Bunların ki “sütsüz peynir”; “etsiz salam sosis” gibi… İçinde esas madde yok. İçeriğinde ne olduğu belli değil.
Tıpkı isminde “halk” olan; ama halkın ol(a)madığı CHP gibi. Halkla bir bütünlük asla yok.
Bir şekilde, cumhuriyetin kuruluşundan beri kendi içlerinde oluşturdukları “kemik”, “cumhuriyetçi” “elit” kesim var. Bunların ana nüvesi de Osmanlı sonrası yapılanan cumhuriyetin, memur kadrosudur. Bir de bu Memurin Muhakematı Kanunu ile tahkim edilince; astığı astık, kestiği kestik bir yapı oluşturmuşlar. Bence ve hala da devletimizin en sorunlu yapılarından biri, bu yapının oluşturduğu “bürokrasi hazretleri”dir…
Tabii ki sözüm, aynı zamanda bu bürokratik yapıya eklemlenmiş, günümüz iktidarının bürokrasiye atadığı/yerleştirdiği kimi bürokratlarınadadır. Otuz yılını, gümrük müşavirliğini meslek edinmiş ve yıllar yılı “bürokrasi hazretleri” ile boğuşarak geçirmiş biri olarak, “yeminle” söyleyebilirim ki bu böyledir. Çevrenize bir bakarsanız, bunun birçok örneğini sizin de görmeniz mümkündür.
“Kurucu irade” masalını o kadar çok anlattılar ki, sonunda kendi yalanlarına kendileri de inanmaya başladılar. Cumhuriyetin kimi “devrim”lerini öyle bir anlatıyorlar ki, sanırsınız sadece 29 Ekim 1923 ile başlamış her şey. Kronolojik bir sürü hatalı tespiti de, gözümüzün içine baka baka, yalan yanlış, insanlara sokuşturuyorlar ki bu da ayrıca bir zavallılık hali. Bunları burada tek tek saymaya kalksak sayfalar alır ki, bunu okumaya ne sabrınız yeter; ne de aylık bir gazetenin formatına uygun düşer.
Yapabileceğiniz tek şey; ana muhalefet yetkililerinin (geçmiştekiler dahil) özellikle cumhuriyet tarihi ile ilgili söylediklerini kronolojik olarak tek tek incelemeniz. Hem de gerektiği zaman “onlardan” birilerini de okuyarak… Böylece, belki biraz masalların yerini, gerçekler alır.
Bu uzun girizgâhtan, varacağımız noktayı anlamışsınızdır. Malumunuz gündemimizde/önümüzde bir anayasa değişikliği ve “Cumhurbaşkanlığı” (aslında Başkanlık) süreci var. Birileri apırsa da köpürse de bu da yine halkın yoğun bir teveccühü ile gerçekleşecek. Toplumun kahir ekseriyetinin tercihlerini bir türlü kabullenemeyen “cumhuriyet elitleri” (!) ; “kan dökme” provalarının açık açık yapıldığı ve Ana Muhalefet liderinin(!) bunu da açıkça deklare ettiği bir ortamda; zorlu bir süreç de olsa yaşayıp göreceğiz. Malum zevat, yine, iki kere iki dört etmez deyip akla hayale gelmemiş kabullerle, “galip sayılır bu yolda mağlup” masalını okuyacaklar.
Yeri ve zamanı gelmişken bir hususu da yazmam gerek. Başbakan Binali Yıldırım’ın üstüne basa basa “ilk dört madde ile sorumuz yok demesine rağmen, hayal satan ana muhalefet kendi tükürdüğünü bir kez daha yalıyor.
Kaldı ki anayasalar kutsal metinler değildir. İnsan topluluklarının, yine kendileri için yazdıkları metinlerdir. Cumhuriyet ve Osmanlı döneminde yazılmış anayasa metinleri, uzaydan gelmiş; Marslılar tarafından kaleme alınmış ve halk tarafından “bir şekilde” kabul edilmiş kutsal metinler değildir.
Kendi adıma şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Halkın kahir ekseriyeti bir şeyi çok istiyorsa, zaten onun önünde duracak bir güç yoktur. Zamanı gelmiş bir fikir kadar da güçlü bir silah yoktur.
Hepsi bir yana; benim en anlayamadığım husus da bu ilk dört maddedeki başkent konusudur. Osmanlı kaç defa başkent değiştirmiş. Söğüt-Bursa- Edirne derken en son İstanbul’da karar kılmış. Daha düne kadar “Batı” Almanya’nın başkenti Bonn’du. Şimdi de “birleşik” Almanya’nın ki Berlin. Almanya buna rağmen gücünden bir şey kaybetmiş değil. Batı Almanya iken de, öncesinde de, sonrasında da dünyanın süper güçlerinden birisi.
Başkentin neresi olduğundan çok, esas hikâye elbette ki bu şehirlerin arka planındaki mesajlar. Birisi kadim Osmanlı medeniyetini; diğeri de “Kemalist Cumhuriyet”i simgelemekte. Hal böyle olunca vurun İstanbul’a…
Tabi esas olan da dünyadaki algı. Dünyada insanlar Türkiye’yi değil de, İstanbul’u bilirken; başkent Ankara olmuş kimin umurunda. Kağıt üzerindeki gerçeklik ile, bilinen/yaşanan gerçeklik başka. Dolayısıyla bir zorlama ile bir yere varılmaz deyip bu parantezi kapatayım.
Hadi CHP zihniyetini anladık. O sürekli aslına rücu etmeye çalışıyor. Peki, CHP’nin asr-ı saadet döneminden beri, sol kadrolar budanmış olduğu halde bu solun CHP ile olan aşkını anlayan varsa beri gelsin a dostlar.
Emperyalizme karşı çıkma adına söylemler geliştiren; “Bağımsız Türkiye” sloganları atan; “Yankee Go Home” diyen sol, bugün Recep Tayyip Erdoğan’ı bir kaşık suda boğacak neredeyse. “Dünya Beş’ten büyüktür” diyen Erdoğan’ın arkasında durması gereken sol; kendi söylemleri ile öylesine çelişiyor ki anlamak mümkün değil.
Gerçi sol-sosyalist-komünist cephenin Taksim’de, özellikle 1 Mayıs’larda kızıl orak çekiçli bayraklarla neyin provası yaptıkları gayet açık idi. Bağımsız Türkiye deyip, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Sovyetler Birliği’nin peyki haline getirmeye çalışan solun, bugün ne söylediği de belli değil.
Şimdi de Kemalizm’den medet bulup kafalarını daha da bulandırıyorlar. Kemalizmden sosyalizm devşirmeye çalışanlara geçmiş ola deyip, geçelim.
Önümüzde, bir Partili Cumhurbaşkanlığı’na daha doğrusu Başkanlık sistemine doludizgin giden bir süreç yaşanıyor. Bu süreçten en ufak bir umudu olsa, başkanlık sistemine taraftar olacak olan ve aslında bu sistemi geçmişte en iyi bilen ve uygulayanlara şimdiden vah vah diyelim.
Görünen o ki; önümüzdeki aylarda yine çıkılacak er meydanına. Sırtı minderden kalkmayan bizim somun pehlivanlarının telaşı ve hırçınlığı biraz da bundan.
Yenilen pehlivan güreşe doymazmış deyip; hodri meydan çekelim bir daha.
Oyumuzun rengini de şimdiden söyleyelim:
EVET!