalı?
Neden bir ittifak kurulmalı sorusuna verilecek cevapta kasmaya gerek yok, zaten bütün sorunun temeli her şeyi kasıntı meselelere çeviren üsluplar. İttifak kurmalıyız çünkü biz kendimizi Çerkes olarak ifade ediyoruz. Abudik gubidik markalara çevirdiğimiz isimler çok önemli değil ve herkes aynı şeyi ifade ediyor: Çerkesliği. Daha önceki deneyimlerimizden anladığımız kadar, biz kendimize ne dersek diyelim etkili bir iş yaptığımızda dışarıya “Çerkesler” olarak lanse ediliyoruz. “Çerkesler TRT Çerkesce istiyor” diye bir haber hepimizi temsil etmiyor mu? “Çerkesler soykırımın tanınmasını istiyor” diye ya da başka başka… Peki neden hepimiz Çerkeslerin TRT’de televizyon yayını yapmasını, soykırımın mecliste tanınmasını isterken bunlar etrafında bir ittifak kurmaktan bu kadar uzağız? Daha önce yayınladığım “Doğru olana katkı sunun/engel olmaktan vazgeçin!” isimli yayınımda yine Çerkeslerin, Çerkesleri ilgilendiren siyasetlerine Çerkeslik dışı bir ayrıklık yaratmasına şöyle tepki gösteriyordum: “Her Çerkes müslüman, hristiyan, ateist, işçi, patron, devrimci, milliyetçi olabilir, fakat Çerkeslik bunlardan hiçbiri olamaz..! İşte kimileri işi gücü bırakıp, bir bütün olarak Çerkesliği yukarıda saydıklarımdan birine, birinin aracına veya uydusuna çevirmeye çalıştığında; Çerkesliğe, kendinin olmayan bir ağırlık koymuş olur ve bu ağırlık her gün ağırlaşır, bir gün taşınamaz hale gelir.”
Çünkü tamamiyle Çerkesleri ilgilendiren konularda, Çerkesliğin parçası olmayan ayrışmalar yaşanıyordu. Halbuki gerçek bir diaspora içerisinde yüzlerce çeşit bakış açısı ve yaşam tarzı bile barındırdığı halde, bütün bu bakış açıları ve yaşama tarzlarının üstünde bir kimlik taşımalıdır. Bizim bu kimliğimiz kuşkusuz Çerkesliktir ve Çerkeslik, özellikle Çerkesliği ilgilendiren konularda kendisine ait olmayan düşünce ve bakış açılarından sonraki elek olmamalıdır.
Dilimiz, kültürümüz ve geleceğimizi “Çerkesler” olarak ilgilendiren meselelerde kişilerimiz ve kurumlarımız ilkeli ve tutarlı bir ittifak kurmalıdır. Bu meselelerde ne din, ne de beşeri başka düşünceler bulunmamalıdır. Ziyadesiyle tahrip olmuş kültürümüzün evvela kendine ait olan etrafında mücadele verenlerin böylesi ilkeli bir ittifakına ihtiyacı vardır.
Daha sonra, geçenlerde yayınladığım “Suriye’ye Çerkes gibi bakmak” isimli yayınımda özellikle bahsini ettiğim Suriye Çerkeslerinin Suriye’nin yerli halkı olmadığı gerçeğini, Türkiyeli Çerkeslerin Türkiye’nin yerli halkı olmadığı anlamamız gerekir. “Suriye’ye Çerkes gibi bakmak” isimli yayınımda tam olarak şöyle diyordum:
“Ve üstüne basa basa hatırlamak gerekir ki, o bölgede yaşayan Çerkesler, Çerkes olarak o bölgenin yerli halkı değildirler. O bölgeye Çerkes soykırımı ve sürgününden sonra, planlı ve programlı bir şekilde yerleştirilmişlerdir. Oradaki demokratik kazanımlar, onları insani anlamda mutlaka pozitif olarak etkileyecektir ve eğer onlar Çerkes kimlikleri adına bu demokratik kazanımlardan hak talep edebilirlerse, bugüne kadar yitirdikleri Çerkeslikleri kadar kazanım sağlayıp, Çerkes kültürü ve tarihi, Çerkes dili ve geleneklerini tekrar kazanıp Çerkeslik barındıran bir aidiyet hissiyle, kayboldukları yerden; ait oldukları yere doğru mücadele örgütlemeye başlayabilirler.”
Ve bugün bu yayınımda üstüne basa basa hatırlatmak isterim ki, Türkiye’de yaşayan Çerkesler, Çerkes olarak Türkiye’nin yerli halkı değildirler. Türkiye’ye Çerkes soykırımı ve sürgününden sonra, planlı ve programlı bir şekilde yerleştirilmişlerdir. “Türkiye’deki demokratik kazanımlar, bizleri insani anlamda mutlaka pozitif olarak etkiler” diye giderek tekrar edilebilir. Fakat şurası kesindir ki, sonucun daima “kayboldukları yerden; ait oldukları yere doğru” mücadele örgütlemek gerekliliği de şarttır. Diğer anlamda buradaki demokrasi bize yeni bir Çerkesya kazandırmayacak ve bunu hepimiz bilmek zorundayız. Bizler Türkiye’ye de Çerkes gibi bakmalıyız ve kişisel doğru ve görüşlerimiz dışında, eğer Çerkes olarak bir mücadele vereceksek, verdiğimiz mücadelenin Çerkeslerin adaleti konusunda Çerkesliğe ne kazandırdığını hesaplamak zorundayız. Eğer insan hakları ve demokrasi mücadelesi Çerkesleri birbirinden uzaklaştırıyorsa, bu mücadeleyi veren insanların bunu iyi hesaplamaları ve nerede yanlış yaptıklarını anlamaya çalışmaları gerekecektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz