Bu yıl Çerkes Sürgün ve Soykırımının 153. yılı. Hayal Etkinlik olarak bu vesile ile 15-22 Mayıs tarihleri arasında bir haftalık Anadolu’nun Sürgünleri temalı bir program yaptık. Bu bir ilkti ve ilk defa bu toprakların halkları birbirlerinin sürgünlerini dinlemek için bir araya geldiler ve hikâyelerini anlattılar karşılıklı.
Bir arada konuşmanın mantığı şuydu:
21 Mayıs Çerkeslerin hafızasında bir dönüm noktası; 153 sene öncesine ve daha da öncesine uzanan soykırım ve sürgünde yaşananları anmak için adeta bir hafıza taşı… Ancak sadece Çerkeslerin acılarını anmak, sadece Çerkeslerin kendi hafızlarında yer alan ve onların kimliklerinin köşe taşı haline gelen acılarını hatırlamak ve bu gerçekle yüzleşerek iyileşmek çok anlamlı değil; mümkün de değil. Çünkü acı ya da travma başkaları tarafından tanınmadığı sürece iyileşmek mümkün değil. Çünkü yalnızlık iyileşmenin önündeki en önemli engel. Ancak bu durum sadece Çerkesler için de geçerli değil. Çerkesler eğer başkalarının acılarını da paylaşabilirlerse çok daha anlamlı bir mesafe kat edebilirler. Eğer Çerkesler, diğer halklarla ve topluluklarla birlikte kendilerinin ve başkalarının acılarıyla “birlikte” yüzleşebilirlerse,bu acıları da “birlikte” aşmanın yollarını bulabilirler.
İşte böyle bir “ortak düşünme” ya da “ortak hissetmenin” yollarını bulabilmek için düzenlediğimiz etkinliğe ortak tema olarak “sürgün”ü düşündük. Çünkü çeşitli halkların yaşadıkları felaketlere ne ad verilirse verilsin (soykırım, katliam, tehcir vb.), hepsinin yaşadığı bir “sürgün” var ve sürgün insanların birbirlerini birlikte hissetmeleri için ortak bir pratik ve kavram olarak ele alınabilirdi.
Anadolu muhteşem bir coğrafya; doğa ve tarih hazinesi. Kültürel karşılaşmaların coğrafyası ama aynı zamanda gidenlerle, gelenlerle ve kalanlarla bir sürgün yolu…
Balkanlardan ve Kafkaslardan Anadolu’ya, Anadolu’dan Der Zor çöllerine, Anadolu’dan Yunanistan’a, Trakya’dan Filistin’e, Doğu Anadolu’dan Batı Anadolu’ya, Marmara bölgesinden Doğu’ya, köylerden şehirlere, Suriye’denŞengal’den Anadolu’ya sürgün yolları çeşitli zamanlarda zorla yerlerinden yurtlarından edilen ya da katliamlardan kaçıp kurtulmak isteyen insanların trajik hikâyelerini taşıyor.
Anadolu coğrafyasında Çerkesler, Ermeniler, Rumlar, Balkan Müslümanları, Kürtler, Yahudiler, Balkan Müslümanları, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri, Çeçenler, Romanlar, Suriyeliler, Ezidiler… birbirlerinden ağır ama aynı zamanda benzer hafızalar taşıyorlar. Bu hafızayla yüzleşemeyen Anadolu insanı birbirini anlayamıyor ve Anadolu iyileşemiyor.
İşte düzenlediğimiz etkinlikle, Çerkes sürgünü vesilesiyle, sürgüne uğramış ancak kendi içlerine adeta cemaatleşerek kapanmış halkların hafızalarını paylaşabilecekleri ve birbirlerini duyabilecekleri bir platform oluşturmayı hedefledik.
15-22 Mayıs tarihlerinde Cezayir Toplantı Salonu’nda gerçekleştirilen program önemli karşılaşmalara vesile oldu. Çetin Yılmaz’ın evrensel bir sürgün düşüncesi ile yaptığı resimler bu süre içinde etkinlik salonunda ziyaretçilerikarşıladı. Bir hafta boyunca Yalçın Karadaş, ZakaryaMildanoğlu, Şeyhmus Diken, Ercüment Akdeniz, Ulaş Sunata, Pakrat Estukyan, Bülent Bilmez, Ferhat Kentel, Deniz Özden, Halil İbrahim Akıncı, Ketse Yasin Durmaz, Serdar Korucu, Betül Tansel, Yaşar Güven, Birgül Asena, Erol Köroğlu, Ömer Faruk Gergerlioğlu, RoniMargulies, Ohannes Kılıçdağı, Elbruz Aksoyile hafızalarımızı yoklayıp yeni hikâyeler öğrendik. Nazlı Azazi ve Faysal Macit’ten göçün, sürgünün masalını; Şinaho Betül, Engin Met, 3 Dem Ud Trio, Yasemin Göksu ve Kardeş Türküler ile kendimizin ve ötekilerin gönüllerinden çıkan müzikleri, Anadolu’nun dillerinde dinledik.
“Anadolu’nun Sürgünleri” etkinliği adeta bir okul niteliği taşıyordu. Örneğin Pakrat Estukyan’ın, 1915 soykırımını hafızasında taşıyan bir Ermeni olarak, 17 Mayıs programındaki konuşmasının neredeyse tamamınıÇerkeslere, Çerkeslerin yaşadığı acı ve haksızlıklara ayırması gerçek bir ders niteliğindeydi.
Kolay değildi bazı hikâyelerle yüzleşmek. Örneğin 16 Mayıs’ta hafızalar üzerine söyleşi programında yan yana gelen Yalçın Karadaş, Şeyhmus Diken, ZakaryaMildanoğlu ve Ercüment Akdeniz’in hikâyeleribirbirlerine değmekle kalmadı; aynı zamanda düşünmeye zorladı. Her bir konuşmacının konuşması bittiğinde söz hakkı doğuyordu diğer konuşmacılara. Dinleyicilerin de katılımıyla yorumlar, analizler, sorular bu karşılaşmanın ne kadar gerekli olduğunu gösterdi bize. Program sonrası ertesi gün konuşmacıların birbirlerinin telefon numaralarını isteyen mesajlar düşmeye başladı telefonuma.
Mehmet Uzun 1996 yılında Nar Çiçekleri kitabında şöyle diyor: “Belki de çok anlamsız görülebilecek şu soruyu Türkiyelilere ve özellikle Türkiye’yi yönetenlere sormak gerekli; Türkiye, Türkiye’deki insanlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, gülünç resmi tezlerin dışında, Kürt dili, kültürü, edebiyatı, ulusal değerleri, sanatı, müziğiyle ilgili ne biliyor? Neredeyse hiçbir şey. Bugün Türkiye’deki Kürt imajı, sadece bir avuç kara bıyık, kara bir çarşaf, sadece ‘le, le’ ve ‘lo, lo’su Kürtçe olan ne olduğu belirsiz çirkin bir müzik, yavan filmlerde görülen bir salak ve kızgın bir tüfeğe indirgenmiştir. Kürt olduğum için demiyorum ama bu büyük bir haksızlık.” Mehmet Uzun’un bu yakarışı bu toprakların bütün halklarının derdi aynı zamanda. “Bu memleketin halkları birbirini tanımıyor” sözü artık bir klişe olsa da gerçek değişmiyor. Kendi cemaatlerimizde yaşıyoruz, acımızı da sevincimizi de. Kendimize saklıyoruz dilimizi, kültürümüzü.
Oysa bin yıllardır, yüz yıllardır bu topraklarda birlikte yaşayan insanların birbirlerine karışmaması mümkün değil. Çünkü belki her zaman aynı aşı paylaşmamış olsalar da, aynı toprağa basıp, aynı havayı soluyan insanlar için “gerçek bir tanışma”nın ve ötekini hissedebilmenin mümkün olabileceğini gördük bu vesileyle…
Şimdi bu tanışmanın ve hissetmenin daha uzun soluklu olmasını ve gerçek bir iyileşmenin temellerini atmasını umuyoruz.
Ve, böyle bir etkinliğin gerçekleşmesi için bize toplantı salonlarını açan Cezayir Restaurant’a; emeği geçen Uğur Sarıdağ’a, Salih Erturan’a, Handan Özden’e, Elbruz Aksoy’a, Leyla Kılıç’a özel olarak teşekkür ediyoruz!
Kelemet Çiğdem Türk