Akdeniz Halkının Ana Tanrıçası (1)

0
1009

Ana Tanrıça, Homo Sapiens Sapiens’in İlk ve Tek Tanrısı

MÖ 8. yüzyılda yaşayan Anadolu kökenli Yunan ozanı Hesiodos’a göre insanlığın ilk tanrısı Toprak Ana’dır. Toprak Ana’yla özdeşleştirilen Ana Tanrıça tapımının Paleolitik Dönem’e dayandığı tezini ise çağımızda ilk kez Johann Jakob Bachofen savunmuştur. Bu görüşün savunucularından Walter Burket Ana Tanrıça kültündeki hadım etme geleneğini Paleolitik Dönem’le ilişkilendirir. Robert Graves ise “Ak Tanrıça” adlı dev eserinde Ana Tanrıça’nın Prehistorik Dönem’den itibaren duyulan sesini nasıl içselleştirdiğimizi anlatır. Özetle söylemek gerekirse, pek çok mitologa göre Paleolitik Dönem’de İspanya’dan Baykal Gölü’ne kadar olan sahada (Akdeniz halkının yaşadığı prehistorik bölgede) yaşayan avcı-toplayıcı ilk Homo Sapienslerin av sahalarında ele geçirilen dişi kadın heykelcikleri en eski put örnekleri ve Homo Sapiens türünün ilk tapım nesneleri olarak değerlendirilmekte ve inançları hakkında önemli bilgiler vermektedir. Bu nesneler arasında aynıya varan benzerlikler, sözünü ettiğimiz bölgeler arasında kültürel bütünlük olduğunun kanıtıdır. Bu tapım nesneleriyle Neolitik Dönem’de ve daha sonra karşımıza çıkan Ana Tanrıça tapımları arasında kopmaz bir ilişki bulunmaktadır. (Campbell-1, s. 336-411)
Elbette ki bu görüşlere karşı çıkanlar da vardır. Bunlardan biri arkeolog Lynn E. Roller, “Ana Tanrıça’nın İzinde-Anadolu Kybele Kültü” adlı eserinde Çatalhöyük ve Hacılardan çıkarılan dişi kadın heykelciklerinin Ana Tanrıça’yla ilişkilendirilmesini kabul etmediği gibi, Sümer, Elam, Mısır, Hatti ve Hurri gibi halkların Ana Tanrıçalarından tek bir kelimeyle söz etmez; bu yazara göre tarihsel kayıtlarda Ana Tanrıça’ya kuşkusuz bir şekilde tapan ilk halk Phrygialılardır; Phrygia (Anadolu) Kybele kültü Ana Tanrıça kültüyle özdeştir.
Bana göre de Prehistorik ve Neolitik dişi heykeller arasında kopmaz bir ilişki bulunmaktadır. Bu yazıda çağımızdaki Kafkasyalılarla ilişkilendirilen arkaik Akdeniz halkının taptığı Ana Tanrıça hakkındaki bulgular Neolitik Dönem’den itibaren özetle sunulmaya çalışılacaktır.
Neolitik Dönem’de Ana Tanrıça Tapımı
Neolitik Dönem’de insanın bitki ve hayvanları üretmeye başlamasıyla şimdiki uygarlığımızın temelleri atılmış oldu. Bu iş ilk kez Yakındoğu’da başarıldı. Son dönemdeki araştırmalarla Anadolu’daki pek çok eski yerleşimin Neolitik merkezler olduğu arkeolojik olarak da kanıtlanmıştır.
Neolitik merkezlerden Filistin’deki Ceriko, Anadolu’daki Hacılar ve Çatalhöyük’te Ana Tanrıça tapımına ilişkin bulgular ele geçirilmiştir.
MÖ yedinci binin başlarına tarihlenen ve çanak-çömlek yapmasını bilmeyen Ceriko-B kültüründe Ana Tanrıça’yı simgeleyen heykeller bulunmuştur. Ceriko halkı Proto-Mediterranean, diğer deyişle Akdeniz ırkındandır. (Mellaart, s.36)
Konya ili Çumra ilçesinde bulunan ve MÖ 6500 yıllarından itibaren yaklaşık bin yıl kadar iskan edildikten sonra aniden terk edilen Çatalhöyük’ü kazan Mellaart’a göre, “Genç bir kadın, doğum yapan bir anne ve yaşlı bir kadın olmak üzere üç ayrı aşamada betimlenen bir tanrıça, en önemli tanrıdır.” (Mellaart, s.86; Roller, s.49) Tanrıçanın yanında çocuk ya da sevgili olabilecek bir erkek tanrı da saptanmıştır. Şimdiye kadar ele geçirilen en eski Neolitik heykeller olan Çatalhöyük heykellerinde, Campbell’e göre, “Sonraki çağların büyük ana tanrıça mitolojilerinin nerdeyse bütün motifleri olağanüstü görkemiyle gözler önüne serilmiştir.” (Campbell-1, s.11)
Sevin’e göre, Çatalhöyük’te “Dolikosefal ve brakisefal karışık öncü Akdeniz (Proto-Mediterranean) ırkından insanlar yaşamıştır.” (Sevin, s.49) Ahmet Ünal da Çatalhöyük halkının Akdeniz ırkından ve Hattilerin ataları olduğunu belirtir. (Ünal, s.54 )
Burdur yakınlarındaki Hacılarda ele geçirilen heykellerin Ana Tanrıça’yla ilişkili oldukları hiç şüphe götürmez. Çatalhöyük’te saptanan çocuk ya da sevgili olabilecek bir erkek tanrı Hacılar’da da saptanmaktadır. (Mellaart, s.100)
Hacılar ve Çatalhöyük’ü kazan James Mellaart, “Güney Anadolu’da Üst Paleolitik dönemden Neolitik döneme doğru gelişmeyi belirten ve bu konuda Anadolu’yu benzersiz kılan kanıtların var olduğunu” belirtir. (Mellaart, s.73) Yine Mellaart’a göre Çatalhöyük Yakındoğu’dan çok Avrupa’yı etkilemiş, “tarım ve hayvancılığın başlangıcını ve uygarlığımızın temelini oluşturan Ana Tanrıça kültünü bu yeni kıtaya tanıtmıştır.” (Mellaart, s.71)

Neolitik Köyün Yayılımı ve Ana Tanrıça

Joseph Campbell, “Son yarım yüzyılın arkeoloji ve etnografyası Eski Dünya uygarlıklarının –Mısır, Mezopotamya, Girit, Yunanistan, Hindistan ve Çin- tek bir temelden türediğini ve bu köken ortaklığının mitolojik ve ritüel yapılarının benzerliklerini açıklamaya yeteceğini ortaya koydu.” demektedir. (Campbell-1, s.222)
Campbell Neolitik gelişmeyi ve yayılmayı da şöyle anlatır:
“Bu zamanlarda (MÖ 7500 yıllarında), Anadolu’nun yüksek korunmuş vadilerinde, Suriye’de, İran’da ve Kuzey Irak’ta, tarım ve hayvancılık sanatları geliştirilmişti ve bunlar, hem insan varlığında, hem onun gelişme olanaklarında çığır açan değişiklik yarattılar. Daha önce insan koşullara göre değişen avcılık ve toplayıcılıkla yaşarken, artık dünyanın dayanıklı işçisidir. Kendine yeterli köyler ortaya çıkmış, sayıları sürekli artarak, doğuya ve batıya yayılarak, iki okyanusa aynı zamanda İ.Ö.2500 dolaylarında varmıştır. Bu arada, kaynağın gelişmiş bölgesinde, çekirdek Yakındoğu’da, Mezopotamya’nın ırmaklar arazisinde, İ.Ö. 3500 dolaylarında, ikinci bir çığır açıcı değişiklik yaşanmış, uygarlığın temel sanatları yaratılmıştır: Yazı, matematik, anıtsal mimari, (göklerin) sistematik bilimsel gözlemi, tapınak inancı ve hepsinin üstünde şahane siyaset sanatı. Bunların öğrenilmesi ve uygulanması, Mısır’a 1. Hanedan döneminde İ:Ö. 2850’de, Girit’e ve İndus Vadisine 2500’de, Çin’e 1500’de ve Meksika ve Peru’ya İ.Ö. 1000-500’lerde geçmiştir.”
Artık neolitik köyün gelişim ve yayılmasının bu aşamasında, bütün mitoloji ve inancın odak kişisi, yaşamın anası ve besleyicisi ve ölüleri yeniden doğmak üzere kabul eden cömert tanrıça Toprak’tır. Kültünün en eski döneminde (Levant’ta belki de İ.Ö. 7500-3500’de) böyle bir ana tanrıça, birçok antropologun varsaydığı gibi, yerel bir verimlilik patroniçesi olarak düşünülmüş olmalıdır. Gene de, ilk yüksek uygarlığın tapınaklarında (Sümer, İ.Ö. 3500-2350) Ana Tanrıça’ya tapınma, bundan öteye varmıştı. Çoktan, şimdi de Doğuda olduğu gibi, doğaüstü bir simge olmuştu: Bütün varlıkların doğum ve ölümünün bağlı bulunduğu, uzay, zaman ve maddenin kişileştirildiği, gövdelerin tözü, yaşam ve düşüncelerinin sureti, ölülerin kabul edicisidir. Biçim ve ada sahip her şey –iyi veya kötü, merhametli veya gazaplı olarak kişileştirilmiş tanrıyı da içererek- onun, rahminde taşıdığı çocuğudur.” (Campbell-2, s.11)

Kalkolitik Dönem Kültürleri ve Ana Tanrıça

Maden ilk kez Kalkolitik dönemde kullanılmıştır. Bu dönemde Yakındoğu’daki Kültürel merkez Kuzey Mezopotamya’ya kaymıştır. Toplam süreleri 1500 yıl kadar olan Halaf, Samarra ve Hassuna kültürleri (yaklaşık MÖ 5400-4200) Kalkolitik dönem kültürleridir. Bu kültürler çanak-çömlek yapımı bakımından (maddi kültür yönünden) birbirinden ayrılırsa da dinsel ve sosyal yönden önemli bir farklılıkları yoktur. Bu dönemde bölgede ortak bir dilin konuşulmuş olması da büyük olasılıktır. Bu kültürler, daha önceki dönemde bölgede yaşayan neolitik dönem halklarının kültürleriyle yakından ilişkilidir. Yukarıda anlatıldığı gibi neolitik kültür MÖ 7500-2500 arasındaki yaklaşık beş bin yıl süren göçle doğuya ve batıya yayılmıştır. Bu dönemde daha önce klan biçiminde örgütlenen halkların kabile-beylik biçiminde daha ileri bir örgütlenmeye geçtiği görülmektedir. Öyle görülüyor ki maddi kültürdeki farklılığın temel sebebi budur. (Dolukhanov, s.300)
Halaf kültürü, adını Türkiye-Suriye sınırındaki Res ül-Ayn yakınlarında bulunan Halaf höyüğünden alır. Merkezinde Halaf’ın bulunduğu kültürel bölge doğuda Musul’a (ve hatta Zagros’a), batıda Antakya ve İskenderun’a kadar uzanır. Kuzeyde Malatya, Elazığ ve Van Gölü’ne ulaşır. (Sevin, s.90) Bu kültür, olasılıkla kuzeyden, yani daha sonra Hatti Ülkesi olarak anılacak bölgeden gelen bir halk tarafından oluşturulmuştu. Belki de Çatalhöyük kültürünün ortadan kalkmasının bir sonucudur. Mellaart’a göre, bu kültür “Yadsınamayacak kadar Anadoluludur. Çatalhöyük ve Can Hasan’dan başka bir yeri çağrıştırmaz.” (Mellaart, s.113-119)
Arı kovanı mezar, çift ağızlı balta ve boğa başı Halaf kültürünün önemli dinsel simgeleridir. Mellaart, Halaf kültüründe erkek tanrının bulunmadığını ama Ana Tanrıça tapımının kesin olduğunu belirtirse de çok önemli olan boğa başının boğa tanrıyla özdeşleştirildiğini düşünmek, tapımın odağında bulunan Ana Tanrıça’yı dölleyen güç olarak görmek, daha pozitif bir değerlendirme sayılmalıdır. Büyük olasılıkla boğa başları bölgede daha sonraları görülen ölen ve dirilen tanrıların ( Sumerli Dumuzi, Suriyeli Adonis ve Mısırlı Osiris’in) öncüsüdür. Campbell’e göre bu inanç dördüncü ya da üçüncü bin yılda Mısır’a taşınmıştır. Ayrıca Girit’in arkaik kültürüyle Halaf kültürü arasındaki benzerlik çarpıcıdır. İlk kez Halaf kültüründe görülen çift ağızlı balta, boğa başı ve Ana Tanrıça tapımı Girit’te de görülmektedir. Campbell’e göre bu inanç Girit üzerinden deniz yoluyla İngiltere’ye, Nijerya’ya ve Kongo’ya taşınmıştır. (Campbell-1, s.161)
Hassuna-Samarra ve Halaf Kültürleri Güney Mezopotamya kökenli Ubeyd Kültürü tarafından ortadan kaldırılmıştır. Ubeyd seramikleri Toroslardan Zagros Dağları’na kadar olan bölgede görülmektedir. Toroslardan gelerek Güney Mezopotamya ve Zagroslara (Sümer ülkesine) yerleşen akraba halkların ( ya da bir halkın) geliştirdiği kültür olarak değerlendirilmektedir. Bu bölgeye yerleşen topluluklar, kanallar açarak sulu tarım yapmaya başlamışlardır. Sulu tarım, sonuç itibariyle tarımsal üretimi büyük ölçüde artırmıştı.
Dört evrede incelenen Ubeyd (ya da Obeyd) Kültürü döneminde bölgede gelişmiş dini ve siyasi merkezler olan kentler kurulmaya başlanmıştır. Bu kültür tüm Mezopotamya’ya, Kuzeyde Urmiye Gölü’ne, Doğu Anadolu’ya, Malatya-Elazığ dolaylarına, Çukurova’ya ve Doğu Akdeniz’e yayılmıştır. (Sevin, s.96) Bu dönemde de Halaf dönemi tapımının temel özellikleriyle sürdürüldüğünü söylemek mümkündür. Gömü geleneklerinde de herhangi bir değişiklik yoktur. Çoğunlukla 20 x 10 metre ebatlarındaki bir platform üzerine yapılan Ubeyd tapınakları Sümer tapınaklarının öncüsü olarak kabul edilmektedir. Mezar armağanları ölümden sonraki yaşam inancını, hocker gömü yeniden doğum inancını göstermektedir.

Kaynakça
1. Ahmet Ünal, Hititler Devrinde Anadolu 1, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 2002
2. James Mellaart, Yakındoğu’nun En Eski Uygarlıkları, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul,1988
3. Joseph Campbell, Batı Mitolojisi (2), Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi, Ankara, 1992
4. Joseph Campbell, İlkel Mitoloji (1), Tanrının Maskeleri, İmge Kitabevi, Ankara, 2006
5. Lynn E. Roller, Ana Tanrıça’nın İzinde, Anadolu Kybele Kültü, Homer Kitabevi, İstanbul, 2004
6. Pavel Dolukhanov, Eski Ortadoğu’da Çevre ve Etnik Yapı, İmge Kitabevi, Ankara
7. Veli Sevin, Anadolu Arkeolojisi, Der Yayınları, İstanbul, 2003

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz