Yamçı
Yamçı dergisine Kasım sayımızda başladık. Sefer Berzeg’in “Kafkasya Bibliyografyası (2004 – Çivi yazıları)” kitabında ve Süleyman Yançatoral’ın Kafdağı dergisindeki (1987) “Kuzey Kafkasya’ya İlişkin Süreli Yayınlar (1950-1980)” dizi yazısında Yamçı’ya dair yazdıklarını yayınladık.
Yanı sıra birinci sayıdan Yamçı imzalı “Okuyucuya”, ilk sayının içeriğinin anlatıldığı derginin sahibi ve sorumlusu Fahri Huvaj imzalı “Bu sayıda” yazılarını yayınladık.
Bu sayımızda ise Yamçı’nın ilk sayısında yayınlanan “Başlarken” ve Nart Savsur imzalı “Çağrı” yazılarını veriyoruz.
Yamçı dergisi aylık bir dergi ve ilk sayısı 1975 (Kasım) tarihli. İlk 6 sayı aylık periyotta (6. sayı Nisan 76) yayınlandıktan sonra 1977 yılı Mayıs ayına kadar yayınlanmamış; son 10 sayısı bir arada yayınlanmış (Mayıs 77-Şubat 78, Sayı:7-16) ve yayın hayatını sonlandırmıştır. 12 aylık boşluğun nedenini, bir arada yayınlanan son 10 sayıda bulamadım. Toplu sayıda yayınlanan “Yamçı Üstüne Birkaç Söz” yazısında bazı tespit ve değerlendirmeler yapılmış ve veda edilmiş ki bir sonraki sayıda o yazıdan da bölümler aktaracağım.
Yamçı 42 yıl önce yayınlanmış, yani Çerkeslerin soykırım ve sürgününün üzerinden 111 yıl geçtikten sonra. Değerlendirmeyi bu bilgi ile yapmalı elbet. Soğuk savaş yılları, SSCB soğuk savaşın bir tarafı, Kafkasya yani anavatan SSCB sınırları içinde, komünist tehlike kapıda, 68’li yılların etkileri sürmekte, Çerkesler henüz soykırım ve sürgünü konuşmamakta, Türkiye Batı’nın “yanında”…
Yamçı imzalı ve yayın kurulu olarak bir isim listesi olmasa da yayın kurulu üyesi diyebileceğimiz isimlerin yazılarını okuyarak, bazen alıntılar alarak ana fikri aktarmaya ve yorumlamaya çalıştım.
İlk sayıda yayınlanan “Başlarken” yazısında “Son on beş yıl içinde Adığe Ulusu’nun muhacerette yaşayan kesiminin gösterdiği uyanış…” yorumu ile “Adıgeler” ağırlıklı bir yayının ipuçları veriliyor, Türkiye “muhaceret” olarak değerlendiriliyor, Adıgelerin 1960-1975 arasında “muhacerette” kimlik bilincinin yükseldiğinden söz ediyor. Bu yükselişin yararlı olması için de “… ‘kadro’nun ‘geçmiş-bugün-gelecek’ üçlüsünün ışığında ortaya koyacağı olumlu çabanın” önemine işaret ediyor. “Ulusal bilince” ulaşmış bir “kadro” hareketinin öncülüğünde “Adıge ulusunun” geri kalanının da silkinip uyanışı gerçekleştireceği ve bilincin toplum geneline yayılacağı değerlendirilmiş olmalı. Geçmişten ders alan, bugüne dair doğru analizler yapan ve geleceğe yönelik doğru hedefler koyan bir “kadro” bunu yapabilir yorumu yapılmış.
Geçmişte;
1.Adıgelerden,
2.İçinde yaşanılan toplumlardan ve
3.Dünya kamuoyundan istenilmesi gerekenlerin somut olarak belirlenemediği, “ulusal hakların” siyasal boyutları ile bir tez haline getirilmediği eleştirisi/değerlendirmesi yapılmaktadır.
“Bugün; … temel haklarından yoksun bırakılmış halkların, ulusal bağımsızlığı amaçlayan tüm eylemlerinin temeli, ‘kendi topraklarında kendi kaderini kendi tayin eden toplum’ ilkesidir.” genellemesinden sonra “Lâyık olduğumuz yarına; ‘kendi topraklarında kendi kaderini kendi tayin eden bir toplum’” değerlendirmesi ile özelde Adığeler için yarın/gelecek hedefini belirlemiş Yamçı.
Bu yaklaşımı yönlendirici bulduğumu, Kamçı gazetesi tanıtımında da yazmıştım. “Kendi topraklarında” vurgusu “Kendi kaderini tayin” ifadesine Kamçı ve Yamçı’nın bir ekidir, bu nedenle yönlendirme diyorum. “Kendi toprakları” ifadesi ile Türkiye’ye “Sizden toprak talebimiz yok, biz bölücü değiliz” mesajının verilmesi amaçlanmış olabilir.
“Kendi topraklarında kaderini tayin” edinceye kadar kimliğin yaşatılabilmesi için, Yamçı’nın ifadesi ile “içinde yaşanılan toplumlardan” beklentiler nedir, ne yapmak gerekir? Bu sorunun yanıtlarını bulmaya çalıştım.
“Okuyucuya” yazısına bakalım;
“…Muhacerette ulusal yaşamı sürdürme amacına yönelik ya da bu amaca katkıda bulunabilecek nitelikteki çalışmalar genel olarak iki ana bölümde özetlenebilir.
Bunlardan biri, … dernek çalışmalarıdır… Öteki ana bölüm, ulusal bilinç oluşturmadaki etkinliğinden yararlanma amacıyla başlatılmış olmasını umduğumuz, yayın çalışmaları olarak saptanabilir… Muhacerette geçmişi aydınlatacak, geleceği örgütleyecek kadroların oluşmasını sağlama çabası ve bu çabayı değerlendirip yaygınlaştıracak yayın gereksinimi hiçbir zaman yok olmamıştır…”
1975 yılı koşullarında dernek ve yayın çalışmaları eksen alınmış, öne çıkarılmış. Tabi ki sözü edilen çalışmaların içinin nasıl doldurulacağı/doldurulduğu da önemli.
Çerkesler bir fanus içinde yaşamadı, yaşamayacak. “Toprak talebimiz yok” lafını ederek iyi ya da sorun çıkarmayacak vatandaşlar olup derneklerimizde, yayınlarımızda kimliği yaşatmak ve geleceğe taşıyabilmek adına gerekli her şeyi yapabileceğimizi düşünmek olarak değerlendiriyorum. Son yıllarda dile getirilen “Ben de anadilimi kullanmak istiyorum ama ‘Kürtler gibi bölücü’ değilim” lafı gibi bir şey.
Türkiye’de kimliği korumak demokrasinin kalitesine bağlı, “demokrasi daha fazla demokrasi” talebi net ifade edilmeli, demokrasiden yana açık taraf olunmalıdır. Dernek ve yayın çalışmalarının demokrasinin düzeyine bağlı olduğu göz ardı edilmemelidir. Nitekim darbelerle, sıkıyönetimlerle… Dernekler de yayınlar da kesintiye uğramıştır. Yani kırıntıları ile yetinilen demokrasi hepten rafa kaldırılınca Çerkeslere de dokunmuştur.
1975’li yıllar, daha doğru bir ifade ile 1968 sonrası, “kendi kaderini tayin” lafının çok edildiği, tezler üretildiği yıllar. Tabi ki önceki deneyimlere ve öngörülere dayanarak yapılmış bunlar. Yamçı’nın yaklaşımı ise “kendi topraklarında kaderini tayin”, daha öncesinde Kamçı gazetesinin yaklaşımı gibi. Ki Yamçı zaten Kamçı gazetesine atıfta bulunuyor. Kamçı gazetesini verdiğimiz sayılarımızda (Eylül-Ekim 2017) konuya dair yorumlar yapmıştım.
Ve “Başlarken”i şöyle bitirmiş Yamçı; “Doğru ve yararlı bildiklerimizi birleştirmek için okumamız, eleştirmemiz ve birlikte yarınlara varabilmemiz umut ve dileğiyle…”. Umuda ve dileğe katılıyorum, ilk sayısı yayınlanıp 42 yıl geçtikten sonra da…
Gelecek sayımızda devam edelim…
Yamçı
Sayı: 1 Kasım 1975
Başlarken
Dünya halklarının “ulusal bağımsızlığı” amaçlayarak yürüttükleri eylemlerin zaman beşiği olan 20. yüzyılın üçüncü çeyreği de sona eriyor. Tarihi ders alınması gerekli bir öğreti sayan ve ondan ders alan toplumlar son çeyreğin gereksinimlerine hazırladılar bile kendilerini.
On beş yıl önce “acaba”, “olabilir mi?” çizgisindeki düşünceler, o çizgiyi çoktan aşarak yepyeni boyutlarla çıkıyor karşımıza. Helsinki zirve birleşiminin çıkarcı çocuğu “detante”, bağımsızlığın ardından gelen yönetim kavgasıyla Angola, uzak-doğudan ses veren bağımsızlığın güncel istekçisi Timor ve 20. yüzyılın son çeyreğinin Avrupası’nda özgürlük istemlerini, hamile kadınları ölümle cezalandırarak susturmaya çalışan faşist yönetimin, ulusal bağımsızlık çabalarını simgeleyen Basklar’a karşı utanç veren tutumu. Bağımsızlık savaşının uygulamalı öğretisi oluyor tüm bunlar, umutla bekleyen ezilmiş ve ezilmekte olan uluslar için.
Son on beş yıl içinde Adığe Ulusu’nun muhacerette yaşayan kesiminin gösterdiği uyanış, ulusal haklara duyulan özlem olduğu kadar bu öğretinin bir yansımasıdır da kanımızca.
Ancak bu uyanış, muhaceret kesimini bekleyen asimilasyon çekincesine ne denli bir karşıt güç olabilecektir. Sözgelişi koşulların çaktırdığı bir kıvılcım olarak sönüp geçecek mi, yoksa “ulusal bilinç”e sürekli ışık tutan bir meşale mi olacaktır?
Kuşkusuz bu uyanışı yararlı hale getirmek “ulusal bilinç”e ulaşmış bireylerden oluşan “kadro”nun “geçmiş-bugün-gelecek” üçlüsünün ışığında ortaya koyacağı olumlu çabanın ürünü olacaktır. Basit bir yaklaşımla bu üçlü ele alındığında şu görünüm çıkar ortaya;
Dün; salt kendi açımızdan gözlenirse “ulusal bilinç” ve “ulusal çıkar” kavramlarından, hele bu kavramların bugünkü anlamlarından çok uzaktır. Bu dönem, içinde bulunulan toplumların ulusal bütünlüğüne ters düştüğü sanılan, Adığe Halkı’nın çıkarlarının savunulması yerine, onların statü üstünlüklerini onlardan daha çok koruyan eylemsiz bir tutum içinde geçirilmiştir. Gerçekte geçmiş devrede;
a. Kendi halkımızdan,
b. İçinde yaşadığımız toplumlardan,
c. Dünya kamuoyundan istenilmesi gerekenler somut olarak belirlenememiş, “ulusal haklarımız” siyasal boyutları içeren bir ulusal sav biçimine dönüştürülmemiştir.
Bugün; dünya sömürgen güçlerinin çeşitli baskılarla şartlandırdığı, sosyo-ekonomi, kültür, özgürlük gibi temel haklarından yoksun bırakılmış halkların, ulusal bağımsızlığı amaçlayan tüm eylemlerinin temeli, “kendi topraklarında kendi kaderini kendi tayin eden toplum” ilkesidir.
Günümüzde Adığe Ulusu, Anayurt ve Muhaceret olmak üzere birbirinden farklı iki dünyaya kendi istemi olmaksızın bölünmüştür. Doğaldır ki bu temel ilke, bir uyanıştan umutlanan muhaceretteki Adığe Halkı’nın da düşünce ve eylemlerinin temel ilkesi olacaktır yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğini uğurladığımız yıl içinde.
Gelecek için söyleyebileceklerimiz ulus sorumluluğunu yüklenmesi gereken tüm aydınlarımızın görevidir kanımızca. Doğru ve yararlı bildiklerimizi birleştirmek için okumamız, eleştirmemiz ve birlikte yarınlara varabilmemiz umut ve dileğiyle…
Yamçı
***
Yamçı
Sayı: 1 Kasım 1975
Çağrı
Nart Savsur
Yıl 1864… İlk göçün başlangıcı, yok oluşun ilk adımı. Yıl 1975… Tam 111 yıl. Evet, bir yüzyılı geçkin bir süre ve “yine yeni bir şey yok Kafkas Cephesinde”.
Yok oluşla genişleyen varoluş isteği, bu isteğe karşın yitikler ordusunun artışı. Yok oluş yeni değil, bir süreç; anavatandan kaçışla başlayan çağımızın sanayi toplumunda gelişen, hızlanan bir süreç. Kafkasya’nın kendi kendine yeten tarıma dayalı bir ekonominin üst-yapısı olan kültürün, büyük göçle başlayan değişimi kent toplum yapısında yeni boyutlara ulaştı. Türkiye’den Ortadoğu’ya kadar uzanan bir şeridin değişik kesimlerinde, değişik yapısal değişikliklere uğrayarak kendi kendine yabancılaşan Çerkeslerin ulusal sorunlara yaklaşımındaki hareketsizlik, düşündürücü ve anlamlıdır. Oysa dünyada uluslar belirginleşmekte, emperyalizm gerilemekte, ulusal bağımsızlık savaşları yeni boyutlara ulaşmaktadır.
Toplumun çeşitli kesimleri, sosyo-ekonomik, kültürel şartlarına göre, “Ulus, Ulusal sorunlar, Ulusun geleceği” konusunda çeşitli fikirler ileri sürmektedirler. Fakat bütün çabalar bireysel ve grupsal girişimlerden öteye gitmemektedir. Uygulanmakta olan asimilasyon politikası topluma bir rahatsızlık verse dahi istek ve ihtiyaçlar belirli güçlerle kanalize edilmediği için güdüler etkisiz kalmaktadır. Toplumun dinamik, yol gösterici, arayıcı gücü olan aydınların ulusal sorunlara yaklaşımları tartışılması gereken bir konudur. Ulus, ulusal sorunlara yaklaşım kuşkusuz bir yöntem sorunudur. Kaynağını toplumun sosyo-ekonomik, sınıfsal yapısından, tarihsel gelişiminden almayan her türlü yaklaşım ütopik olmaya mahkûmdur.
Dünyada hiçbir toplum Çerkesler kadar ulusal sorunlarına yabancılaşmamıştır. Tarihte emperyalist olmayan ve türlü siyasal oyunlar için bir maşa gibi kullanılan bizler ulusumuzun geleceğini düşünmek zorundayız. Muhaceretteki geçmişleri bizim kadar olmayan Filistinlilerin “kendi kaderlerini tayin hakkı” konusundaki yiğit girişimlerini örnek alarak tüm aydın güçleri, partili partisiz tüm Çerkesleri, ulus, ulusal sorunlar, ulusumuzun geleceği, asimilasyon, kendi kaderimizi tayin hakkı konularında demokratik tartışma forumu olan “Yamçı”da fikirlerini görüşlerini açıklamaya çağırırken tüm omuzdaşlara selamlar ve sevgiler.
Yamçı
Sayı: 1 Ocak 1975
Yol ayrımı
Nart Savsur
Muhacerette bir asır tamamlandı. İkinci asrın başlangıcındayız. Günler geceleri, aylar yılları, yıllar asırları kovaladı. Geldik bilmem kaçıncı yol ayrımına. İlk yol ayrımı 1864’lerde Anavatanda başladı. Anavatanı terk etmek veya sonuna kadar mücadele… Sonuç biliniyor. Toprağından ayrılanlar için sonun başlangıcı. “Toprağından sökülüp saksıya dikili” bir ağaç örneği. Başlangıç acı. Hasret zor. Yığınların ölümü… Doğanın doğal seçimi. “Bana uyan yaşar”.
Kafkas insanı direndi. Tüm benliği ile, yabancılaşmamak için. Senelerce yabancıların toprağına, iklimine, insanlarına direndi. Ama yalnızdı, gün be gün güçsüzleşiyordu.
Sonun başlangıcı yazılmadı, yazdırılmadı. Bir nevi ulusal unutkanlık yaratıldı. Ulus yavaş yavaş kendi diline, kendi diri geleneklerine, kendi tarihine ve kendi uygarlığına yabancılaştı, yabancılaştırıldı.
Yabancılaştı, yabancılaştırıldı… Tartışılması gereken iki sözcük. Birinin nedenleri bizden, bizim içimizden geliyor. Yani ulusal beraberlikten, birlikten yoksun oluşun bir sonucudur yabancılaşma. Nedenleri toplumun iç dinamiğinde arayan bir görüş. Yabancılaştırmada bir dış zorlama var. İçinde yaşadığımız toplumların empozesi bir kültür zorlaması. Zorunlu bir yok oluş. Hiçbir insancıl, yasal dayanağı olamayan bir zorlama. Uluslaşma sürecindeki toplumların bütünleşme istek ve zorlamaları. “Bir dil-Bir ulus”, “Kaderde, kıvançta ve tasada ortak bir ulus” değer yargılarında kendisini bulan egemen bir ulusun kültür zorlaması.
Yol ayrımı bir seçenek. Neyin neyle? Kimin kimle? ayrılmasının bir seçimi. Kuşkusuz bu seçim yabancılaşma, yabancılaştırma tezleri arasında değildir.
Bu seçim, bu yol ayrımı, tarihsel bir ulus olup, Kuzey Kafkasya’nın yerli otoktan halklarından Çerkeslerin ulusal benliklerine kavuşup, tarih ve geleneklerinden gelen ulusal onurunun yaşatılmasıyla kendi toprağı K. Kafkasya’da kendi geleceğini kendi tayin eden bir ulus olma istemiyle ulusal benlikten uzaklaşıp, ulusal onurdan yoksun, tarih sayfalarından silinen, diğer toplumlarla bütünleşen bir yığın olma arasındaki yol ayrımıdır. Aslında bu yol ayrımı çağımızda tüm devletsiz ulusların bir seçeneğidir. Tarihte var olan ve halen ulusal yaşama mücadelesi veren halkların gelecekte de var olma istemidir, yol ayrımı.