Bu yazının sonuna kadar okuyacak olanların ödülü, küçük bir zenci hikayesidir. Bakalım bu ödül vaadi yazıyı okutur mu? “O zaman sondaki ödül hikayeyi okuyayım” diyecek sabırsızlar olursa da bakalım o küçük hikaye okuyucuyu yazının başına tekrar getirip yazıyı okutabilecek mi?
Mesele aslında net olarak şu: Artık, Dünya Çerkes Birliği (DÇB) ile ilgili hiç bir şey bilenler için ilginç ve gözünü yormaya değer bulunmamaktadır…Bu konuda yazmak zor değil de okunmuyor bile… Oysa, bu düşünce o kadar haksız ki, o kadar art düşünceli ki…
Durum öyle mi acaba?
Dün kendi oturumum ( vitnejiste) ile ilgili son durumumu öğrenmek için DÇB’ye, Hukuk ve Vatandaşlık İşleri Ofisine uğradım. Diaspora Çerkeslerinin Türkiye Masasının önünde, benim gibi işi olanlar sıra oluşturmuş durumdaydı. Herkesin yüzünde bir gülümseme, bir mutluluk ifadesi… Yan taraftaki Avrupa Çerkesleri Ofisi kısmen tenha olsa da, özellikle Suriye Çerkesleri Ofisi olağan ustu yoğun olması nedeniyle çok az işi olan “Uzak Ülkelerdeki Çerkesler Masası” çalışanları, Suriye Masasına yardım etmektelerdi… Yan ofisten çıkan, Uzunyayla’dan gelerek yerleşmeye çalışan Janberd ile Balıkesir’den dönen Mustafa, yüzlerindeki gülücükler ve ellerindeki evraklarıyla selam verdiler. İş kurmak için istedikleri destekleme kredilerinin ödenmesinde DÇB’nin ilgili ofisinin kısa sürede işi çözdüğünü, yetmeyen destekleme kredisinin bir kısmını da kendi fonlarından tamamladıklarını bir solukta anlattılar. Yüzlerindeki memnuniyeti, gururu ve öz güveni görmenizi isterdim… Mustafa, “Amcamın oğluna hemen yazacağım bu durumu. Şaşıracak. Söylemiştim inanmamıştı. Olabileceğine ihtimal vermiyordu. Dönüş için düşüncesi olumlu etkilenecek” diye bir solukta, ayaküstü anlattı bunları.
Sıra beklerken Ercüment beyi gördüm. Selamlaştık. Hal/hatırdan sonra “hayrola” dedim “buralarda ne iş?” Zira Ercüment bey Anavatana ilk dönenlerden. Burada üniversite okumuş, buralı bir hanımla evlenmiş ve çocukları var. Buranın resmi pasaportlu vatandaşı uzun zamandır. “Valla, KAFFED başkanı Yaşar beyin iki bin yirmi yılına kadar RF’ye girişinin yasaklandığını duydum; onun için uğramıştım…” Ben, -tabi doğal olarak- “Olur mu yahu öyle saçmalık? Kim kimin ana vatanına girişini yasaklayabilir? Babasının tekkesi mi devlet? Öyle şey mi olur?” diye söylenecektim ki, sözümü kesti. Yok zaten hava alanında yeni işe alınmış bir memurun acemiliğinden, bir yanlışlık olmuş. “Eee?” dedim. DÇB Hukuk İşleri Ofisine uğradım sordum. Onlar da, Moskova’ya bütün gün e-mail atmış olmalarına rağmen telefonla da aradılar. Sakın yanlış anlamayın. Yanlışlık düzeltildi. Gerekli yazılar, ilgili yerlere yollanmak üzere imzadalar. Sakın bir açıklama yapmayın. Bir kötü niyet yok; tamamen yanlışlıkla acemice yapılan bir işlem. Ayrıca biz diasporanın en büyük örgütü olan KAFFED başkanına özel olarak özür yazısı yazdık, e- maille yolladık bile, dediler diye tamamladı. İşim de var diye ayrıldı. Biz de, “Gümrük memurları, hava alanı görevlileri için eğitim ve tecrübe gerekli… Neredeyse uluslararası bir hak-hukuk skandalına dönüşebilirmiş. Ülke için hoş bir imaj olmayabilirdi” diye küçük değerlendirmeler yaparken; sıradakilerden biri; “Devletin ve DÇB’nin parmağı olabilir abiciğim. Onlardan habersiz kuş uçmaz“ diye itiraz edince hepimiz birden sözle çullandık. “Ne saçmalıyorsun? Paranoyak olmanın sırası ve yeri burası değil. Baksana şu yoğunluğa? Bu yoğunlukta yanlışlıklar da arada olamaz mı? Bak zaten anında düzeltilmiş. Daha ne yapsınlar?” diye çullandık ve sözle anında sindirdik. Hatta RF ‘den ve DÇB ‘den şüphelendiği için hafif kızgın bakışlarla tamamladık itirazımızı…
Bak işte… “Sinek küçük mide…” metaforu var ya, içime kuşku düşürdü. Buradaki işim bitince Yaşar beyi bir arayayım diye içimden bir karar da aldım…
Önümde duranların birisinin sırası geldi, içeri girdi. Bu boşlukta bakınırken duvar panosundaki duyurulara gözüm takıldı. Bazıları kanunlardaki değişikliklerle ilgili. O tip yazıların altında not olarak Hukuk İşleri Ofisinden hangi görevliye başvuracakları yazılmış ilanlar var. Yani duyurular. Bazıları; Türkiye’den oturum için başvuracak olanların Kaffed’den getireceği “Adige” olduğuna ilişkin matbu bir formun verilmeye başladığını; bu formun oturum için başvuruda öncelik sağladığını, bu belgenin burada mutlaka DÇB’nin Türkiye Ofisinde onaylatılıp mühürletilmesini duyuruyordu. Bir başkası devlet, DÇB ve KAFFED işbirliği ile sekiz alanda meslek edindirme kursları düzenlendiğini. Kursu başarıyla bitirenlerin iş bulmaları için DÇB Sosyal İlişkiler Masasının yardımcı olabileceğini yazıyordu. Bir başka ilanda, burada evlenmek isteyenlerin hangi koşullara ve belgelere sahip olmaları gerektiği üzerine. Bu konularla ilgili sorunu olanların Sosyal İlişkiler Masasına başvurulabilecekleri ile ilgili idi. Bir başka ilan yazı da ise, gümrük kapılarındaki uygulamalarda yapılan yeniliklerden söz ederek; ticari giriş çıkışların nasıl kolaylaştırıldığı ile ilgili idi. Bu konuda sıkıntısı olanların, Hukuk İşleri Ofisine başvuru yapabileceğinden söz ediyordu.
Karşı duvarda ise turizm, eğitim, misafir üniversite öğrencileri, turist gelecekler gibi birçok konuda büyük harflerle yazılmış başlıklar altında asılmış birçok yazı ve duyurular göze çarpmakta ama yazılar okuma mesafemden uzaktı. Hepsinin altında konu ile ilgili hangi ofise ya da masaya hatta, bazıları için hangi kişiye baş vurabileceklerine kadar ayrıntılı açıklamalar vardı. En göze çarpan yazı ise, kocaman harflerle yazılıp salonun en uzun duvarına asılan “DÇB Size Yardımcı Olmak İçin Var ve Her Konuda Çözüm İçin Çalışır…” yazısı idi. İnsan salona girer girmez bu yazıyı görünce, kendisini yalnız hissetmiyor, güvende olduğu duygusu yaratıyor…
Farkettim ki tüm bunlar ara ara devlet Radyo ve Televizyonunda duyuruluyor. Az da olsa karmaşık olanları konuk uzman çağrılarak ayrıntılarının halka duyurulduğunu hatırladım. İçeridekinin işi bitip çıktı. Selam verip uzaklaştı. Tam ben içeri girerken, bir kaynaşma oldu. DÇB başkanı ofisinden çıkmış dışarı çıkarken, sıradaki her kesin ona gösterdiği sempati gösteren küçük tezahüratlar, sempatik iltifatlar imiş. Ben içeri girdiğimde daha uzakta duranların başkana duyurmak için daha yüksek sele iltifatları ve memnuniyetleri kulağıma kadar geliyordu. Kapıyı kapatırken en son duyduklarım, çok bağırmadan, “Yaşasın RF! Yaşasın Kabardey-Balkar Cumhuriyeti! Yaşasın DÇB! Ve yaşasın Başkan! Adige weyy weyyy!!” sözleriydi…
Hikaye şöyle. Aslında bir film repliği. Yetmişli yıllar yapımı bir vestern filminden replik. Klasik bir kovboy kasabasında filmin başrol oyuncusu iyi kovboy. Sığır yetiştiren cinsten. Silahlı külahlı olanlardan değil. Kasabanın kötü adamı da sığır yetiştirici ve büyük çifçi. Kötü çiftçi-sığır yetiştiricisi kovboy, rakibini silmek ve sığırlarını da ucuza kapatmak istiyor. İyi sığır yetiştiricisi kovboy, barınamayacağını ve baş edemeyeceğini anlayınca, sığırlarını elli altmış kilometre uzaklıktaki hayvan borsası-pazarına götürüp satmak ve oradan gitmek istiyor. Ancak kötü kovboyun baskısıyla kimse onunla (iyi ücret ödemesine rağmen) yolda yardımcı olarak işi kabul etmiyor. Pazara götüremezse, kötü kovboyun sığırlarını ucuza kapatacak. Çeşitli nedenlerle kendilerini kanıtlamak isteyen yeni ergen altı genç bu işe talip olur. Çaresiz olan iyi kovboy kabul eder ve bunların yemek işlerini yapacak yaşlı zenci erkek aşçısı ile kafile yola çıkar. Ancak yolda uyumsuz disiplinsiz gençler sorun haline gelir. İşvereni dinlemiyor sürekli problem çıkartıyorlar. Bir konaklama akşamında iyice taşkın hale gelen gençler yaşlı zenci aşçı yüksek sesle, “Benim babam Afrika’da bir kabilenin reisinin oğluydu” diye konuşmaya başlar. Bu ani ve yüksek tondaki çıkışa şaşıran gençler, dinlemeye başlar. “Babam komşu kabilenin reisinin kızıyla evlenmek ister. İstenip verilmeyince de bir gece atının terkisine atar ve kaçırır. Kısa sürede fark edilince bir atlı gurup tarafından takip edilmeye başlar. O gece ve o gün akşama kadar babam ve arkasındaki atlı gurup tarafından at sürülür. Akşam olunca babam terkedilmiş bir kaleye sığınır ve annemle geceyi orada geçirir. Ben o gecenin meyvesiyim” der. Çeneleri düşmüş, gözleri faltaşı gibi açılmış hikayeyi dinleyen gençler, hikaye bittikten sonra sessizliğini devam ettirirken içlerinden biri, “Bütün bunlar doğru mu?” diye sorar. Yaşlı zenci aşçı, “Hayır! Ama olmalıydı” der…
Nalçik