Adige Ağıtları Rus-Kafkas Savaşlarının Yankılarıdır (2. Bölüm)

0
906

Şhaplhekhue Ğuç’ıps

Adigelerin komşuları olan halklarla yaptığı pek çok iyi komşuluk ve dostluk anlaşmaları vardır. Bunlardan biri 1797 yılında Kazakların başlattığı ayaklanma sırasında söylenmiş bir sözde ifadesini bulmakta olup, M.V. Pokrovske’nin “Adigelerin tarihinden: 18. yüzyıl ve 19. yüzyılın ilk yarısında/İz istoriyi adıgov v kontsé XVIII – pérvoy poloviné XIX véka” adlı eserinde şu şekilde yer almaktadır:

“…(Kazaklar – S.Ğ) uğruna mücadele ettikleri amaca ulaşma konusunda tatmin olmazlarsa bütün subayları öldürüp Çerkeslere katılacaklar”.(1)

Rus-Kafkas Savaşlarının tarihini araştıran biliminsanlarının ulaştıkları sonuçların en çok örtüştüğü hususlardan biri, o dönemde güç ve savaş yoluyla dünyayı paylaşmaya kalkan büyük güçlerin, Adigelerin cennet vatanlarına göz diktikleri, onu paylaşamadıkları bir ganimet gibi gördükleridir.

Adigelerin tarih boyunca bitmez tükenmez savaşlar karşısında kaldığı Dünya tarihinde de açık ve somut bir biçimde görülmektedir. Adige halkı, Rus-Kafkas savaşlarından önce de pek çok savaştan geçerek geldi. Adigeler, kara sabanla çift sürerken de silahını yanından eksik etmeden, atının eyerini indirmeden, yüzyıllar boyunca Hunlara, Moğollara, Tatarlara karşı ülkelerini savundular ve korudular. Ama hiç kuşku yok ki, halkı yok olma noktasına getiren, tarihsel anavatanını terk etmek zorunda bırakan savaş, yüzyıldan uzun süren Rus-Kafkas savaşlarıdır.

Adige söylencesi, bitmez tükenmez savaşların getirdiği trajedilerin aynasıdır. Onun bir parçası olan Adige ağıtları eski zalim zamanların bir yankısı olarak Adigelerin yüreğinde, kulağında çınlıyor, ulusal bilincini, düşüncesini besliyor. Başka hiçbir kaynak, veri olmasa bile Rus-Kafkas savaşlarının tarihini yazmak, öğrenmek, bilimin her yanıyla ilgili olarak ortaya konacak sorulara cevap bulabilmek bakımından yalnızca bu ağıtlar dahi yeterlidir.
Birkaç tarih araştırmacısı, savaşın başlangıcı konusunda kabahati Adigelere yüklüyor. Onlara göre; ‘düşünce itibariyle hâlâ yabani yaşam düzeyini aşamamış, komşularına karşı yağma savaşları açan, insanları kaçırıp satan bir halka o zamanlarda Rusya’nın daha fazla katlanamayacağı açıktı ve savaş açıp yok etmekten başka çare de kalmamıştı’.
Her olayın belirli bir dramaturgisi vardır. Onun kendi kuralları içinde Rus-Kafkas savaşlarından söz etmek gerekirse öncelikle “o zalim savaşın başlatılmasının nedeni ne idi?” sorusu akla gelmektedir. Biliminsanlarının buna verdikleri farklı cevaplara yukarıda bir nebze değindik. Şimdi ise örnek olarak ortaya koyacağımız husus, suçu-kabahati olmayan, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve bu zalim trajediyi yaşayan o sıradan insanların gözyaşlarıyla yıkadığı ağıtlarda ortaya koydukları sonuçlar olacaktır.

“1864 Yılında Adigelerin Vatanlarından sürülmelerinin ağıtı”, bunu en somut biçimde ortaya koyan ağıtlardan biridir. Bu ağıt ünlü derlemeci, besteci Kube Şaban’ın Beyrut’ta yayınladığı “Adige müziği/Adige Pşınalh/Adighe Pcsinatl” adlı kitabında yer almaktadır. Orada şu ifadeleri görüyoruz:[**] “Rusun büyük prens(ler)i Kafkas’a can atıyor/Wurısım yi pşışxue(xer) Kafkasım khıfel’eUirisim yipcsicsхue(xer) Kafkasim qifetle.”(2)

Derdi bizzat çeken, yaşayan insan, herhangi bir tarih araştırmacısından çok daha somut ve doğru bilgiler verir. Onun suçladığı insan, yaşamda acıyı, sevinci paylaştığı komşusu olan sıradan Rus insanı değildir. Onun suçladığı insan, “Kafkasya’ya göz diken Büyük Rus Prens(ler)idir”. Komşu halkı, kendi özgür iradesi olmaksızın, başka masum insanları katletmek üzere silahaltına, cepheye süren güç ve iradedir.

O ağıtta şöyle bir dize de yer alır:

“Yiğitliği paylaşamadıklarını söyleyerek bize savaş açıyorlar/L’ığer zetıraxew a’ueşş zawer khıtaş’ıl’e,/Tlviqher zetiraхeu avuec zeuer qitacvilve”.(3)

Yiğitliği paylaşamayanlar kimlerdi? Sıradan insanlar mı?! Hayır, yiğitliği paylaşamayanlar Adigenin cennet ülkesini ganimet savaşıyla ele geçirmek isteyen ülkelerin önderleriydi. Bu ağıt, toplumsal aklın bunu gayet iyi ve doğru biçimde algılayıp değerlendirdiğini somut olarak ortaya koyuyor. Bunu, daha sonra gelecek ve Rus-Kafkas savaşlarının ortaya koyduğu sorulara, sorunlara cevap arayacak olan yeni kuşaklara yönelik bir öğüt olarak değerlendirmek de mümkündür.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, yazılı dünya tarihinin hiçbir sayfasında Adigelerin ordu kurup, kendi sınırlarını aşarak, toprak ele geçirmek için başka halklara karşı ganimet savaşı yaptığına dair bir iz bulunmadığını söylemekle hiç yanılmadığımdan eminim.

Elbette ‘Adigeler kimseyi tutsak almadı, satmadı’ derseniz doğruyu söylememiş olursunuz. Ama tüm dünya genelinde, insan alım-satımı yüzsüzlüğünü, utancını bir gelir-çıkar aracı olarak kullanmamış pek fazla halk olmadığını da tarih çoktan ortaya koymuştur. Ne yazık ki, bugün bile bu pis ganimet yolunu terk etmeyen birçok ülke ve halk bulunmaktadır.
Evet, Adigeler yiğitliklerini ortaya koyacakları akınlara çıkarlardı. Başka komşu ülke ve halklara saldırdıkları da olurdu. Ama altı çizilerek belirtilmesi gereken husus, Adigelerin kendilerine karşı koyacak gücü olmayan insanlara karşı ganimet amaçlı saldırıya asla tenezzül etmedikleridir. Mertlik, yiğitlik temelinde mal-mülk, varlık elde etmek üzere yapılan akınlar, baskınlar, uğrunda çok insan kaybı olması halinde, değersizleşiyor, yapanlara asla takdir ve övgü kazandırmıyordu. Yapanlara takdir ve övgü kazandıran akınlar, baskınlar ise, “Onurunu kendisine yedirirsen, onu kafa yeme yerine getirirsin” dedikleri gibi çeşitli zulüm, hile ve desiselerle mal-mülk biriktiren zalimlere saldırarak, onun onurunu kıracak şekilde mallarını gasp ederek ele geçirmek biçiminde ve de fazla insan kaybına yol açmadan yapılanlardı. Bu baskın nedeniyle gösterdiği yiğitliği, mertliği haklı olarak duyurma, yayma aracı olarak da elde edilen ganimet yettiği ölçüde köylüye bölüştürülür, konuk evlerinde “… o ünlü güçlü adama karşı bunu yapabildiyse bravo, aferin…” biçiminde kendilerinden takdirle söz ettirilmesi hedeflenirdi.

Bu yaklaşımı, insanlık ve onur anlayışına temel yapan Adigeler, hiç suçu-kabahati olmayan, kendi halinde yaşam süren, az nüfuslu, nispeten güçsüz bir halka karşı yüzbinlerle ifade edilen askerlerle orduların saldırtılmasını, soykırım düzeyinde insanların katledilip yok edilmesini asla anlayamıyordu. Örnek olarak ele aldığımız ağıtta şöyle denilir:

“Bunu bize yapanlar yüz milyondan fazladır/Buna muhatap olan küçük halk ise bir avuçtur.”
Ar khıtezış’ıl’eri milyonişşem khéxhu/Ar qitezicvitIvery myIuenycem qyeхhu.
Zeraş’ıl’e lhepkhı tzık’ur bjıbı yizi mıxhu/ZeracvitIve tIepqi tsvikvir bzhibi yizi miхhu.(4)
“Tfışalheme ya ğıbz/Tfışalhelerin ağıtı” adlı ağıtta; Adigelerin, kendilerinden çok daha büyük ve güçlü düşman kuvvetlerine karşı ülkelerini, topraklarını korumak için canlarını esirgemeden, korku nedir bilmeden nasıl savaştıkları şöyle anlatılır:

Padişahın güçlü büyük ordusu aah
Kara kargalar gibi yetişir ya,
(…)
Kendilerine savaş açanları aah
İki bin atlı olarak sayıyorlar ya,
Kendimizi saysak ki, aah,
Yalnızca on beş atlı oluyoruz.(5)
“Khuexhujj savaşına katılanların yakınmaları” adlı ağıtta da bu güç azlığının acısı şöyle dile getirilir:
Gördüğüm karaltılar,
Nakarat: Vay!
(Hey dünya), tastamam bin atlıydı, sayıyorduk,
Wa, weraw-rirew, rirareşş wéy!
Eşlik: Ayre, weraw-rirew, rirareşş wéy!
Müslümanlar olarak kendimizi saysak ki,
Nakarat: Vay!
(Hey dünya) on iki kel atlı bile (artık) değiliz,
Wa, weraw-rirew, rirareşş wéy!
Eşlik: Ayre, weraw-rirew, rirareşş wéy!(6)

Adigelerdeki doğruluğu, dürüstlüğü, ağıtlarında somut olarak görebiliyoruz. Halkın içine düşürüldüğü savaş ateşini başlatanları, haksızlıkla suçladıklarını kategorik olarak bir kenara itmiyor. Hasımlardan da olsa hak edenleri övüyor, kendilerinden de olsa hak edenleri lanetliyor. Bu tespitimizi, aynı ağıtın aşağıdaki dizeleri kanıtlıyor:

İçimizdeki satılmışlar hep kıtlık suratlılar,
Pis malcanlı olduklarından ülkemizi satarlar.
L’ışefığew txetxeri zereğeblenegua,
Bilimijjı neguxeti tixeğegu aşe.(7)

Adigeler arasındaki “satılmışlar” kimler olabilir? Elbette yine kendi soydaşları. Ama onlar açgözlü, onursuz soydaşlardır. Ağıtta söylendiği gibi “Kıtlıksuratlı, malcanlı” insanlardır. Onlar, halkını çoğaltacak kızlarını, onun göğsünden koparttıkları yavrularını, en sonunda da anne konumundaki vatanlarını sırf mal-mülk için bir ‘içdonluk’ çaput pahasına satarlar.
Böylesine doğru, açık sözlü bir millet nerede vardır ki!? Kimseye kendi soydaşıdır, diye iltimas geçmiyor, tersine, üzerine lanet yağdırıyor. Aralarından “Büyük Rus Prensinin” üç kuruşa satın alabileceği insanların çıkmasına yanıyor, ağıt yakıyor.

Bir de şunu düşünelim!.. Kendisini, Adigelerin hâlâ pek de bilincine erememiş olsa da kabul ettiği İslam dininin hizmetkârı sayan soydaşlardan bazılarına ilişkin olarak bu ağıtın söylediklerine bakalım:

Aramızdaki ikiyüzlüler şıhlık taslarlar,
Allahın elçiliği kisvesine bürünürler.
Neguneptzew txetıxeme zağeşıyixhışö,
Aş Thaofıtaşöri khızıtıralhaşö.
Aramızdaki ham mollalar yanlış vaazlar verirler.
İyiliğimizedir diyerek ne büyük zararlar verirler.
Mole mıxhuew txetıxeme wazı pxencır khaş’ı,
Khıtueş’öw axem aoşş, lıyeşxuer khıtaş’e.(8)

Peki, kimdir o “ikiyüzlü… şeyhlik taslayan… Allahın elçiliği kisvesine bürünenler?” Onlar dışarıdan gelmediler. Adigedirler. Ama kendi şahsi çıkarları için halklarını kandırıp yanlış yöneltiyorlar, büyük zararlar veriyorlar. Casusluk yapıyorlar. Öylelerini ağıtlar görmezden gelmiyor, tersine, suçluyor. Geçmiş dönemlerden gelecek kuşaklara ibret olarak aktarıyor.
“Khuexhujj savaşına katılanların yakınmaları” adlı ağıtta da şöyle deniliyor:

“Bize Naib olacak!” diyerek
Nakarat: Way!
(Way way) Dil bilmezin birini (şimdi) bize getiriyorlar,
Way, weyre, yew-rirew, riraş, wey!
Bizi Allahla aldatarak
Nakarat: Way!
(Heey dünya), düz, çıplak kafalılara sattı ya,
Wa-raw-rirew, rirareşş wéy!
Eşlik: Warew-rirew rirareş wéy!
“Üzerinize bela açarım ha!” diyerek
Nakarat: Way!
(Heey dünya) nimeti alıp eline, üstüne yemin eder.
Wa, warew-rirew rirareş wéy!
Eşlik: Ayre, warew-rirew rirareş wéy!(9)

Müslüman din adamları olarak Adigeler arasına gelenlerin halkla uyum sağlayamadığı “Hacretme yağıbz/Muhacirlerin ağıtı” adlı ağıtta açıkça görülüyor:

Şu sakallı Çeçen(10) ‘sizi Müslüman yapacağım’ diyerek dolaşıyor.
Bir daha ülkemize gelmezsen var ya, imrenilesi bir halk oluruz biz.(11)

İslam Dininin misyonerleri ve Anayurdu terk etmenin öncüleri olan mollaları, Kur’an okuyuşlarından dua edişlerine kadar halkın benimsemediğini gösteren kanıtlardan biridir “Vatanı terk ediyoruz” adlı ağıtta yer alan şu sözler:

Türk Kur’an okuyucusunu, gönlümüz kaldırmaz,
Hali böyle olanın üstüne devrilsin kayalar!
Kırık kalbimizle, vatanımızı terkediyoruz.(12)

Rus-Kafkas savaşları sona ereli yüz elli yıl olsa da, bu savaşlarda ülkelerini, vatanlarını korumak için hiç çekinmeden seve seve canlarını veren kahramanların adlarını Adige ağıtları bize kadar ulaştırdı, onları asla kaybolmayacak, unutulmayacak anıtlar olarak bilincimize kazıdı.

Ağıtlar, kahramanın yalnızca adını vermekle kalmıyor. Onun hangi koşullarda ne gibi yiğitlikler gösterdiğini, neler yaptığını, nasıl can verdiğini hatta cenazesinin toprağa verilmesini de anlatarak şehidi ağıtın anıt dizelerine adeta kazıyor. “Hacretme yağıbz/Muhacirlerin ağıtı” adlı ağıt, böyle bir ağıt söylenirken, gösterilmesi gereken büyük saygının ifadesi olmak üzere, şaka, latife gibi eğlenceli hareketlerin terkedilmesi gerektiğini de açıkça ifade ediyor:

Aah, “Muhacirler ağıtını” bilen varsa söylesin,
“Muhacirler ağıtı” söylenirken, şakanızı bırakın.

Bu ağıtın, yukarıda değindiğimiz şiir/güfte dizilişinin tipik bir örneği olduğunu söylersek her halde yanılmış olmayız.

“Hacretme yağıbz/Muhacirlerin ağıtı” adlı ağıt Tfışalhe yiğitleri için yakıldı.

Tfışalhe yiğitlerinin “gazavat savaşı yapacağız” diyerek atlarına bindiklerini söylüyor ağıt. Gazavat savaşı yapmalarının nedenini de anlatıyor.

Güz otları bitince şu Rusya ateşe verir bizi,
İlkbahar gelince de aah, yangın artığı virane sığınağımız olur.
İçimizde iyi yaşayabilenler Rus casuslarıdır, hakları suya atılmaktır,
Zavallı bizim zayıflığımızı domuz baskını misali şu koca gâvur faş eder,
Soydaşımız olan Şapsığ Natıhuaceler bize ‘pis Ruslar’ derler,
Çevremizi kuşatan Ruslarsa “Nathue köyünden çıkıyor” diyerek bizi katlederler.(13)

Erkek olarak, başına kalpak takan biri olarak (ki, o zamanlarda 14 yaşındaki erkek çocuklara ‘artık adam oldun, soyun/milletin direğisin’ denilerek kalpak giydirilirdi) onca felaketi ülkene getiren, onurunu kıran düşmana karşı gazavat savaşı yapıp karşı koymazsan, halkın seni onursuzlukla suçlar, başına korkaklık şapkası (P’ıne paue) geçirirdi. Halkın, sülalen seni reddederdi. Küçük erkek çocuklar dâhil ailen seni terk ederdi. Bu yüzdendir ki Adige kadını savaşa yolcu ettiği oğluna “sakın ha, sırtında kurşun yarasıyla getirmesinler cesedini” derdi. İşte, ‘Artık adam sınıfına girdim, halkımı, vatanımı koruyacağım’ diyenleri birlik beraberlik içinde tutan, bu anlayıştı. Bunun için ağıt şöyle der:

Atına binen süvarilere Koca Hacebiram rehberdir,
Gazavat yapacaklar olarak aah, Hohoyun kalesine akın ediyoruz,
Gelen süvari grubu çakıllı pınarda durup kalır.(14)

Gazavat savaşı için saf tutan muhacir süvarilerin her biri kendi görevini bilirdi. Süvari önderi için ağıt şöyle der:

Eyer üstünde dikilerek Xıtıkuların Hağuç’e etrafa bakınır,
O bakınınca etrafa pis Rusu sipsivri dikilmiş görür.(15)

Ağıt hiçbir şeyi eksik bırakmıyor. İnsana sanki bizzat olayın içindeymiş gibi bir izlenim veriyor. Düzenli silahlı ordusu olmayan Adigelere yok etme savaşı açan koca Rusya’nın resmini şu izleyen sözlerde görüyoruz:

General bizi fark edip altın dürbünle içimize bakar.(16)

Düşman ordusunu bire bir saymaya gerek kalmıyor. Çünkü yalnızca ‘general’ sözü bile onların sayısının binlerce olduğuna insanı ikna ediyor.

Kendilerini gözetleyen general neler görüyor? Generalin gördükleri, ağıtta şu sözlerle anlatılıyor:

O bakınca bizi tastamam bin atlı olarak sayıyor,
Biz kendimizi sayınca, aah, ancak on beş atlı zor oluyoruz.(17)

Düşmanının sadece on beş atlıdan ibaret olduğunu gören ‘general’ ordusunu geri çekmiyor, bir avuçtan ibaret olan bu küçücük gruba karşı koca ordusuyla savaş açmayı kendisine layık bir marifet sayıyor. ‘General’ rütbesinden utanmıyor. O küçücük grubu alt edince, onların koruduğu bebeleri, kadınları, yaşlıları, hastaları ordusuna katlettirecek, köylerini yaktırıp yıktıracak, ‘büyük zafer’ kazanmış olacak.

Muhacir grubunun güveneceği, umutlanacağı kimsesi yoktur. Artık Allahına bile güvenemeyen, elindeki bir avuç mermi-barut dışında güvenecek hiçbir şeyi kalmayanlar da vardır içlerinde. İzleyen şu satırlar bunu gösteriyor:

Allahına güvenmeyen, umudu barutu-mermisinden ibaret olan da sevinçli.(18)
Allahına da güvenmiyor, elindeki azıcık barut-mermi dışında güvenecek hiçbir şeyi kalmayan bile sevinçle savaşın ortasına atılıyor:
Sabahın şu kuşluk vaktinde ilk tüfek ateşini yaşıyoruz.
Kılıcı çektiğimizde Şıblawe’nin/Şimşeğin iki oğlu gibi kolumuz.(19)

İki Şıblawe kardeşin resmini, ağıt bir cümle ile çizip gözümüzün önüne seriyor. Nasıl bir güçtür, nasıl bir yiğitliktir ki, kılıcını çeken savaşçı gruba kol olabilsin? Ağıt, kahramanlarına sınırsız bir güç veren bir söylem buluyor.

Xıtıkuların Hağuçe’nin iki Şıblawe kardeşten ne eksiği var? Ağıt, kahramanını şu sözlerle betimliyor:

Nart bedenli olduğundan Xıtıkuların Hağuç’e, dayanıyor, katlanıyor,
Yedi derin yarası var lakin sıtma titremesi kadar bile duyumsamıyor,
Heey, umursamadan, şakalar yaparak bizim için çarpışmaya devam ediyor.(20)

Elbette ya, bir Adige süvari birliği komutanına başka tür davranış yaraşır mı!.. Önder kendisi, örnek kendisidir, zafere temel olan güç de kendi önderliği, örnekliğidir.
Önderin örnekliğini grubun benimsediği ağıtta şu sözlerle ifade ediliyor:

Heey, bugünkü savaşımız koca Hacebiram’ın ak yüzüdür,
Ak yüzüyle o, yüzündeki nur sönmeden şehit düşmüştür.(21)

Ağıtta şöyle deniyor:

Biçilmiş ekin desteleri gibi Rus cesetleri sıra sıra yatar,
Aralarında yatan Müslümanlarsa güneş huzmesi gibi parlar,
İçlerinden en parlayanı ise koca Hacebiram’ın cesedidir.(22)

Tarih, sonraki zamanlara ağıtlarla hitap eder, söyledikleri de insanları ikna eder. Zira o açık, doğru sözlüdür. Onun terazisi halk ayrımı, makam-mevki, hısım-akraba, dost-arkadaş kayırması nedir bilmez. İnsanlık nedir, insaniyetsizlik nedir, kendi halkından kimler bunların kapsadığı ne gibi örnekler vermişlerdir, gayet iyi bilir. Halk söylencelerini, onun bir parçası olan ağıtları, zamanın gerçek birer aynası olarak gösteren ve güven veren özellikleri işte bunlardır.

Halk söylencelerini kendi zamanlarını yansıtmaktan alıkoyamazsın, dilini değiştiremez, ürkütemez, korkutamaz, utandıramaz, satın alamazsın. Nasıl ki, kara-yağmura, rüzgara, gök gürlemesine, şimşek çakmasına engel olamazsın, halk söylencesi de tıpkı onun gibidir. Apaçık, dosdoğru söz, üzerine kilit, ayağına pranga vursan da susmaz, tersine, baskı yaptıkça daha bir direnç kazanır, daha bir sivrilip yükselir. Bu yüzdendir ki, gücü yetenler, her zaman halk ozanlarını yanlarına almaya, kendilerine övgüler dizdirmeye çalışırlardı. Ama halk söylenceleri asla kendi ilkelerini, ölçülerini bozmaz. Zira her zaman hakikat, gerçek onun hem temeli, dayanağı hem de örtüsü, koruyucusudur. Hakikat, gerçek onu ince eleğinden geçirir, gereksiz aşırılıklardan arındırır, pekiştirir ve o şekilde gelecek zamanlara armağan eder.

Dünü kendisine rehber olmayanın yarını boş umuttan ibarettir.

(BİTTİ)

Çeviri: Fahri Huvaj

[**]Metinlerin Türkçelerinin ardından özgün deyişin Türkçe-Latin okunuşları, ardından da Kube Şaban’ın kendi özgün alfabesiyle yazış biçimi verilmiştir – FH.

Kaynakça ve notlar:
1. M.V.Pokrovskiy, İz istoriyi adıgov e kontsé XVIII-pérvoy poloviné XIX véka. Krasnodarskoye knijnoye izdatéltsvo, 1989, c.4.
2. Cube Csaban Gebelli, Adighe Pcsinatl, – Rotos teydzapv. – Beirut. – S. 7.
3. Aynı yer
4. Aynı yer
5. Tfışalheme ya ğıbz, Mık’uesere Jüağuexer, Şhalaxhue abu, miyekhuape; Mıwut’e-1994, s.160-161.
6. Khuexhujj zawem xetaxem ya thawsıxe, Kavkaz Zawem yi zemanım khéjja Adige weredxer, İGİ pravitélstva KBR ç KBNTS RAN, Ralçik: El-Fa, 2005, s.318.
7. Adige pşınalh, s.7.
8. Adige pşınalh, s.7.
9. Khuexhujj zawem xetaxem ya thawsıxe, s.317.
10. Şeyh Şamil’in elçisi olarak Adigey’de bulunan Naib Muhammed-Emin kastediliyor.
11. Hacretıme ya ğıbz, Mık’uesere Jüağuexer, s.164.
12. Xekur dobgıne, Kavkaz Zawem yi zemanım khéjja Adige weredxer, s.350
13. Hacretıme ya ğıbz, Mık’uesere Jüağuexer, s.160.
14. Aynı yer
15. Aynı yer
16. Aynı yer
17. Aynı yer
18. Aynı yer
19. Aynı yer
20. Aynı yer
21. Aynı yer
22. Aynı yer

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz