ABD’nin önemli düşünce kuruluşlarından Carnegie’nin yayınladığı bir makalede Gürcistan ve Moldova’ya dair; Yugoslavya, Irak ve Suriye için görmediğimiz toprak bütünlüğü hassasiyetini görüyoruz. Batı yanlısı Gürcistan ve Moldova hükümetlerinden bağımsızlığını ilan eden Transdinyester, Abhazya ve Güney Osetya’nın (ve özerk durumdaki Gagavuzya’nın) makalede de belirtilen Sovyet geçmişleri göz önüne alındığında asıl ayrılıkçı olanların Tiflis ve Kişinev yönetimleri olduğunu, bu bölgelerin geçmişlerinden ayrılmak istemediklerini düşünmek de mümkün. Geçtiğimiz aylarda yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerini AB karşıtı Sosyalist Parti adayının kazandığı Moldova’da durum AB için artık daha sıkıntılı. Makale genel hatlarıyla şöyle:
“Sovyetler Birliği’nin sona ermesinden yirmi beş yıl sonra, bu devletin çöküşünden kaynaklanan ayrılıkçı çatışmaların birçoğu hala çözümlenmedi. Bu çatışmalar, eski Sovyet haritasında uzanan, kendi iç işlerini yöneten ancak hemen hemen hiçbir egemen devlet tarafından tanınmayan hükümetleriyle bir dizi fiili devlet yarattı.
Bu ayrılıkçı devletçikler, ortadan kaybolacakları tahminlerine meydan okudular ve yakın gelecekte de varolmayı sürdüreceklerine dair tüm işaretlere sahipler. 2008 yılında bu devletçiklerden ikisi, Abhazya ve Güney Osetya, Rusya tarafından bağımsız ülkeler olarak tanındığında, Sovyet döneminde parçası oldukları Gürcistan’dan daha da uzaklaştılar. Bu arada, Moldova’nın ayrılıkçı Transdinyester Bölgesi’nin, yalıtılmış ve tanınmamış olmaya devam ediyor ancak 2016’da yeni bir lider seçti ve ayrı bir politik birim olarak varlığını sürdürüyor.
Avrupa Birliği de dahil olmak üzere dünyanın genelinin temel politik konumu, bu toprakların hala Sovyet dönemi devletlerinin egemenlik alanı olduğu, bu ülkelerin toprak bütünlüğüne saygı duyulması gerektiği, bu devletçiklerin fiili olarak ayrılmasının, daha önceki çatışmalar nedeniyle bu topraklardan ülke içinde başka yerlere göçmüş kişilerin haklarını ihlal ettiği yönünde.
Ancak, egemenlik konusundaki bu sağlam uluslararası tutum, bu bölgelerle ilgili bir günlük sorunları çözmüyor. Bu bölgelerde, yaşadıkları bölgenin statüsü belirsiz olduğu için temel haklarını kaybetmeyi hak etmeyen yüz binlerce insan yaşıyor. Bu insanlar çalışıyor ve okula gidiyor ve tıpkı tanınmış devletlerin sakinleri gibi yurt dışına seyahat etmek istiyor. Dahası, bu insanlar uzun zamandır varolan ancak resmi uluslararası statüye sahip olmayan kurum ve liderleri seçtiler. Bu fiili yetkililerle doğru etkileşim şeklini seçmek uluslararası aktörler için zor ama uzun süren çatışmaları çözmek için zorunlu.
Sovyet sonrası ayrılıkçı bölgelerin uzun süren varlığı, AB için halledilmesi gereken bir mesele olmaya devam ediyor. AB, Tiflis’le olan ilişkisini riske atmadan, Abhazya’da manivela olarak kullanabileceği bazı kanalları koruyarak ve Abhazların dünyayla olan birkaç bağlantısını açık tutarak Abhazya’da sınırlı bir başarı elde etti. Bu deneyim, özellikle Transdinyester bakımından yararlı dersler sunabilir. Her iki durum da ayrılıkçı bölgelerde egemenlik iddia eden devletlerin taleplerini, o bölgelerde yaşayan insanların taleplerini ve daha geniş uluslararası çıkarları dengeleyen yaratıcı AB politikaları gerektiriyor.
Yedi yıldır, AB’nin Güney Kafkasya’da yürüttüğü tanımadan ilişki kurma siyaseti politikası politik gerçekler nedeniyle sınırlı kalmaya devam ediyor. Abhazya’da hedeflenen sonuçlara ulaşılamazken, Güney Osetya’da bu siyaset hiç uygulanmadı. Yine de bu siyaset, AB’nin ayrılıkçı bölgenin egemenliğini tanımayacağına dair açık bir şekilde Gürcistan hükümetine garanti verirken Abhazya ile uluslararası ilişki kurmaya izin veren bir çerçeve sağlamak için halen son derece değerlidir ve Moldova-Transdinyester sorununda da uygulanması yararlı olabilecek bir örnektir.”
abhaber.com