Oubykh Nal İzinde Ekim 2016

0
457

Nicedir Foça’da yaşadığını biliyordum. Çok sık olmasa bile telefonla arayıp, halini, hatırını soruyordum. “Atla gel yahu!” diyordu, o teatral sesiyle. Bir türlü fırsat bulup gidemiyordum. Burnumda tütüyordu sohbeti, neşesi. Çok da özlemiştim üstelik. Ölüm haberi geldi, yıkıldım.
Türkiye’ye ilk gelişinde Ankara’ya uğramıştı. El koyup, evime çağırdım. O gece bizde kaldı. Yeniden Türk oluşunu kutlamıştık, uzun rakılar eşliğinde. Neler neler anlatmıştı. Hâlâ belleğimde: Nazım’dan, Dino’lardan,
Picasso’dan anılarını anlatmıştı. Paris’teki sürgün yıllarından, “vatansız” olma duygusundan söz etmişti uzun uzun. Akademiden sınıf arkadaşı Bayan Korutürk’e ve rahmetli Abdi İpekçi’ye borçluydu yeniden T.C. vatandaşı oluşunu. Öyle diyordu. Mutluydu.
Sonra giderek sıklaştı görüşmelerimiz. Özellikle de Kabataş, Setüstü’ndeki evinde, Asmalı Mescit Cumhuriyeti’nde!
Mehmet Ezen’nin Başkonsolosluğu döneminde Hamburg’da. Cornelius Bischoff dostumuzun Hitfelt’deki çiftlikevinde. En çok da İstanbul’da.
İstanbul’a her gelişimde onu görmeden dönemezdim Ankara’ya. Randevusuz, telefonsuz, çatkapı evine girebilen (saygısız) çocuklarından biriydim.
O çok değerli zamanından artan nefes alma paylarını Refik’te, Yakup’da bir çok yerde sık sık paylaşırdım. Ağır geçen gecelerin sonunda: “Yat aşağı! Bu saatte nereye gideceksin?” derdi. Kıvrılır yatardım salondaki yer yatağına.
Aramızdaki onca yaş farkına rağmen Kafkasoik gelenekleri çiğneyerek ona “Avni!” dememe kızmaz, aksine hoşuna gider, gülerdi. Amansız tavla maçları yapardık Avni Abi’yle. Ara Güler’e yenilirdi. Yenilince de kızmış gibi yapardı.
Bense, onu yenince yeşil renkli bir elli bin lirayı imzalatır saklardım yenilgisinin kanıtı olarak. Bazen de, paranın üstündeki modern giysili Atatürk portresine Kuvayı Milliye kalpağı çizdirtir, tablo gibi evimin camekanlarına asardım. O yenilince “Kızma Avni Abi! Yenersen, ben de sana bir roman yazarım” diyerek çamura yatardım. Gülerdi. Bir gün, uzun bir yolculuktan Ankara’ya, evime dönünce temizlikçi kadının özenle sakladığım o paraları alıp, dolmuş parası olarak kullandığını öğrendim, delirdim. O gün son verdim işine.
Allahtan bir tanesini görmemiş olacak ki, 1994 tarihli ve imzalı o tek parayı hâlâ saklıyorum. Kimbilir, hangi bıçkın dolmuş şoförünün cebindedir o Avni Arbaş imzalı, yeniden düzenlediği kalpaklı Atatürk portreli paralar.
Artık, “Dağlara Yazılıdır” romanıma çizdiği eskizler, desenler ve bana armağan ettiği kapak resmine bakarak avunacağım.
Asıl en değerli belge ise, Cumhurbaşkanı olarak, beni Asmalı Mescid’in Ankara Temsilciliği’ne atadığı ilk ve son kararnameye attığı imzadır.
Avni Abi, hoş insandı, hoşsohbet insandı. Çocukla çocuk, büyükle büyük, garsonla, balıkçıyla, kahveciyle, kapıcıyla dost bir insandı. Türkiye onun ölümüyle bir dönemi de kapadı.
Yine, bir gün evinde devrilip kaldığım bir gecenin sabahında, onu çocuk gibi azarlayan bir kadın sesiyle uyandım. Yaşlı bir kadının karşısında elpençe duruyordu. Şaşkınlıkla izledim tartışmalarını. Avni Abi’nin “dadı”sıymış meğer. Yaşlı nine: “Ah Avniciğim… Ne vardı, sen de doğru dürüst bir iş edinseydin kendine. Bak, kocaman adam oldun hâlâ bir mesleğin yok yavrucuğum” diyordu.
Avni Abi ise azarlanan bir öğrenci gibi. “Ama dadıcığım! Bak, resim yapıyorum ben de” diye, karşı çıkıyor ama kadını ikna edemiyordu.
Nerden bilsindi Osmanlı döneminden arta kalan o sevimli dadı, Avni Abi’nin ne kadar önemli ve ünlü bir sanatçı olduğunu.
Nerden bilsindi Koca Nazım’ın onu: “Avni’nin atları /Kuvayı Milliye Atları/Titrer burun kanatları…” dizeleriyle ölümsüzleştirdiğini.
Ne bilsin dadı, Paris’te, uluslararası bir sergiyi gezen Picasso’nun, bir tek Avni Abi’nin resminin önünde çakılıp kaldığını ve “İşte, gerçek bir ressam! Bir artist!” dediğini. Ne bilsin dadı, 33 yıl sürgünde yaşayıp yurt özlemiyle kahrolduğunu o küçük çocuğunun. Ne bilsin dadıcık, onun yaşamı boyunca bir tek meslektaşının ardından olumsuz konuşmadığını. Hatta, kimi genç ressamların ısrarına dayanamayıp, onu, yalvar yakar sergilere sürüklediğimde, ben sormadan onun: “Bir, insan resim yapıyorsa, ressamdır” diye kestirip attığını.
Sevgili Orhan Peker’in “Benim gerçek hocam ve ustam, ‘Tuvali Hiç Kurumayan’ Avni Arbaş’tır” dediğini kendisine ilettiğimde, “Orhan, çok iyi bir ressamdır. Ben onun ustası değilim. Öyle sanıyorsa, söyle ona, ‘boynuz kulağı geçti’” diye değerlendirdiğini ne bilsin dadı.
Onu çocuk yaşta tanıyan o dadıcık, Avni Abi’nin aristokrat zarafetini, erkeksi güzelliğiyle ne canlar yaktığını, bir yıldız gibi yaşayıp, bir yıldız gibi kaydığını; Türk resmini ve hepimizi öksüz bıraktığını, ne bilsin!
Bir sonbahar sabahında, Avni Abi, yıllar önce çizdiği o dünya güzeli Çerkes atlarından birine binip şaha kaldırdı atını, çekip gitti.
Resim sanatında bayrağı yükseğe dikti.
Güzel yaşadı, güzel işler yaptı.
O, Avni Arbaş’tı, o ressamdı, o, adamdı! Ondan bize, o güzel resimler, güzel anılar kaldı.

Çetin Öner
Radikal Arşivi (26.10.2003)

***

Biraz kendimden korkar oldum…

Dünyanın bir ucundayım…

Sri Lanka, biraz daha eskisine gidelim Ceylon, daha da eskisine gidersek Serendip…

Tamil lisanında Ceralamdivu, Sanskrit lisanında Simhaladvipa ve Farsca Sarandip…

2003…

Eskiden okurduk sayfalarını çevirerek, şimdi parmaklar kağıt görmez, mürekkep boyamaz oldu…

İşte kendimden korktuğum şey, yakın zamanda gidenin, ondan çok çok önce gidenin arkasından yazdığını hatırladım…

2003 yılıymış yazıldığında…

Radikal bir değil, iki bile olmuş…

Avni Arbaş’ın vakti dolmuş…

Çetin Öner, ardından yazılması gerekiyordu…

Aslında Abdülhamit olmazdan önce bilinirdi…

Boy gösterdi hükümdar olarak, oysa saçlarımızı yazdığından dolayı uzatmıştık…

Hükmü oldu bizde…

Atların kaşı var mı yok mu bilemedik…

Para üstü aldığım bir minibüste, kalpak çizilmişi görünce anladım, bulmuştu beni bildiğim için…

Zar hep yek gelmez…

İki zar yek oldu…

Buluştular…

Artık ne konuşurlarsa…

Beklenmedik güzel tesadüflerin yaşandığı ada toprakları…

Dağlara yazılan kırmızı bir kalp içinde kaldı…

Hasta yatağında, çeviri ilaç oldu…

Gece boyunca dağlara yazıldığını gördü…

Nal sesi…

Tınısı gitmedi, hep duydu…

Bir yek, bir yek…

İki…

Bir Avni…

Bir Çetin…

Bir Ah!

Bir Ah!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz