Süha Baytekin
Sürgün…
İnsanı ne kadar ürperten bir kelime. Gelecek birileri, sizi her şeyinizden koparacak, itiraz hakkınız bile olmadan ne varsa biriktirdiğiniz bin yıllardır sizi siz yapan, ardınızda bırakacak ve meçhule doğru, meşakkatli değil insanlık dışı bir yola çıkacaksınız. Başkalarının kararlarıyla, başkalarının zorlamalarıyla, başkalarının hesaplarıyla maziniz mahzun ve biçare, asırlardır verdiğiniz şehitleriniz öksüz kalacak, atlarınızı bile vuracaksınız.
Sürgün…
Ne kadar da iç yakan bir kelime. Savrulacaksınız yepyeni topraklara, dil bilmez, yol bilmez, üst yok, baş yok. Lânetli gemilere bin binecek yüz ineceksiniz. O kapkaranlık yolculukta zemheri azabı çekeceksiniz. Ağıtlarınızla, donmuş minik bedenleri göğsünüze bastırıp ısıtacak, atmasınlar kapkaranlık sulara diye ninniler söyleyeceksiniz.
Şiş naniy, şiş naniy
Wıçüa sarpıs wa naniy
Rıyünı yıqam wabiy waniy
Amşıneykua wamamiy
Ninni yavrum ninni.
Uyu yavrum ninni,
Evlerinde değilsin annenle babanın,
Karadeniz’in koynundasın.
Söz: Bagrat Şınkuba
Çeviri: Papapha Mahinur Tuna
Yüreğiniz parça parça ardınızda kalacak. Bir parçası çalınan topraklarınızda, bir parçası derinliklerinde karanlık soğuk suların. Sizde kalan parça ise yangın yeri olacak.
Sürgün… Ne insafsız bir kelime. Yer yabancı, dil yabancı, aldığınız nefes yabancı. Nineler, dedeler, ‘’Ölseydik keşke’’ diyecekler. ‘’Keşke gömülseydik atalarımızın koynuna.’’
Ya o çocuklar, anası babası ölmüş çocuklar, tek başına, yapayalnız kalmış çocuklar. Mayıs papatyaları gibi dağılacaklar dört bir tarafa, öyle ya Mayıstı zaten koparıldıklarında. Bir daha ne bir ses ne bir iz. Yaşarken yok olacaklar.
Önce bağrına basacak insanlar sizi, sonra yavaş yavaş ‘’Sürgün gelmiş bu’’ diyecekler, süzecekler şöyle bir, acıma ile karışık, ‘’Huzurumuzu kaçıracak bunlar’’ bencilce korkusu ve gizliden gizliye küçümseme gözlerinde. Ellerini uzatırken iyi niyetle birileri, başka eller söküp alacak bir şeyleri. Ölmeden önce öldürecek onurlu insanları muhtaç olma sızısı.
Sürülmekle bitmez sürgün, tekrar tekrar sürülürsünüz oradan oraya. Orası olmaz şuraya, şurası olmaz buraya. Yemyeşil vatanınızdan çorak kupkuru topraklara yerleşirsiniz. Değişir fikirler, ‘’Toplanın gidiyorsunuz bir başka yere.’’ Ailenizin bir kısmı bir yere bir kısmı çook uzaklara. Darmadağın, zaten dağılmış olan yüreğinizle. Belki de bir daha yıllarca birbirinizi görmeyeceksiniz.
Öyle korkutucu bir kelimedir ki ‘’Sürgün’’ kanınıza sirayet eder, iliklerinize işler, etiniz olur, kemiğiniz olur, çocuklarınıza torunlarınıza geçer. Bir daha mı ? ‘’Allah’ım bir daha yaşatma’’dır dualarınız. Elden ne gelir? Kabullenirsiniz, boyun bükersiniz diz çökmeseniz de.
Sürgünün doğasındandır, sallanmaya başlar görünmeyen parmaklar gittiğiniz her yerde. ‘’Bizim dilimizi konuş, bizim kıyafetlerimizi giy, bizim hayatımız, bizim adımız, bizim ülkemiz, bizim, bizim, bizim’’ ve ‘’Bizim için öl’’. Böyledir sürgün, gerekirse bir daha yaşamamak için ‘’Sürgün’’ü mecburen ölürsünüz.
Her şey farklı, zengin fakir, itibarsızdır artık itibarlı. Ağır gelir.
Ve;
‘’Değiştir’’ derler yüzyıllardır şerefim dediğiniz soyunuzun adını, onu beğenmezler, bunu beğenmezler, biri başka ad alır, diğeri başka, sülaleler dağılır, sizi var eden değerler elinizin altından kayıp gider. Ya da siz öyle ‘’Zannedersiniz.’’