Çerkes mitolojisi dönemin sanatına yansımıştır. Nart Mitolojilerinden öğrendiğimiz Thağale (Bereket Tanrısı), Mezithe (Orman Tanrısı), Şıble (Yıldırım Tanrısı) gibi tanrılara ait ilk heykellere ya da tasvirlere rastlanılmamıştır. Sanatsal olarak bunların heykelleri yapılmamıştır. Fakat Çerkes geleneksel konuşmalarında, yakarılarda, bu tanrılara süslü anlatımlarla tanımlamalar getirilmiştir. Bir yakarı, dua ve söylem (Huaho) geleneği başlamıştır. “Sanatların tarihsel açıdan incelenmesi, bizi bu sanatların ortak kaynağı olan dine ve büyüye götürmekle birlikte, her sanatın kendine özgü niteliği” vardır. Çerkes toplumunda başlangıçta imgesel kabul edilen tanrıların resmi, heykeli yapılmamış, fakat Kafkas kültür ve sanatının niteliği olarak, bir yakarı, temenni söylemi olan Huaho geleneğiyle ifade edilmiştir. Çerkes toplumunda Huaho ustaları çıkmıştır. “Bir sanat yapıtının ortaya çıkışında yalnız geleneksel ustalıklar değil” halkın beğenisi de o sanatın gelişmesini denetleyici olmuştur.
Çerkes halkı başlangıçtan günümüze; inançları Huaho sanatıyla kalıcılaştırmıştır. “İnsanın yaşadığı dünyayı denetimi altına alması (…) tarihten aldığı konuları kendi zengin ve duyumsal yorumlarıyla işleyerek (…) anlatımla ortaya koymak (…) insanları nesnelerin kökenini araştırmaya zorluyordu. (…) Yaşamakta olduğu bu toplumsal düzeni açkılamak için toplumların başlangıçta nasıl oluştuğunu ve hangi uzlaşmalar ve karşıtlar üstüne kurulduğunu araştırmak gibi doğum, ölüm, sevgi, analık-babalık, sevinç, korku ve öfke vb. varoluşun önemli konuları” insanın öğrenme merakıydı.
İlk toplumdaki Çerkes inancının Nart mitolojilerindeki tanrısal imgelere karşı yaklaşımı doğayı denetim altına almasıyla başlayan yakarı, dua ve söylemlerdi. Toplumsal değişmelerle birlikte, inanç sistemleri de evrimleşmişti. Çok tanrılı dinlerden tek tanrılı semavi dinlere dönüşüm göstermişti. Bu dönüşümle kültürel, sanatsal biçimlerde de estetik değişimler yaşandı. İlk topluluklardan başlayarak insanların imgesel tanrılara, ya da sonraki inanç dizgeleri içerisinde; “Kendine tanıdığı özgürlükler ne olursa olsun (…) bir ana gelenekle ele alınıyordu (ve giderek T.S.) (…) ilkel toplulukların yaşam biçimleri” de durmadan değişiyordu. İnanç dizgeleri içerisinde; Musevilikte tanrı görünmez kabul edilmişti. Tasviri insan tarafından yapılmamıştı. Hıristiyanlık İsa’nın resim ve heykellerini yapmış, estetik doyum yaşamıştı. İslamiyet tanrıyı görünmez kabul etmiş, tasviri yapılmamıştı. Animizm’in egemen olduğu çağlarda Kafkasya inançlarında; “Koç, geyik, dağ keçisi, yaban öküzü başları ve boynuzları stilize edilmiş”, Çerkes resmine, sanatına yansıtılmıştı.
Süreçle Çerkes sanatındaki bu doku bozulmamış, çok tanrılı dinleri terk eden Kafkas toplumu hem ateist, hem Hıristiyanlığı, hem de İslâmı yaşamıştır. Bu çoklu durum Çerkes toplumunun zenginliği olmuştu. Kültür ve sanata da bu durum yansımıştı. Kafkas toplumunun inanç dizgelerindeki bu farklılaşmalar, Çerkes sanatına, kültürüne yansımıştı. Bu yüzden Çerkes sanatındaki eski dokuya dokunulmamıştı. Eski Kafkas inançlarıyla beraber İslamiyet ve Hıristiyanlık Çerkesler arasında yayılınca, sanatta bu durum iç içe geçmiştir: “Abaza veya Kabardey sırma işleminde, ibrik ve güğümlerinde, kılıç ve kama kabzalarında, keçe, halı desenlerinde stilize hayvan ve doğa motifleri, İslami motiflerle yan yanadır.”
Her toplumun sanatında, yaşadığı dönemde olsun ya da daha sonraki kuşaklar için olsun, onların eğitim ve öğretiminde bu durum büyük katkılar ve işlevler sunmuştur. Sanat, toplum yaşamında başlangıcından günümüze kadar, toplumsal gereksinimleri karşılamıştır. Halkın yaşamını kolaylaştırıcı, halkın kültürel yapısını şekillendirici biçimlerden günümüze ulaşmıştır. Günümüzde toplumsal sanat; üretenin, çalışanın, emeğin yanında, halkla iç içe ve alın terinin safında kol kola yürümüştür. “Sanatın akışı genişlemekte ve yatağından taşmaktadır. (…) Modern sanatın farkına varılması gereken en önemli gerçeği budur.”
Kafkasya’da Çerkesler arasında ünü çok yaygın olan çağdaş halk ozanı Thabısım Umara, müziğini söylerken ulaşmak isteği asıl amacı hakkında sorulan bir soruya cevaben şunları söylemişti; “Tarlada, bağda bahçede çalışan çiftçinin; fabrikada, şantiyede, maden ocağında üretim yapan işçinin; dağda, ovada dolaşan çobanın; kısacası emekçi halkın işine katkıda bulunmak, onların sıkıntılarına ortak olmak, yaptıkları işi zevkli ve neşeli bir hale getirmektir amacım… Böylece ülkemdeki üretime katkıda bulunabileceğime inanıyorum.” Thabısım Umara’nın bu anlayışı, yüzyılların geleneksel Çerkes yaşantısındaki günlük işlerin güçlülüğünü anlatan halk şarkılarına yansımıştır. “Zor işleri yaparken işi emek şarkılarıyla hafifletmek, zevkli hale getirmek için keçe dövme, ekin-orak, koyun kırpma, hatta b’aste yoğurma şarkıları üretilmiştir.” Çerkesler, tarihlerinde yaşadıkları istila, savaş, sürgün, yurt özlemlerini, mitolojik efsane ve masalları anlatırken; hem bilinçlerini hem inançlarını sanat ve kültüre yansıtmış, sanatı kalıcılaştırmışlardır.
Yararlanılan kaynaklar:
-Sanatın Öyküsü, E. H. Gombrich, Çev. Bedreddin Cömert. Remzi Kitabevi. 1980. İst.
-Modern Sanatın Öyküsü, Lynton Norbert, Çev. Cevat Çapan, Sadi Öziş. Remzi Kitabevi, İst.
-Kafdağı Kültür Sanat Dergisi, Haziran – Temmuz, s. 17-18. Ankara.