“Hedefimiz: Kimlik bilinci, Bze ve Xabze”

0
1548

Köylerimiz

Yayın Kurulu olarak her ay bir köyümüze gitmek, söyleşi yapmak ve okuyucularımızla paylaşmak hep hayalimizdi. Pratik zorluklar nedeniyle bunu başaramadık. İnternet ortamında bulabildiğimiz hazır köy tanıtımlarını verdik, nazımız geçenlerden kendi köy tanıtımlarını yapmalarını rica ettik.
Ocak-2017 sayımızda Köprübaşı köyüne (Düzce) giderek, asıl yapmak istediğimizi başlatmak için bir adım attık ancak sonraki ay devamını getiremedik.
Şimdi ilk aşamada yakın köylerden başlayarak yeni bir adım atıyoruz. Yerel idare yasası ile köy iken Kocaeli ili Kartepe ilçesi mahallesi olan Ketenciler’e gittik.
Söyleşi teklimizi kabul eden Çerkes Kültür Derneği yöneticileri Hüseyin Candemir, Tarık Efe ve Önder Yalçın’a, Ekoköy Derneği yöneticilerinden kadın girişimci Nimet Tekin’e, görüşme ve buluşma organizasyonu yapan Alaattin Tekin’e teşekkür ediyoruz.
Nazlı nenej ve Ziya teteje saygılarımızı iletiyoruz.
Bütün köylerimize gidebilsek ve yerinde söyleşiler yapabilsek. Profesyonel kadrosu olmayan bir gazetenin bunu yapabilmesi kolay değil. Elbette gayret edeceğiz, şartlarımızı zorlayacağız. Okurlarımızdan, okurlarımızın bu mesajı ulaştıracağı insanlarımızdan, köylerinin tanıtımı konusunda bize destek olmalarını rica ediyoruz.

Jıneps Yayın Kurulu

 

Köyün adı

-Jıneps: Köyün adı, Ketenciler, nereden geliyor?
-Hüseyin Candemir: Bizim komşu Bjeduğ Davut amcanın anlattığına göre bu köy kurulurken yamaçta iki tane keten tarlası varmış. İki keten tarlasının arasındaki köy diye diye işte Ketenciler diye bilinmiş.

-J: Köyün Adigabze adı var mı?
-H.C: Haçemızhable. Haçemızler, köyün kuruluşundaki en etkin aile. İlk gelen onlar olmuş. Köprübaşı (Düzce) ile bu köy aynı bölgeden (Kafkasya’da) gelmeler. Biz bunu yaşayarak, ismi kullanırken duymadık. Büyüklerimizden duyduk.

-J: Yerleşim yerini kesinleştirmek için dışarıya et asıp kontrol etmişler. Böyle bir şey var mı?
-H.C: Benim duyduğum, bu bölgeye geldiklerinde ilk önce bir hayvan kesip etini bir yere asmışlar. Et kuruyor mu çürüyor mu diye kontrol etmişler. Duydum ama doğru mudur bilmiyorum.

-J: Söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için yayın kurulu adına teşekkür ediyoruz. Ketenciler köyü Çerkes Kültür Derneği kuruluşu ile başlayalım mı?

-Hüseyin Candemir: 1993 yılında kuruldu bu dernek. Ben o zaman köy dışında çalışıyordum. İlkokulu bitirince köyden ayrılmıştık. 40-50 sene dışarıda kaldım, öğretmendim. Emekli olunca, hanımda bu köydendi, “Hadi gel köyümüze geri dönelim” dedik ve döndük. Ama hanım fazla yaşamadı, bizi bıraktı gitti.

93’te kurulan bu dernek bir iki dönem faal ve güzel işler yapmış, son 10-15 yıldır ise atıl duruyordu, kâğıt üzerinde varlığı olan bir dernekti. Gençler bir araya geldiler, hizmet kervanını yine bir donatalım dediler. Beni de aralarında görmek istediklerini söylediler, bir araya geldik.

Nasıl yapalım, nasıl edelim derken önce Kafkas Derneğinin adını Çerkes Kültür Derneği (ÇKD) olarak değiştirdik. Yanına bir dernek daha kurmayı düşündük, “Güzelleştirme ve Yardımlaşma Derneği”. Köyümüzde Çerkes olmayanlar da yaşıyor, onların da çalışmalara katılması için düşündük bunu, gönüllü olarak katılacaklarla o derneği de faal hale getireceğiz. OHAL nedeniyle askıda kaldı kuruluşu. ÇKD yalnızca Çerkes kültürüyle ilgilenecek.

“Ne yapacağızı, nasıl yapacağımızı” konuşurken bazı problemler tespit ettik.

Çerkeslerin en büyük problemi aidiyet” diye başladık. Türkiye için düşünüyor ve söylüyoruz. Aidiyet problemi çok önemli. Çerkeslik bilincini, insanların mensup oldukları kimlik bilincini bir oluşturmamız lazım.

Hayatımda bazı deneyimlerim oldu. Bir Gürcü arkadaşım var örneğin, 30-40 senelik arkadaşım, bir masada oturuyor, sohbet ediyoruz. “Ahmet abi, sen millet olarak nesin?” diye sordum. “Önce Türküm, sonra Gürcüyüm” dedi. “Gürcistan’a gitsen, şu anda bağımsız bir devlet, orada bunu söylesen seni döverler” diye takıldım. “Yok ya hoca, hakikaten öyle mi?” dedi. Hiç düşünmemiş. Sonra bir Abaza arkadaşıma aynı soruyu sordum, aynı cevabı aldım. Bizim Adigelere de sordum, aynı… Demek ki Türkiye’de aidiyet problemi var. Asimilasyon dediğimiz hadise sessizce ve yavaşça devam ediyor. O halde biz ilk olarak aidiyet konusuna önem verelim diye düşündük.

İkinci olarak; aidiyet yetmez, “bze”, yani anadil unutulur ise aidiyet de unutulur dedik. Bir arkadaşım vardı,“Dedem Çerkes” derdi. “Babam Çerkes” demezdi. Neden? Çünkü babasının böyle bir derdi yoktu. Dedesi onunla ilgilenirken “Biz Çerkesiz” derdi. Demek ki onun kafasında bir dert vardı.Yani Türkiye’de bir aidiyet meselesi var bir de dil meselemiz var. Günlük hayatımızda Adigece bilen iki kişi karşılaşıyoruz, Türkçe konuşuyoruz. Arkadaş etmeyin eylemeyin, hiç olmadı bari biz Adigece konuşalım. Evlerde anadilini bilen bir kişi kaldı. Evin hanımı ya Çerkes değildir ya başka bir lisan biliyordur. Dolayısıyla kullanılmayan bir dil haline geldi Adigece. Bu tespitle bir kurs açtık, şu anda 30’u aşkın katılımla her pazar günü 13:00’de başlayıp, akşam 20:00’lere kadar devam ediyor. Gönüllüler katılıyor. Daha gençleri de katmaya çalışacağız. Hocamız Ragıp Mete.

Önemli bulduğumuz üçüncü konu da; bir toplumu özel yapan onun örf ve adetleridir, gelenekleridir. Onlar da kaybolmaya başladı. Üçüncü mesele Xabze dedik. Tekrar yaşanır hale getirmemiz lazım.

Bakanlar Kurulu gibi çalışıyoruz, her yönetim kurulu üyesinin ayrı bir bakanlığı var. Mesela Dışişleri Bakanımız Tarık Efe kardeşimiz. Hem derneğimizin hem köyümüzün dış bağlantılarını sağlayacak. Faaliyet alanını konuştuktan sonra, ‘şu-şu konularda çalışacaksın, önümüzdeki yaz aylarında da anavatana bir gezi düzenleyeceksin’ dedik. Yani ufkumuzu geniş tutacağız. Çevre derneklerle, köylerle irtibat kuracağız. Mesela Köprübaşı köyüne (Düzce) gideceğiz. Her köye gideceğiz, onlarla fikir alışverişi yapıp güç birliği, fikir birliği oluşturmak, bir müştereksağlamak için ziyaret edeceğiz.

Önder Yalçın kardeşimizin görevi folklor ve müzik. Bu konuda kabiliyetlidir, ayrıca severek uğraşıyor.

Kenan Efe arkadaşımızın görevi Xabze. O konuda literatür bulmak, araştırma yapmak onları insanlarımıza mal etmek… Bir müddet sonra bu konuların konuşulduğu toplantılar yapmak. Adige Xabzeyi konuşulur, uygulanır hale getirmek, “böyle bir dert de var” denecek hale getirmek.Adigece bir Xabze kitabımız var. Seçtiğimiz kısımları Türkçe’ye çevirip yaşanır hale getirmek için bir gayretin içerisinde olacağız.

Köyün adı

-Jıneps: Köyün adı, Ketenciler, nereden geliyor?
-Hüseyin Candemir: Bizim komşu Bjeduğ Davut amcanın anlattığına göre bu köy kurulurken yamaçta iki tane keten tarlası varmış. İki keten tarlasının arasındaki köy diye diye işte Ketenciler diye bilinmiş.

-J: Köyün Adigabze adı var mı?
-H.C: Haçemızhable. Haçemızler, köyün kuruluşundaki en etkin aile. İlk gelen onlar olmuş. Köprübaşı (Düzce) ile bu köy aynı bölgeden (Kafkasya’da) gelmeler. Biz bunu yaşayarak, ismi kullanırken duymadık. Büyüklerimizden duyduk.

-J: Yerleşim yerini kesinleştirmek için dışarıya et asıp kontrol etmişler. Böyle bir şey var mı?
-H.C: Benim duyduğum, bu bölgeye geldiklerinde ilk önce bir hayvan kesip etini bir yere asmışlar. Et kuruyor mu çürüyor mu diye kontrol etmişler. Duydum ama doğru mudur bilmiyorum.

-J: Üç ana hedef var. Aidiyet –Kimlik Bilinci, Bze ve Xabze.

-H.C.: Bu üç hedefin dışındakiler de önemli ama bunlara göre şimdilik detay kalıyor. Onları besleyen şeyler de olacak. Mesela Çerkes mutfağı ve kıyafetler konusu. Bu görev Yönetim Kurulu üyemiz Birgül Özkanlı’ya verildi. Çerkes mutfağını sorsalar, neler biliyorsun diye, hepimiz ‘şıpsı-pasta’ biliriz. Ama aslında birçok Çerkes yemeği var. Arkadaşımızla konuştuk, Çerkes yemeklerimizi yapmaya başlayalım ve yavaş yavaş yaygınlaştıralım.

Sonra milli kıyafetlerimiz.Şuanda Türkiye’deki Çerkeslerin kalpak dışında -o da törenlere has kullanılıyor, günlük hayatta kullanılmıyor- milli kıyafetimiz yok. Güzel bir gömlek veya başka bir şey, ama bizim motiflerimizi taşısın. Fişeklik çok klasik bir şey, ama bizi anlatıyor, bayrağımızın şeklini taşıyan veya sülale armaları, Çerkes motifleri taşıyan giyim eşyaları yapalım ve günlük hayatımızda kullanalım. Bunu giydiğimizde “Çerkesim” diyerek sevgiyle taşıyalım. Gelecekte Adigeler kendi milli kıyafetleriyle gezebilir, hatta “bana da yok mu” diye siparişler alınacak bir sektör haline de getirilebilir.

-Önder Yalçın: Milli kıyafetlerimizi folklorik olarak düşünmüyoruz. Folklorda geleneksel kıyafetlerimiz giyiliyor ama bizim günlük kullanmamız lazım. Öyle bir şey yapalım ki günlük hayatımızda çok rahat kullanalım ve de severek kullanalım, örnek olsun istiyoruz, yapacağız muhakkak.

Bir arkadaşımız spor konusunu organize edecek. Köyde 7’den 70’e herkes sporla ilgilensin istiyoruz. Yaşlı insanlarla yürüyüş grupları oluşturacağız, belirli ve programlı bir yürüyüş yapacağız. 7-12 yaş grubuna atletizm yaptıracağız. Onları yönlendirmeye çalışacağız. Kenyalılar devamlı koşar mesela. Ketenciler’den neden iki kızımız – oğlumuz atlet olmasın? Hatta neden dünya çapında olmasın?

Hüseyin Candemir

-J: Spor sorumlusu kim?

-H.C.: Spor Bakanımız Serkan Karaten (Къартэнкъо). Güreşçi bir arkadaş. Çerkeslerin güreşe yatkınlığı vardır. Türkiye adına nam yapmış güreş yapan Çerkesleri bir saymaya başlarsak liste uzar. Köyde yaşayanları spor yapar hale getirmemiz lazım.

Hayaller ulaşılmayacak yerde olsun ki, sürekli peşinde gidesin. Hayallere çabuk ulaşırsan gidemezsin. Asgari ücret yeter dersen kazanamazsın, yetmez diyeceksin ki daha fazla kazanasın.

 

-J: Başka bakanlıklar var mı?

-H.C.: Bünyamin Turan arkadaşımız, tarih hocasıdır kendisi, dil kursumuzun da sorumlusu. Köyümüzün tarihçesiyle beraber Çerkes tarihinin de bilinir hale gelmesini istiyoruz. Ankara’da öğrenciyken İsmail Berkok’un Tarihte Kafkasya kitabını üç günde okumuştum. Çerkes tarihini öğrenmem lazımdı ve öyle bir kitapla ilk defa karşılaşmıştım. Dolayısı ile Bünyamin’in görevi de Çerkes tarihi. Kaynaklar araştıracak ve aktaracak.

Adigece dil kursu

 

Ketenciler Köyü

Jıneps, Nisan 2009 sayısından

1864 yılında sona eren Kafkas-Rus savaşları bitiminde zorunlu göçe tabi tutularak “Büyük Çerkes Sürgünü”nü yaşayanların kurmuş olduğu Ketenciler köyünde birçok Çerkes kabilesi yaşamaktadır. Kuzey-Batı Kafkasya’yı terkeden atalarımız Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları olan Balkanlara (Çoğunluğu Bulgaristan’ın Varna ve civar kasabaları, Romanya ve parçalanan Yugoslavya vb.) yerleştirilmiş. Zor şartlar altında gerçekleşen çileli sürgün sonucu henüz yeni vatanlarına alışamamışken Osmanlı-Rus savaşı, diğer bir deyimle 93 harbinin kaybedilmesi akabinde imzalanan 1878 Berlin Antlaşması ile bir kez daha göçe zorlanırlar. Ve bugünkü Ketenciler Köyünü kurarlar. Balkanlardan gelen Çerkesler, Adigeler’in Abzeh, Şapsığ, Çemguy, Mamhığ çoğunluk olmak üzere birkaç hane Bjeduğ, Kabardey boyları ve Ubıh ailelerinden karma bir Çerkes birlikteliği oluşturmuşlardır.

Köyün kurucu ailesi olarak Haçemiz ailesi bilinmektedir. Bu karma Adige kabilelerinin oluşturduğu birliktelik dolayısıyla, diyalekt farklılıkları kısmen ortadan kalkmış sade ve güzel bir Adigece oluşmuştur. Köy halkı Adigece’yi özenle korumaya çalışsa da gençlerimiz arasında konuşma oranı çok aza inmiştir.

1993 yılında kurulan Kafkas Kültür ve Güzelleştirme Derneği toplumun Sosyal ve Kültürel yapısını yönlendirmiş ve birçok faaliyete imza atmıştır. 1964 yılında kurulan ve ilimizin en eski Sivil Toplum Örgütlerinden Kocaeli Kafkas Kültür Derneği’nin çalışmalarına her zaman destek vermiş ve folklor ekiplerinde köyün gençleri yer almıştır. Halen Kocaeli Kafkas Kültür Derneği Folklör ekiplerinde çeşitli kategorilerde 15 öğrenci eğitim görmektedir. Ayrıca yaz aylarında Ketenciler Kafkas Derneği’nde Mahalli Kafkas oyunları öğretilmektedir.

Köy üç büyük mahalleden oluşmaktadır. Aşağı mahallede Şapsığ, orta mahallede Abzeh ve Çemguy, yukarı mahallede Mamhığ Adigeleri yerleşmiştir. Köyde Tarımsal Kalkınma Kooperatifi 1988 yılında kurulmuş, köyün ekonomik ve toplumsal yaşamına olumlu katkılar sağlamıştır. Köy muhtarlık statüsünde ve İzmit Merkez İlçeye bağlıdır. İzmit’e uzaklığı 18 km. dir. 1999 yılındaki deprem sonrasında geri dönüş başlamış ve 2000 yılında 500 olan nüfus bugün (2008 yılı itibariyle) yaklaşık 900 dür. İlk yerleşimde tarım ve hayvancılık, özellikle bir dönem ipekböceği yetiştiriciliği revaçtaydı. Şimdi ise köyün gençleri çoğu fabrikalarda çalışmakta ve kamu görevlerinde bulunmaktalar. İzmit merkezinde de yaklaşık 300 hane Ketenceli yaşamaktadır. Okuma oranı yüksek olan köyümüzden birçok saygın bürokrat, hukukçu, asker, doktor, işadamı ve siyasetçi yetişmiştir.

İzmit’in en önemli mesire yerlerinden olan köyümüzde 2 adet baraj gölü ve meşe ormanları meşhurdur. Havasının güzelliği ve meşe ormanları at yetiştiricilerinin dikkatini çekmiş ve yapılan ölçümler sonucu İngiliz cinsi yarış atları yetiştirilmeye çok uygun bulunmuştur. Köyün etrafında 6 adet at harası mevcut olup, birçok safkan köyümüzde yetiştirilmiştir. 1995 yılında haralarımız ve köyümüz İngiltere’de The Times dergisine kapak olmuştur. Çoğunluğu Çerkes kökenli olan köyümüzde Xabze, eksikliklerine rağmen yaşanmakta ve uygulanmaktadır.

Köye yerleşen sülaleler: Açmuj, Akıj, Andurhuay, Beğye(Bege), Bğane, Blımha, Bjeduğ (Ğuçako), Bramko, Canhotıko, Cermize (Jamırze), Çetaw, Çıkujıyeko, Duho (Duxo), Guğoj, Haçemiz, Hakurine, Hacıaxmetko, Hahko, Hajtamko, Hakujiyeko, Hatamko, Haloğuşe (Lı’şe), Hatko, Hauşeko, Hazeşıko, Hesanıko, Hokon, Huaj, Horelth, Hoşobji, Huşt, Ji (Aji), Kabartıko, Kaleşav, Kalmuko, Karten, Kobli, Kuaş, Kube, Lavko, Lhıjiyeko, Meliş, Mışevost, Mıskur’e, Mokavko, Naç, Naş’e, Nahleşko, Nanuko, Neğuç, Noğayıko, Pçentleşh, Pezadıko, Pheşobıç, Pşımaf, Rıfatıko, Sapiy, Seruş’e, Şhankok, Şegaş (Habjuko), Şehelth, Şogen, Şuvmız, Talustaniko (Lavustanko), Thağne, Tramko, Thauşe, Tsey, Voğulko, Vursımko, Yeguaş, Yeşeuko.

Bu sülalelerden bir kısmı başka kentlere göç etmiş, köyden ayrılmış olsa da irtibatları devam etmektedir. Sülalelerden de anlaşılacağı gibi Kuzey-Batı Kafkasya’nın Şapsığ Sahili, Ubıh Bölgesi, Soçi ve civarı, Abzeh bölgesi, Bugünkü Adigey toprakları civarından aileler bir arada yerleşmişler. Ji (Aji), Kuaş, Rıfatıko, Şhankok Ubıh aileleridir. Kabardey ailesi Cermıze (Jamırze) 1900’den sonra yerleşmiştir.

Not: İlk derlemeyi yaptığımız 1992 yılında bilgilerini aktaran değerli büyüğümüz Yeguaş Nurettin Perçin (Merhum-Allah rahmet eylesin), Meliş Ali Rıza Öngir, Naş’e Yılmaz Ergün, Naş’e Özcan Ergün’e teşekkür ederim. Değerli büyüklerimiz köyümüze ve kültürümüze ait birçok öykü ve fıkra derlemelerinde de yardımcı olmuşlardır. Bir kısmı “Çerkes Mizahı” adlı eserde yayınlanmıştır.

Hazırlayan: Guğoj Sami Korkut

 

Çerkes oyunları

Önder Yalçın: Köyde babalarımızın, dedelerimizin oynadığı oyunlar vardı. Çedebeş, Xozın gibi Çerkeslere özel oyunlar.

 

-J: Nasıl bir oyun çedebeş?

-Ö.Y.: Bu hokey tarzında bir oyun. Tahtadan top var, sopalarla oynanıyor. İki kale var, iki takım var. Buz hokeyi gibi.

 

-J: Diğer oyun? 

-Ö. Y.: Xozın, odun atmak gibi bir şey. Amerikan futbolu var ya, ona benzer. İki takımla ve akşamları oynanır. Atikliğe dayanan bir oyun. Topu karşı takıma kaptırmamak gerekir.

-Hüseyin Candemir: Meydana toplanıyoruz, iki takıma bölünüyoruz. Beyaz bir odun, kabuğunu soyuyoruz. Bir kişi uzaktan kalabalığın içine atıyor. Herkes ceketini çıkarıp ceketle yakalamaya çalışıyor, yakalama alanı geniş olsun diye.Yakalamak kötü bir şey aslında. Çünkü herkes yakalayana saldırıyor, üstündekiler parça parça oluyor. Zavallı analarımız, üstümüz yırtık pırtık dönerdik eve, doğru düzgün giyeceğimizde yoktu, yama yapardı analarımız.

Tabi o kalabalıkta, o boğuşmada neyin ne olduğunu, kimin nereye gittiğini bilmek mümkün değil. Her takımdan bir kaç kişi de o kargaşaya girmiyor, aradan çaktırmadan kaçacak olanları yakalamak için bekliyorlar. Bazıları aldatmaca kaçar, millet top o tarafa gidiyor sanırkendiğeri başka yerden çıkar.

Birde ğurpıç dediğimiz bir oyunumuz vardı. Bir ana çukur olurdu, elimizde ağaçtan yapılmış sopayla küçük topu oraya sokmaya çalışırdık. Karşı takım bizim çukura atmaya çalıştığımız topu çukurdan uzaklaştırmaya çalışırdı, çukur muhafızlığı yapardı. Topu ağaçtan yapar, yuvarlatırdık. Sonra rakip takım topu çukura sokmaya çalışır, biz savunurduk. Dört-beş kişilik takımlarla oynardık. Bir daha bir daha derken orada saatlerce oyun oynardık.

-Ö. Y.: Köyden Ali amca, bunun bir de at üstünde oynadıklarını söylemiş. İngilizlerin polo oynadığını görünce “Yaw bunu bizden aldılar, bizim eskiden oynadığımız bir oyun bu” diyerek anlatmış. Gençliğinde atı da varmış ama bu oyunu orta yaşlılar oynarmış, o yüzden takıma giremediğini anlatırmış.

-H. C.: Şimdi biz bu oyunların kurallarını işleyeceğiz, kaleme alacağız. Kurallı bir sistem haline getirip deneme yayınlarına başlayacağız. Önce bir denemek lazım. Belki sistemde ve kurallarda bir takım düzeltmeler olacak. Sonra bir takım kuracağız, diyeceğiz ki Uzuntarla’ya siz de bir takım kurun.

Adige wune

-Hüseyin Candemir: Bir hayalimiz daha var. Dedelerimiz buraya geldiğinde Adige wuneler yaptılar. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Babam ilk evini dağdan kestiği 3 metrelik ağaçların ucunu sivriltip kazık haline getirip, 50’şer santim aralıklarla onları çevirip, aralarına ince çalılar koyup, iki tarafını samanla toprağı karıştırıp sıvayıp, üzerini de sazla örterek yapmıştı. Sıcacık, pırıl pırıl evler olurdu. Çoğumuzun evleri böyleydi. Bugün şehirlerdeki dairelerle değişmeyeceğimiz.

Şimdi diyoruz ki 3-4 dönüm bir yere Xaçeş (misafirhane) olarak Adige wuneler (ev) yapsak, şoven’in (bir çeşit döküm kazan) asılı olduğu bir ocağı da kapsayan yemek yapılan ve yenen bir yer de olsa…

Ortada bir meydan, tahtamız olacak tabi, tahtasız olur mu, düğün kuracağız. Sonra atların bağlanacağı bir yer… Tabi Adige wunelerin bahçesi de olacak. Acaba bunu köyde yapabilir miyiz dedik ve onu da hayallerimizin arasına kattık.

Olur mu, olmaz mı derseniz… bizim bir hocamız vardı Edirne’de, 60 sene önce, “olmaz olmaz deme” diye bir tekerleme söylerdi. Hayal kuruyorsam bugün, belki yarın torunlarım yapar, ama biz onu da yapacağız.

Amacımız ne?

-Hüseyin Candemir: Mensup olduğumuz milleti seviyoruz. Herkes kendi milletini sevsin, benden fazla sevsin. Hiç kimsenin ne sevdiği bizi ilgilendirmez ama biz de kendi insanımızı seviyoruz. Nasıl ki kendi ailem her şeyden önemliyse, kendi köyüm her şeyden önemliyse, kendi köküm ne kadar önemliyse kendi milletim de benim için önemlidir. Yani Adigelik söz konusuysa, gerisi teferruattır. Bunu başka türlü söyleyenler söylesinler, saygı duyuyoruz ama gerisi teferruattır. Yani Adigeliğin konuşulduğu bir yerde, diğer her şey teferruattır.

Elbette Türkiye’de yaşayanlar Türkiye meselelerinde taraf olacaklar, kanaat sahibi olacaklar, fikir sahibi olacaklar, bir siyasi partide görev alacaklar, işte onlar teferruattır. Dolayısıyla bunların bizim ayrılığımıza sebep olmaması, birliğimize engel olmaması gerekir. Toplantılarımızda bu konuları hiç konuşmayacağız.

Geçenlerde Muammer Candemir gelmişti. Adigey Cumhuriyeti’nde Adigelerin nüfus oranının %22 olduğunu konuşuyorduk. Çok tehlikeli bir sınırda yani. Nüfus çok azaldı. Muammer, “Çerkeslerin en büyük problemi nüfus artışıdır” dedi. Çerkeslerde nüfus artışı negatiftir. Ailede bir ya da iki çocuk var, üç-dört çocuğu olan yok. Bu aslında bilimsel bir şey, bir toplumun var olabilmesi için anne baba sayısından fazla yani ikiden fazla çocuk sayısı olabilmeli. Bunları konuşmadık biz, anlatılmadı, böyle bir problem olduğunu dahi düşünmedik.

Varlığımızı devam ettirmemiz lazım. Ben inançlı bir insanım, bu inancıma da aykırı değil. Bizim Adigelik için gece-gündüz çalışmamız, malımızı mülkümüzü harcamamız inancımıza da aykırı değil. Herkes mensup olduğu milletin idamesi için hem zaman harcayacak, hem mal harcayacak, hem fikir harcayacak. Gayret edecek ve çalışacak.

 

-J: Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımızın ekleyecekleri konular olabilir.

-Tarık Efe: Köyümüzün, sokağından evine kadar her şeyinin kendi kültürümüze has bir köy olmasını hayal ediyoruz. Sokaklarımızda Adige isimleri, meydanlarımızda Adige kahramanlarının isimleri olsun istiyoruz. Parklarımız aynı şekilde.

Evlerimizde herkes anadilini konuşsun, herkes Adigabze okuma-yazma öğrenebilsin, böyle bir çalışmamız var. Şu anda 20-30 kişiyiz ama bunu 50 kişiye sonra 100 kişiye ulaştırıp köydeki çalışmaları tamamlarsak çevremiz için bir model olabilirsek, bu iş hakikaten bizim kurtuluş reçetemiz olabilir. Çünkü şehirlerde Adigeleri toplamak zordur.

İsterim ki köyümüzden yer satıldığı zaman bir Adige gelsin, o alsın. 3 kişiyken olursun 4 kişi. İsterim ki kardeşlerimiz, çocuklarımız evliliklerini kendi kültüründen insanlarla yapsın. Kimliğimize bu şekilde sahip çıkabiliriz. Hep folklör yönüyle düşünüyoruz. Dernekler bugün dans edilen yerler oldu ne yazık ki. Dilimizi bileceğiz, adetlerimizi bileceğiz.

Türkiye’nin herhangi bir yerinde bir Çerkesin, bir Adige’nin, bir Çeçen’in, bir Abhaz’ın karnı ağrısa bileceğiz… Bizim öncelikle bu köydekilerin birbiriyle kenetlenmesi, sonra bütün illerdekilerle kenetlenmek gerek…

-J: Dernek çalışmalar yürütmeye çalışıyor, biraz önce söylediniz, 15-20 kişiyiz diye. Köyün diğer sakinlerinin bu olaylara bakışı, yaklaşımı nedir?

-Önder Yalçın: Destekliyorlar tabi, bizim kadar aktif olmasalar da. “Ne işiniz var bunlarla” diyen yok en azından. Adigelerin klasik ‘öyle yapmayın böyle yapın’ tavrı var. Yaptığımız işlere karşı çıkan, muhalefet eden yok. Mesela burası spor kulübünün odasıydı, dernek çalışmalara başlayınca ‘bu odayı kullanıyoruz’ dedik, kimse karşı çıkmadı. Burayı temizledik, onardık, yarın da tabelasını koyacağız.

Adigeler yok olan milletler arasında. Dün bir ablamız için kan vermeye gittik hastaneye. Aramızda kursa gelmeyenler de var, katılmaları için konuşuyorum, faydalı olacak insanlar, dilimizi de biliyorlar. Arkadan “Abla abla yok oluyoruz eyvah, yok oluyoruz!” diye bir ses çıktı. “Ne oluyoruz, kim yok oluyor” diye heyecanla döndüm. Bir kızkardeşimiz, Aysun söylemiş bunu. “Adigeler yok oluşun eşiğinde, sahip çıkın, siz varsanız bu halk yok olmayacak” diye anlatınca bir etkisi oluyormuş. Yani “yangın var” demek gerekiyor. Bilinç dediğimiz bu işte…

Aileleri ziyaret edeceğiz ve “Bu dili konuşun, siz konuşursanız bu dil yaşayacak” diyeceğiz. Birisi diyecek ki “Ben 80 yaşındayım, ne yapabilirim ki?”, ona da “Sen de konuşursan yaşayacak” diyeceğiz. Herkesin yapacağı bir şey var. Babam “Bir şey yapamazsınız” dedi, ben de “Sen çıkacaksın 90 yaşında, bastonla, ben iş başındayım diyeceksin, sen çıkarsan 80 yaşındaki de peşinden gelir” dedim. Hani ‘gençler yapsın’ diye bir lüksümüz yok. Herkesin sorumluluğu var.

Geçen sene Kocaeli Kafkas Kültür Derneğinde kendi dilimizde okuyup yazalım, evlerde şarkılarımızı türkülerimizi söyleyelim diye konuşmuştuk ama baktık ki içimizde dil bilen yok. Sonra madem bu fikri ben ortaya attım, önerime sahip çıkıp bir şarkıyı bir ay her gün çalıştık. Adigece şarkılar, hatta 3-4 tane de Abazaca şarkı öğrendik, söyledik. Baktık dört kişi iken beş, beş kişi iken altı kişi olduk. Bu sene de köyde devam ediyoruz. Çerkeslerin yoğun olduğu yerde insanların ilgisini çekerseniz, dışarıdakilerin de ilgisini çekersiniz. Şu anda üç kişi köyümüze dışarıdan kursa geliyor.

 

Ketenciler

-Jıneps: Kaç hane var köyde -mahalle demeye dilimiz varmıyor-?

-Hüseyin Candemir: 200 hane civarında.

 

-J: 200 hanenin ne kadarı Çerkes değil?

-H.C.: Benim de merak edip üzerinde durduğum konu bu. Tek tek hepsini kaleme alacağız. Görev verdiğimiz arkadaşlar henüz bununla ilgili bilgi getirmediler. Şahıs şahıs, aile aile tespit yapmayı planladık.

 

-J: Adige olmayanlar kimler peki?

-H.C.: Balkan Muhacirleri, Lazlar, Karadenizliler, Gürcüler. Mübadeleyle gelenler de var, satın almayla gelen Lazlar da var. Buraya önce Adigeler daha sonra da Balkan Muhacirleri yerleştirilmiş.

 

-J: Peki muhtar Adige mi?

-H.C.: Adige ama azalar içinde dige olmayanlar da var.

 

-J: Köyde okul var mı?

-H.C.: Köyde okul yok, taşımalı sistemle Uzuntarla’daki okula gidiyor çocuklar.

 

-J: Uzuntarla daha mı gelişmiş?

-H.C.: E-5’in kenarında olması daha çabuk geliştirdi, daha çabuk büyüdü. Dışarıdan çok fazla gelen oldu. Oradaki nüfus Adigelerin aleyhinde, bir Çerkes mahallesi var sadece. Adigelerin nüfusa oranı %20’dir. Uzuntarla’da bir kaç mahalle var, çoğu Karadenizlilerin oluşturduğu mahallelerdir. Orası belde oldu daha doğrusu. Muhtar Adige değil.

 

-J: Burada Adigeler ne yapar, ne yer ne içer? Tarım ve hayvancılık yaparlar mı? Genç nüfus durumu nedir?

-Önder Yalçın: Gençler okuyor, okumayanların birçoğu fabrikalarda çalışıyor. Emekliler köyü burası. Depremden sonra gelenler de oldu. Depremden sonra köyler cazip hale geldi, köyde yaşamayı düşünmeyenler de düşünür oldu. Nüfus artışı yok ve çok fazla bekâr insanımız var. Okul nedeniyle dışarı gidenler var. Genç nüfus pek yok.

Abaza bir öğretmenimiz vardı, köyün öğretmeni, vefat etti, Allah rahmet eylesin, o durumu şöyle anlatmıştı; “Sabah okula gittim, baktım 25 çocuk var, çoğu Adige değil. Akşam kahveye gittim, baktım 25 Adige delikanlısı var. Evlenseler sınıfta çoğunun çocuğu olacak durumdalar”. Durum bu, kahvede kalabalıklar.

 

-J: Köyde herhangi bir altyapısal sorun var mı? Su, elektrik…

-H.C.: Hiçbir sorun yok. Köyümüz Kartepe ilçesinin bir mahallesi oldu yeni düzenleme sonrası. Şimdi bir tek doğalgaz bekliyoruz, sıradayız yani gelecek. Elektrik, su, altyapı çok önceden beri halledilen şeyler.

İlk asfalt yolu olan köylerden biriyiz. Yıllar önce, hiçbir köyde asfalt yol yokken bizimkiler kendi aralarında para toplayıp kendi bütçeleriyle yolu asfalt yaptırmışlar. Köyümüzün çevredeki diğer köylere göre çok güzellikleri var.

Okulumuz boş, atıl duruyor.

Belediye bungalow evler yaptırdı burada, gençlik merkezi faaliyetleri altında gençleri getiriyorlar. Biz bir kültür merkezi de yapmak istiyoruz.

 

-J: Belediyeden böyle bir beklenti var diyebilir miyiz?

-Ö.Y.: Bizim kooperatifin yaptırdığı bir bina var, 4-5 dönüm üzerinde, kooperatif kapanırken muhtarlığa devretti. İdari düzenleme sonrası otomatikman belediyenin oldu. Biz Belediye Başkanına da söyledik, orasını kültür merkezi yapmak istiyoruz dedik. Kafkasya’dan Adigece bilen 40 çocuk getirelim köye, onlara üç hafta kamp yaptıralım. Belediye sabah, öğle, akşam yemeğini versin. 40 Adige çocuk gelirse bizim çocuklarımız ister istemez onlarla dil konusunda etkileşime geçecek. Çevre yerlerden de insanlar buraya gelir, yani çekim merkezi olur. Belediye Başkanı, “Bizden bağımsız yapmayın, biz size kanuni olmak şartıyla her türlü desteği veririz” dedi.

10-15 kişinin etkinlikleri çok önemli. Bunu iyi anlatmamız lazım. İnsanlarımıza “Fenerbahçe-Galatasaray maçını seyreder gibi seyretmeyin” diyorum.

 

-J: Yürütülen önceki çalışmalardan örnekler anlatır mısınız?

-Ö.Y.: Geçmiş dernek yönetimlerinde, ‘her hafta bir düğün yapalım, hem insanlar birbirlerini görürler hem köyün sosyal faaliyeti artar’ diye konuşulmuştu. Aşağı yukarı iki ay her hafta bir mahallede düğün yaptık.

Sonra köy temizlik kampanyası başlatalım, “En temiz mahalle yarışması” yapalım dedik. Baktık ki herkes bu konuda bir şey yapmaya çalışıyor. Sonra duyduk ki ağaçları, çeşmeleri boyuyorlarmış, ‘aman onlardan geri kalmayalım’ dedik. Bunu Belediye Başkanına anlatınca “Brezilya’ya gitmiştim, orada bir mahalle gördüm, pastel renklere boyanmış” dedi. “Her türlü boyayı biz vereceğiz, yeter ki siz bu işi yapın” dedi. Yani böyle şeylere çok önem veriyorlar. Proje ile gelin diyorlar, lafla değil projeyle.

Detaylı bir proje oluşturmalısınız. Bunu yaptığınızda belediye destekliyor.

Not: Muhtardan alınan bilgi; köyün nüfusu 860.

 

Köyler mahalle oldu

-Önder Yalçın: Yerel yönetim yasası değişince köyler mahalle oldu. Köyümüze ait her şey belediyenin kontrolüne geçti.

Bizim köyün bir ceviz bahçesi vardı, köyün arazisiydi, 44.000 m². Muhtarımız oraya ceviz ağaçları dikerek ağaçlandırmış, cevizler meyve vermeye başlamıştı. Mahalle olunca orası da belediyeye gitti. Ancak belediyeden ilgilenen yok. Biz ilgilenelim dedik, belediyeden bölüm müdürlerine ceviz vermemiz gerektiği söylediler. Şimdi bakımsız, ot bürümüş halde duruyor cevizlik.

Okulun binası, eski kooperatif binası ve bungalowların yapıldığı yerler belediyenin. Şu dönem belediyenin buralara girsem mi girmesem mi diye nabız ölçtüğü bir dönem. Bunlar bizim elimizden zaten kanunen gitti ama biz dernek vasıtasıyla bir STK olarak projelerle belediyeye gidersek fiilen geri alabiliriz.

 

-J: Anlattığınız hayallerinizin hepsi birer proje aslında. Bunları sadece yazmak ve dosya yapmak, yani prosedüre uygun hazırlık yapmak gerek. Bir kültürü yaşatmak adına eski oyunları canlandırmak da bir projedir örneğin.

-Ö.Y.: Dediğiniz gibi bu fikirleri tekniğine uygun bir şekilde kaleme almak gerekir.

 

Çerkesler istemez!

Büyükşehir Belediye Başkanı Derneği ziyaret ediyor, soruyor; “Bizden ne istiyorsunuz?” diye. “Teşekkür ederiz, bir şey istemiyoruz” diyor bizimkiler. “Biz bunu başka kültürlerden toplumlara sorunca başımızı koparıyorlar, siz ne gözü tok insanlarsınız” diyor başkan. Aslında ihtiyaç var. Ama o şekilde istemek bize ters geliyor. Düşününce aslında devletin elindeki imkânları sunacak, kendi şahsi imkânlarını sunmayacak ama olmuyor.

Kartepe Belediye Başkanı, “Ketencilerden bir talep gelirse kulak verin, gerçekten bir ihtiyaç olduğu için söylüyorlardır, ilgilenin” talimatı vermiş.

 

Köye sebze satıcısı…

-Hüseyin Candemir: Köye dönüş yapınca önce bir sera yaptım. Seracılığın nasıl olduğunu anlatmaya başladım ve bir anda bizim köyde 20-30 tane sera oldu. Ama bizim Çerkesler tembel. Hepsi 3-5 senede pes ettiler, sattılar hepsini. Şu anda bir ben ve bir kişi daha kaldı. Maalesef.

Buraya bir araba geliyor, market. İki tane de sebzecimiz var. Onlar da geliyor. Köye sebzeci gelir mi? Pırasa satıyor pırasa! Maydonoz satıyor, sebzeci ya…

Şöyle bir anım var: Arkadaşlarım gelmişti ziyarete. O gün de sebzeci Necati’nin günüydü. Gelince kornasını çaldı, millet koşunca ‘ne oluyor’ dedi arkadaşlarım. Dedim ‘köye sebzeci geldi’. Şaşırdılar, ‘köye sebzeci mi gelir ya’ diye sordular. Geliyor, yani Adigelere geliyor.

Bir başka anı da; bir sebzeci vardı Uzuntarla’dan. Köye gelince her türlü sebzeyi yetiştirmeye başlamıştım, fazladan fide yetiştiriyorum, sağa sola dağıtıyorum. Bana dedi ki, “Sana bedava vereceğim, uyandırma milleti”.

Ketenciler’in karpuzu markaymış bir zamanlar. İstanbul’a kamyonlarla götürürlermiş ve kapış kapış gidermiş.

 

Köye gelecek Çerkeslere teşvik…

-Hüseyin Candemir: Bakın ben şimdi size bir teşvik vereceğim arkadaşlar. Siz bu köye gelin, geldiğiniz zaman seralar benden. Şu ana kadar 8 tane sera yaptım çevredeki tanıdıklarıma. Sera malzemesi aldırıyorum, işçilik almıyorum, boğaz tokluğu bile değil. Yemek bile istemiyorum. Seralar benden.

Bahçeme bir kamelya yaptım, gelen giden beğeniyor. Malzemeyi alana kamelya da bedava, seralar da bedava. Köye geleceklere teşvik için söylüyorum.

 

Ekoköy

-J: Ketenciler’in Ekoköy olma sürecini anlatır mısınız?

-Hüseyin Candemir: Avrupa Birliği’nden (AB) gelen bir fon vardı. Belediye bu parayı bir köye vermek istiyor. En uygun olarak Ketenciler’i düşünüyor.

İnsanların organik beslenme ihtiyacı malum, dünya çapında popüler şu anda. Bu fikirden yola çıkarak belediyelere genel bir tavsiye gidiyor AB tarafından. Yani organik beslenmeye yönlendirmek için belediyeleri teşvik söz konusu. Belediye, Üniversite ile işbirliği yaparak bu yörede buna uygun yer neresidir diye araştırma yapıyor. Ketenciler’in uygun olduğuna karar verildikten sonra üniversite ile birlikte proje hazırlanıyor.

Bu projede kadınlara yönelik olarak köyde yapılan bütün üretimin tamamen organik olması için, organik yetiştiricilik konusunda kurslar organize ediliyor. Ben de 3 ay kursa gittim. Organik sebze nasıl yetiştirilir, organik tavuk nedir, organik toprak nedir vd. Bunları öğrendik. Ketenciler’i organik bir merkez haline getirmek üzere öğrendik. Bungalow evler bu projenin bir parçası gibiydi. Cazibe merkezi olacaktı. Ama bu biraz akamete uğradı. Projenin başlangıcında görev alanlar işi bıraktı, üniversite yeni gelen Ekoköy yönetimi ile bazı konularda ters düştü, kenara çekildiler. Şu anda hiçbir destekleri yok. Ekoköy Derneğinin yönetim kurulu üyesiyim, ikinci başkanım. Başkan İrfan Temel. Dernek atıl bir vaziyette.

 

-J: Ekoköy Derneği diye bir dernek mi var?

-H.C.: Evet var. Bungalow evleri de dernek yönetecekti gelecekte. Ama üniversite ile derneğin arası açılınca, bağlantı kesilince üniversite ve belediye kendisini çekti. Şu anda dernek etkisiz vaziyette duruyor.

Organik üretime kaç yıldır hiçbir aile katılmadı benden başka. Öneride bulundum; bahar ayında binlerce, on binlerce bedava fide dağıtalım, sebze fidesi. Herkes bahçesine eksin. Bahçesine ekemeyenler için bir tane çapalama makinası alalım, bir de adam tutalım, bahçe yapmak isteyenlere ücretsiz kazalım. Bahçe hazırlayalım ki köyde bir üretim patlaması olsun. Tonlarca domates, tonlarca biber, tonlarca sebzeler yetişsin; tonlarca yetişince organik pazar kuralım, dışarıdan gelirler. Pazarda 2,5 lira ise burada 1,5 liraya sat. Organik üretim böyle olur, yoksa kâğıt üzerinde organik üretim bir işe yaramaz. Kimseyi harekete geçiremiyorum, ben de bıraktım.

 

Ekoköy’de kahvaltı

Ekoköy Derneği Yönetim Kurulu üyesi Nimet Tekin aynı zamanda İstanbul’dan, Adapazarı’ndan, Kocaeli’den hatta Ankara’dan kahvaltıya gidenleri ağırlayan merkezin de kurucu işletmecisi.

-Jıneps: Nasıl başladınız? Kaç yıl oldu?

-Nimet Tekin: Başlangıçta anlatılanlara baktığımızda iş çok kolay geldi bize. Atladık deyim yerindeyse.

Bu sene altıncı yılımız..

-J: Ne anlatıldı size?

-N.T.: Fırın yapacaksınız, gelecek insanlar; yemek yeyip gidecekler, belki kalacaklar. Bir sürü şey anlattı turizmci kadın bize. Başladık ama öyle anlatılan gibi değil, çok zormuş. Bir grup başladık, döküle döküle ilk kuruculardan bir ben kaldım bir de Fatma arkadaşım.

Köyde ne yetişiyorsa değerlendirdik. Dut mevsimi dut pekmezi yapıyoruz. Armut çıkınca armut pekmezi… Bahçeler yapıyoruz, ekiyoruz, ürünleri topluyoruz, turşu yapıyoruz, salça yapıyoruz.

Hafta sonları gruplarımız oluyor, ağırlıyoruz. Çok güzel arkadaşlıklar edindik burada. Gelmediklerinde arıyorlar, özledik sizi diye. Güzel bir aile ortamı oluştu burada.

-J: Süt ürünlerini nasıl yapıyorsunuz?

-N.T.: Köyde büyükbaş hayvanı olanlar süt getiriyor, biz de burada peynir yapıyoruz. Adige ve Abaza peynirini hem yaş hem kuru olarak yapıyoruz. Kurutma işlemini ocağımızda yapıyoruz.

Sabah 8:00’de geliyoruz, başlıyoruz çalışmaya, onlar da o zamanlarda getiriyorlar sütlerini. Akşam 16:00-17:00’de bırakıyoruz, işlerimizi bitiremeden, yarısını bırakıyoruz.

Dün akşama kadar menemen yaptık, lahana ektik bahçemize, taze soğan ektik. Bugün börek, ekmek yapıyoruz. Yarın grup var, 70 kişi. Hafta sonları zaten kalabalığız. Açıldığımız günden bu yana gelen müşterilerimiz var. Bir gelen sonra bir başkasını getirir.

 

-J: Nerelerden geliyorlar?

-N.T.: İstanbul’dan çok geliyor. Adapazarı’ndan geliyor. İzmit daha bizi o kadar iyi bilmiyor. Ankara’dan sadece kahvaltıya gelen var. Gruplar genelde İstanbul’dan. Bazen sabah 8:00’de geldiğimizde 2-3 arabayı kapıda bekler buluyoruz.

-J: Kahvaltıda neler sunuyorsunuz?

-N.T.: Abaza ve Adige peynirleri yaş ve kuru olarak var. Köyde yetişen ürünlerle yapılan pekmez ve reçeller var. Domates, salça, közlenmiş biber, közlenmiş patlıcan, havuç, tereyağı… Yumurta çeşitleri. Peynirli Çerkes böreği -haluj- sıcak hazırlıyoruz. Halov zetepş yine bir çeşit Çerkes ekmeği…

 

-J: Kahvaltı dışı herhangi bir servis var mı?

-N.T.: Kahvaltının dışında Kayseri usulü mantımız var. Bir de psıhalüj. Peynirli de yapıyoruz, peynirliden çok şimdiki gençler patatesli talep ediyorlar. Patatesli veya peynirli psıhaluj diyoruz.

Burayı ilk açtığımızda yöresel yemekler diye başladık. Gelen misafirlerden yaşlılar biliyor Çerkes yemeklerini ama çocuklar bilmiyor. Örneğin; “Çocuklara bekleyin, ortaya pasta yapılacak” dediğimizde kendi bildikleri pastayı bekliyorlar. Mısır unundan pastayı görünce “Bu ne ya, ben bunu yemem” diyorlar. Yöresel yemek gitmedi. O yüzden onu bıraktık, kahvaltıya döndük. Talep olursa her şeyi yapıyoruz.

-J: Örneğin kaç kişilik bir grup gelirse şıps-pasta yaparsınız?

-N.T.: 20-25 hatta 30 kişiye kadar yapabiliriz. Ancak tümünün bir anda yapılıp getirilmesi gerekiyor ki elemanımız, arkadaşlarımız az. Zaten öyle şeyleri hafta sonuna almıyoruz. Hafta sonları kahvaltı yoğun.

 

-J: Kaç kişi çalışıyorsunuz?

-N.T.: Beş kişiyiz, beşimiz de kadınız. Kuruculardan iki kişi varız burada. Diğerleri bize iş oldukça geliyor aslında ama hafta sonları da hafta içi de sürekli geliyorlar, çünkü yetişmiyor. Hafta sonları iki kişi daha ayrıca geliyor. Yarın mesela gençlerimiz gelecek servise, 70 kişi olacak çünkü.

Gençlerimiz geliyor ama bunlar bizim köyün gençleri, elleri pek yatkın değil. Gençlerimize hem katkı olur, hem ellerinden bir şey gelir diye çağırıyoruz. Müşterilerin çoğu anlayış gösteriyor, “Öğrenci onlar, harçlık çıkarsınlar” düşüncesi ile. Bazıları da “Neden iş bilen kişileri almıyorsunuz, bunlarla mı uğraşıyorsunuz” diyor. Ama köyümüzün çocukları onlar ve gün geçtikçe biraz daha iyi oluyorlar, ilk başladıklarında biraz daha acemiydiler. Biz de aynıydık. Kaldı ki biz de uzman değiliz, biliyoruz ama elimizden geldiği kadar yapmaya çalışıyoruz. Müşterilerimiz de bizimle birlikte kalkar çayını alır, yemeğini alır, eksiğini kalkar alır.

Nimet Tekin

 

-J: Geleceğe yönelik başka projeler var mı?

-N.T.: Yapmak istediğimiz çok şey var, hayallerimiz var ama kazandığımızla ve bu kadar az elemanla gerçekleştiremeyiz. Çok insan lazım, maddi kaynak lazım.

 

Ekoköy sizi kahvaltıya bekliyor. Bugüne kadar keşfetmediyseniz çok şey yitirdiniz ama geç kalmış değilsiniz.

Nenej Nazlı Çetin

(блымхьа) – 77 yaşında

Ben bu köyde doğdum büyüdüm. İki kızım var, iki de damadım, damatlarımı çocuklarımdan ayırmıyorum. Çok seviyorum. Kendileri de beni çok sever.

Ben yazları köyde, kışları Gölcük’te ablamın yanında kalıyordum. Köyde olduğum bir yaz teyzemde kalırken tanıştım bizimkiyle. Bu köydendi o da. Kaşen oldu, niyeti ciddi. O zaman evlerde su yok, sokak çeşmelerinden su alıyoruz. 3 ay çeşmeye adım atmayacak dediler, 3 ay gitmedim. Özellikle göndermiyorlardı kaçar diye. Üç kardeştik, en küçükleri benim, üvey annemiz vardı.

İki katlı evimiz vardı, üvey annem hep söylerdi bu eve yabancı kimse giremez diye. Gelip laf taşıyacaklar diye. Çeşmeye dahi gitmek yok, evde mahsur kaldım. Sonuçta kaçtım ama, 18 yaşındaydım. Bir buçuk sene gitmedim baba ocağına. Bu arada çocuğum oldu. Bizimkinin ailesi çok değer verdi bana.

Sonra üvey annem çağırdı, abim askerden gelmişti, onun için mevlit okutacaklar. Abimin yanında görümcem oturuyor. Rahmetli oğlumun ismi Ahmet’ti, onu görünce “Bu çocuk kimin?” diye sormuş görümceme, “Nazlı’nın” deyince “Ne kadar güzel” demiş. O da rahmetli oldu, Allah rahmet eylesin. 45 gün kaldım orada. Bana çok değer verdiler, “bu kaçtı, yapmayacağız bir şey” demediler, iyisini alasını yaptılar.

Kaynatamla konuşamadan öldü. Adetlerimiz öyleydi. Kaynanam bizimle beraber kaynatamın babasına konuştu. Kaynanam beni çağırdı bir gün, beni çok severdi rahmetli, “Sen tatlıyı yapacaksın, ben gelinleri konuşturacağım” dedi. Açtım 3 tepsi baklava, Çerkes bozası yaptım. Konuşmayan gelinlerin hepsi konuştu. Kaynanam kendi görümcelerine “Vallahi Nazlı kıymetli” dermiş.

 

-J: Konuşturmak için hediye verdiler mi?

-Nazlı nenej: Güzel bir manda yavrusu verdi kaynanam bana.

Kaynatam Hacı Salih’ti (Koças). Öyle eli arkadan bağlı buradan biri geçecek, ne haddine, bastonu fırlatırdı. Camide ‘Hacı Salih geliyor’ denince herkes çeki düzen verirdi kendisine.

Bir yabancı misafir varsa, diyelim camide, kaynatamın evinin sokağına yönlendirirlerdi, ‘gidin yemek yiyin’ derlerdi. Çok misafirperver ve eli açıktı. Gelenler yemeklerini yer giderlerdi. “Sakın yemek yiyecek misin diye sormayacaksınız, siz ikram edin ister yerler, ister yemezler” derdi.

Hacı Salih karpuz ekmiş bir sene, yoldan geçen bir çocuğa seslenip çocuğun evine göndermek üzere karpuz vermek istemiş, çocuk ‘götürmem’ deyince yanına çağırmış, “Benim verdiğim karpuzu sen nasıl almazsın” diyerek karpuzu çocuğun kafasında kırmış.

-Önder Yalçın: Pate (Şaban) amca anlatırdı, onların kapısının önünden geçerken topallar gibi yaparmış, acısınlar da ekmek versinler diye. Kalabalık aile olduğu için çok ekmek yaparlarmış. Koyun kesip etini kuruturlarmış, şate (kaymak) ve diğer süt ürünleri hiç eksik olmazmış.

-Nazlı nenej: Gazi amca anlatırken duymuştum. Köyün yaşlıları cumadan çıktıktan sonra bastonlar ellerinde buraya gelmişler, rahmetlik Gazi amcam, Hacı Salih ve diğerleri. Bizim burada, evin aşağısında mezarlık var, ben küçükken taşları vardı. “Orası köyün girişi, mezarlık orada olmuyor” demişler. Şimdiki mezarlığın olduğu yer konuşulmuş, 80 dönüm orası. Hacı Salih’in. “Köy satın alsın” demişler. Hacı Salih; “Benim satılık yerim yok, paranızı cebinize koyun, bağış yapıyorum” demiş. Mezarlık yeri olarak hibe etmiş.

-Ö.Y: 1992 senesinde Maykop’a gittik, annem ve babamla. Annem “Hacca gitseydik” demişti, ben de “Anne hacca her zaman gidersin, Maykop’a her zaman gidemezsin” diyerek ikna etmiştim. Orada Kaplan diye 90 yaşında bir adam vardı, 3 ya da 4 oğlu var. Oğluna “Gidin tosunu kesin” dedi, iki tane tosunu var. Babama “Tosun kesecekler, yazık günah” gibi şeyler söyledim. Zaten Kafkasya’da et ağırlıklı beslenme var, kesmesinler istiyorum. Babam ahıra koştu, gençleri çıkardı. Kaplan amca “Türkiye’den gelen olur da bir tosun kesmezsek olur mu, yakışır mı bize” dedi. Babam ikna etti bir şekilde. Babam İlhan amcaya anlatmıştı, İlhan amca “Şu cömertliğe bak, iki tosun bütün serveti, servetinin yarısını hayatı boyunca bir daha görmeyeceği insanlara ikram etmek istiyor, bunu hangimiz yapabiliriz” demişti.

Hacı Salih’in mezarlık için bağışladığı 80 dönüm, bugün için milyonlarla değer biçilir. Cömertlik kültürümüzün bir parçası.

Kendi odununu yaparken, odun yapacak durumu olmayanın odununu da yaparlardı mesela. O dayanışma, o kültürün bir parçasıydı.

 

-J: Pşıne (el mızıkası) çalan var mıydı?

-Nazlı nenej: Benim halam iyi çalardı, güzel kadındı. Başkaları da vardı ama şimdi kalmadı.

-Ö.Y: Perçin amca vardı, halen sosyal medyada çok paylaşılır, rahmetli oldu. O da pşinawoydu (mızıka çalan kişiye verilen ad). Adige müziğinde bir otoriteydi, aynı zamanda köyün tarihi ve Adigelik üzerine bilgiliydi.

-Nazlı nenej: Nurettin onun adı.

-Ö.Y: Biz hiç bilmedik o adı. Kendi yaşıtları Rar derlerdi, biz Perçin amca derdik. Asıl adının Nurettin olduğunu sonradan öğrendik.

 

Ecevit mi, Demirel mi?

-Nazlı nenej: Köyde iyi bir dayanışma vardı. Her ailenin işleri ortaklaşa ve sırayla yapılırdı. Mısır meclisi, koza meclisi, ay çiçeği meclisi…

Zuğların evine koza meclisi için gitmiştik, yün didikliyoruz. İşi hızlandırmak için yöntem geliştirmiş ev sahibesi. Ecevit’in fotoğrafını büyütüp asmış duvara, “Ecevit’ten iyisi yok” gibi bir laf atar ortaya, Ecevitti Demireldi derken hem tartışır, hırslanır hem de o hırsla yünü didikler, işi çabuk bitirirdik. Ama öyle kavga gürültü yoktu, ne söylense orada kalırdı.

Tetej Ziya Yalçın

(андырхъуай) – 90 yaşında

-Ziya tetej: Dedemin babası Kafkasya’dan geldi, dedem de bu köyde doğdu. Aslında gelmediler, sürüldüler. Osmanlı sultanı onlara yerler verdi, padişah tapusu var çoğunun, ama kadastro gelince bir kısmını kendiliğinden çıkardı, bir kısmını işledi.

Bizim amcalarımız Köprübaşı’na (Düzce) gittiler, niye gittiler bilmiyorum. Babam çok genç yaşta öldü, 33 yaşında, veremden, veremli çok insan vardı o zaman. Tabi savaşacak durumda değildim, 8 yaşındaydım.

Eskiden kız almazlardı, kız vermezlerdi. Şimdi her şey değişti. Çerkeslik de gitti, Abazalık da… Şimdi bu çağın gençleri akıllandılar biraz, inşallah toparlarlar. Kolay olmayacak.

 

-J: O zaman ne yer ne içerdi köyde insanlar?

-Ziya tetej: Tarlası olan çalıştı, çiftçilik yapıyorduk. Ben haylazdım, tırmık sevmezdim, çapa kazmasını severdim. Ailede tek erkek bendim, üzerime titrediler tabi, o yüzden yaramazlığım çok. Mesela şurada ufak bir kahve vardı, aşağıdaki caminin bahçesinde, yaşlılarımız orada otururdu, bir de tembel aileler. O zamanlar ihtiyarlar kendilerini iş bulamadı mı kâğıt oynarlardı. Onlardan öğrendik bazı oyunları.

 

-J: Tarlanızı kim ekiyordu?

-Ziya tetej: 500 küsur dönüm tarla vardı, ortakçılar ekerdi. Mısır, buğday ekerlerdi. Bereket çoktu. Gelen mahsul ambarlara sığmıyordu. Şimdi traktör geldi, gübre geldi… yer bile göçmeye başladı.

Mısırı dışarıda kuruturduk, kuruyunca da ambara dökerdik. Tabi fazlası olan da satıyordu. Bizde mısır dövme makinası vardı, tekerlekli. Koçanı ufalardı. Aynı kahve değirmeni gibi, koçanı atıyorsun aşağıda toplanıyor, çekiyorsun. Çuvalın içinde döğe döğe de taneleri koçandan ayırdığımız olurdu.

Bir tane buğday makinası vardı. Elle çevriliyordu, 1966’da geldi buraya. Elektriklisi de vardı ama köyde yoktu. Tozu ayırıyor, buğdayı ayırıyor, frik yapıyor falan. Buğday makinası Hacı Ethemlerde vardı.

Ayçiçeği bizim burada önceden yoktu. Balkan muhacirleri geldiği vakit, hemen hemen her mahallede üç hane oldular, ayçiçeği ekerlerdi, biz de ektik sonra.

 

-J: Un nasıl yapılıyordu?

-Ziya tetej: Sapanca tarafında. Lazlar da kullandıkları için mısır ununu, onlarda su değirmeni vardı. Benim dedemin de burada aşağıda ufak bir su değirmeni vardı. Toplama su ile çalışırdı. Halamızın kocasının padişah zamanında sözü çok geçtiği için dedeme satmışlar değirmeni. Değirmeni yıktılar sonra ev yaptılar. Şimdi onlar da kalmadı, şimdi elektrikli her şey.

Pastalık (Çerkes pastası, mamursa) istersen, mısır ununu fırında kurutacaksın. Fırından çıktıktan sonra eliyorlar, toz kalmıyor. Hemen hemen herkeste bir fırın vardı, bizde hala bir fırın var.

Bir kere darı ekildiğini de hatırlıyorum ama biz ekmedik. Darıdan muazzam boza yapılırmış.

 

-J: Hayvancılık?

-Ziya tetej: İnek vardı, manda vardı, koyun vardı. Hemen hemen köyün %50’sinde vardı bir şeyler. Zengin ailelerde daha fazlası. Koyun beslerdi bizim aile, rahmetli dedem bıraktı koyunculuğu, ondan sonra bizim hanım hayvan bakmaya devam etti.

 

-J: Peynir, kuru et gibi yiyecekler…                       

-Ziya tetej: Peynirin sepeti var, onun içinde yapıyorduk. Rüzgâra koyarlardı sepeti.

Etleri dilimler, tuzlar, ocakta kuruturduk. Peyniri de ocakta kuruturduk.

Çerkes ocakları vardı, geniş, etrafları kapalı. Vücudunla birlikte girebiliyorsun. Hemen her evde vardı. Sonra ocaklar da kayboldu.

 

-J: Eğlence yapılır mıydı?

-Ziya tetej: Kızlar delikanlılar toplantı yapardık, eğlenirdik, televizyonlar çoğalınca durdu. Köyler arasında çok gezerdik, köy içinde de. Adliye’ye (Sakarya’nın köyü) giderdik örneğin, yayan. Sabaha karşı gelir çapaya giderdik.

 

-J: At yetiştiren var mıydı?

-Ziya tetej: At bir kaç kişide vardı. Bizde de vardı ama bizdekini babam vefat edince sattılar. 8-10 hanede vardı.

 

-J: Düğünler?

-Ziya tetej: Çerkes düğünü yaparlardı. Salon yoktu şimdiki gibi. Yine davetiyeler vardı. Cumartesi günü başlardı, o gün giderlerdi kız getirmeye. Uzuntarla’ya giderlerdi mesela, manda ve öküz arabalarıyla. Gelin arabaları bunlardı. Halatın üstüne çift sürmeye kullanılan çubuk konulurdu, kilim gibi bir şey bağlarlardı. Gelini onun içinde getirirlerdi.

Düğünden evvel toplantı yaparlardı. Görev vermek için.

Bizim köyden sayılan sevilen kız ve delikanlılar da giderlerdi. Cumartesi akşamı düğün yaparlardı, pazar günü devam ederdi, pazar akşamı biterdi. Düğünler pşıneyle yapılırdı, tahta kurarlardı… Ben çok oynamadım.

Gelini evine getirmeden önce, bazen yüz metre önden başlarlar gelin şarkısına. Köyün delikanlıları onu söyleyerek konvoy oluştururlardı arkalarında. Silahlar konuşurdu gümbür gümbür, çok atılırdı.

Düğün sonrası hemen her akşam zexes (eğlence toplantısı) olurdu, 20 gün, 30 gün… Lağune derdik.

 

-J: Kaşenlik?

-Ziya tetej: Benim 20 tane kaşenim vardı. Adliye köyünden Sacide diye bir kadın var, vefat etmiş. Bir kaşenim oydu mesela. O hikâyeyi büyük oğlanın hanımı, bizim gelin anlatsın.

-Gelin (Tülay Yalçın-Abaza, Kodza): Sacide teyzenin gelini ile arkadaşız, İzmit’te altlı üstlü oturuyoruz. İlk ziyarette teyzeyle tanıştırdı beni. Teyzeyle konuşunca, “Aa sen Ketenciler’de gelin misin?” diye sordu. “Evet” dedim. “Ketenciler’de Sabahattin bey vardı, tanıyor musun?” diye sordu. “Tanıyorum” dedim, “Başka biri daha vardı” dedi, “Ben de kim teyze” diye sordum. Babamı söyledi, “Ziya bey diye biri vardı” dedi, “Tanıyorum” dedim ama söylemedim kayınpederim olduğunu. “İşte o benim kaşenimdi” deyince “İşte o da benim kayınpederim teyze” dedim. Babama selam iletti, geldim söyledim, babam ayağa kalktı, “Sen nereden tanıyorsun onu” dedi, “Komşuyuz” dedim. Sonra ben arada epeyce selam götürüp getirdim.

-Ziya tetej: Bazen geçmişi hatırlamıyor insan. Sacide dediğim hanım da anası da çok güzeldi. İstemeyerek Adapazarlı zengin bir Boşnak’a verdiler.

Askerden döndükten sonra tamamen hayat mücadelesine atıldım tabi. Toplantılara gitmedim demem, düğünlere gitmedim demem ama gitmediğim zaman çok oldu.

Şoförlük yapan çok muhterem bir adam vardı. Benden büyüktü ama kardeşi gibi severdi beni, arkadaş gibiydik, Kemal, rahmetli oldu. Dedi ki “10 gün izinliyim, bizim köye gel”, davet etti yani. Gittim, hanımın köyü Kepekli idi o köy.

Kemal’in bir komşusu vardı, öğretmen, Hendek’ten evlenmiş. Kızın halası bizim gelinimiz oluyordu. Ertesi hafta düğün vardı. Kemal’e anlattım. “Yaparız, evlendiririz” dedi. Düğün evinin önünden geçerken baktım, bizim hanım orada, biraz muhabbet ettik. “Seni anandan isteyeceğim” diye takıldım.

Bunların kapısının önünde eski Çerkes sandalyeleri vardı, Kemaller’in evine giderken evlerinin önünden geçiyorum, kayınvalide o sandalyelerde oturuyor, ayağa kalktı, Abaza ya, Adige olsa belki kalkmazdı, fırsat bu konuşmaya başladım, “Otur otur teyze, şimdi teyze diyeceğim sana, Gülistan’ın annesi oluyorsun değil mi” dedim, “Evet” dedi. “Benim kimsem yok. Senin kızın babası yok. Benim de babam yok. Kızını benimle evlendirir misin?” deyince “Ya Allah” dedi, pıt diye eve girdi. Ondan sonra düş peşine bunun. Abazalar aldı sakladı. Nerede, amcasında; nerede, Kepekli’de… Gezdirdi beni. Adapazarı’nda bir akrabaları vardı, Allah rahmet eylesin, Emir bey, o aracı oldu. Böyle oldu evliliğim.

-Hüseyin Candemir: Aralarını bozmaya çalışıyorum. Geliyorum buraya diyorum ki yengeye “Senin bu adamda iş yok”, bir kere kötü laf söyletemedim, “Haklısın” dedirtemedim. “Öyle deme, öyle deme” der sadece. Bizimki şakalaşmaktan ibaret tabi, vardır Çerkeslerde böyle takılmalar.

Önder Yalçın’ın derlediği ğıbze (ağıt)

ФАТИМАТИ ЫГЪЫБЗЭ

Еooй еooй си Фатымэт

Фатымэт сэ1озы сэгъы

Уикъухьэ быракъ жъыбгъэм зэрехьэ

Шъуи Аллахьи шъузэфихьыжьын

Ей ей Си Фатымэт

Си Фатымэт сэ1озы сэгъыжъы

 Уикъэшъхэ уцымэ къызэлъэ1аты

Уиныбджэгъу дахэмэ уа1атыжьы

*

FATİMAT YIĞIBZE

Yéwewey yéwewey sifatimat

Fatimat seojı keséğexı

Wıkuhe bırak jıbğem zeréha

Süi Allahimi süzefihıjın

Ayé yéy yéy sifatimat

Sifatimat seojı keséğexıjı

Wıkeşhe wıśıme kızeĺeatı

Winıbceğu daxeme wáetıjığ.

*

FATİMAT AĞIDI

Ah aaah benim Fatimam

Fatima dedikçe ağlıyorum

Rüzgarda savruluyor geminin bayrağı

Allah da kavuştursun sizi

Ah aaaah benim Fatimam

Fatimam diyorum ağlıyorum

Otlar bürüdü mezarını

Güzel arkadaşların kaldırdı cenazeni

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz