Süreli Yayınlarımız 19-3

0
878

Yamçı

Kasım ve Aralık sayılarımızda, Yamçı dergisinin ilk sayısından Yamçı imzalı “Okuyucuya” ve “Başlarken”, Nart Savsur imzalı “Çağrı”; üçüncü sayısından Nart Savsur imzalı “Yol ayrımı” yazılarını yayınladık. Okuyucuya ve Başlarken yazılarına dair değerlendirmelerimi Aralık sayımızda yazmıştım.

İkinci sayısından Yamçı imzalı “Yersiz Kaygılar”, 10 sayının bir arada yayınlandığı ciltten “Yamçı Üstüne Birkaç Söz” yazılarını bu sayımızda yayınlıyoruz.

“Çağrı” başlıklı yazısında Nart Savsur değerlendirmelerine bakalım.

“… Yok oluş yeni değil, bir süreç; anavatandan kaçışla başlayan çağımızın sanayi toplumunda gelişen, hızlanan bir süreç… Türkiye’den Ortadoğu’ya kadar uzanan bir şeridin değişik kesimlerinde, değişik yapısal değişikliklere uğrayarak kendi kendine yabancılaşan Çerkeslerin ulusal sorunlara yaklaşımındaki hareketsizlik, düşündürücü ve anlamlıdır…”

Kimliğe yabancılaşma tespitine katılıyorum. “Anavatandan kaçışla başlayan” cümlesi hiç kurulmadan da ifade edilebilirmiş. Bir de “Başlarken” yazısında “Son on beş yıl içinde Adığe Ulusu’nun muhacerette yaşayan kesiminin gösterdiği uyanış…” yorumu ile uyanıştan söz edilmişti, burada ise “hareketsizlik” sözcüğü kullanılmış.

Bu sayımızda yayınladığımız Yamçı imzalı “Yersiz Kaygılar” yazısı değerlendirmesine; “Çerkes toplumu … yok oluşun sınırına gelip dayanmıştır” cümlesinin “Çerkes sorunu” üzerine yazanların kullanmamasını dileyerek başlayayım. Tespitten öte bir etki yaratmak için kullanılıyor olmalı. Ancak sorun ve çözüme dair sözü olanlar, inanç ve umut taşıyan cümleler kurmayı tercih etmeli. Ayrıca bir sınırdan söz etmek için bilimsel veriler gerek. Tabi ki “yok oluş görece bir tanım” diyerek her daim söze böyle de başlanabilir. Sürgünden 111 yıl sonra da, 153 yıl sonra da.

Yazının kaleme alınış gerekçesini aşağıdaki satırlarda bulabiliyoruz;

“Bu denli hızlı erimenin nedenlerine değinildiği zaman, erimeye karşı direnen bir avuç Çerkes aydınının direnişinin haklılığı da belirtilmiş olacaktır. Bu nedenle yazımızda kimi çevrelerin, Çerkes aydınlarının uğraşılarından duyduğu kuşkuları gidermeğe çalışacağız.”

Belli ki oto-kontrolcü “Çerkesler” Yamçı kadrosunun yazdıklarından rahatsız olmuşlar. Hemen her daim güce yaslanan, güce biatını sesli/sessiz sürdüren Çerkesimsiler olmuştur. Kısa ve öz, kendi bekaları Çerkesliğin bekasından daha önemli olan Çerkesimsiler, kimlik için olmazsa olmaz demokrasiden/daha fazla demokrasiden taraf değildir, güçten/iktidardan taraftır, güç ne derse odur. 1700’lerde Kafkasya’da feodal üretim ilişkilerinin hüküm sürdüğü zaman da, günümüz Türkiye ve Kafkasyasında da örnekleri vardır.

Yamçı’nın “kaygı duymayın” mesajı ise tam da kurtuluş reçetesine uygundur; “Türkiye’de yaşayan Çerkes Halkının, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve coğrafi bütünlüğünü tehlikeye düşürecek hiçbir dileği ve hak iddiası yoktur… Çerkes Toplumu, kendi dilini, geleneklerini, folklorunu, kısacası ulusal kültürünü sürdürmek istiyorsa, bu istek sırf ‘Kendi geleceğini, kendi vatanında çizen bir toplum’ olana dek ayakta kalmak, erimemek içindir. Bu denli suçsuz ve doğal bir hakkı, Türk halkınca, Türk hükümetince ve Türk aydınlarınca olumlu karşılanacağına inanıyoruz.”

“Devletin bekası” diye başlayan cümlelerin arkasından farklı kimliklere yaşam hakkını kısıtlayan aslında tanımayan, asimilasyonu hızlandıran iktidar sahiplerinin Çerkeslere özel bir uygulama yapılması mı beklenmekteydi acaba? “Biz zaten anavatanımıza döneceğiz, bizi idare edin” gibisinden. Bugünlerde ifade edilen “Anadilimizi kullanmak isteriz ama biz Kürt bölücüler gibi değiliz” cümlesine benzemiyor mu bu yaklaşım?

Yamçı kadrosu Birleşmiş Milletlere atfettiği “Her ulusun, her toplumun kendi dili ile okuyup yazması, konuşması, bu ana hürriyetlere saygı duyulması” cümlesi ile yetinse, “ulusun ve devletin bütünlüğü” gibi cümleler kurmasa, muradını anlatamaz mıydı? Ve hemen altını çizeyim, 1975’li yıllarda yazılanları değerlendiriyorum 2017’de.

Yamçı’nın birleşik sayısında (Mayıs 77 – Şubat 78) yayınlanan “Yamçı Üstüne Birkaç Söz” yazısı ile bitirelim değerlendirmeyi.

Yamçı’nın yayınlanma gerekçesi, 12 Mart faşizmi ile yayın yaşamına son veren Kamçı gazetesi ile birlikte değerlendirilmekte, geçen günlerde kadroların deneyim kazandığı, yayın gereksiniminin devam ettiği tespiti yapılmaktadır. Yamçı’nın asıl amasının anayurda dönüş olduğu ancak yayın politikası olarak farklı görüşlere de alan açıldığı belirtilmektedir ki doğrudur.

Yamçı kadrosunun yazılarında sol literatürden esinlendiğini görmek mümkün. Dönemin etkisi olmalı. Ve henüz SSCB’nin devam ettiğini, anavatandaki sistemin “sosyalist” olduğunu da dikkate almalı. Hal böyle olsa da temel eleştiri sol-sosyalist Çerkesleredir. Tabi ki soruna mesafeli duran daha geniş kesime bir eleştiri olsa da, aydınların öne düşmesi ile karanlıktan aydınlığa çıkılacağı kurgulandığı için asıl olarak ulusal sorunlarına “kendi topraklarında kendi kaderini tayin” anlayışı ile yaklaşmayan sosyalist aydınlar eleştirilmektedir. Eleştiri; “Birincil çalışma alanının kendi toplumları olması gerektiği” yönündedir.

Yayına son veriliş nedeni “Belirtilen çalışmaların gereği gibi sürdürülebilmesi kuşkusuz yeterli kadroların varlığı temel koşuluna bağlıdır. Tüm aksaklıkların nedenini bu kadrolaşmanın sağlanamamasında aramak gerekir” olarak belirtilmekle birlikte ilk paragraflarda ülke siyasi ikliminin etkilerine de değinilmektedir.


Yersiz Kaygılar

Çerkes toplumunun Türkiye kesimi büyük göçün 111. yılını tamamlarken yok oluşun sınırına gelip dayanmıştır. Bu denli hızlı erimenin nedenlerine değinildiği zaman, erimeye karşı direnen bir avuç Çerkes aydınının direnişinin haklılığı da belirtilmiş olacaktır. Bu nedenle yazımızda kimi çevrelerin, Çerkes aydınlarının uğraşılarından duyduğu kuşkuları gidermeğe çalışacağız.

Çerkes toplumu … bu günlerde, çoğunluğun kültürü içinde erimek, kaybolmak durumundadır. Bir ulusun yan yana yaşadığı başka uluslara hiçbir zararı dokunmaksızın yaşamını sürdürme, kültürünü koruma isteğini, ırkçılık, bölücülük ve şovenlikle suçlamak büyük bir haksızlık olur. Başka ırklardan, soylardan üstün olma savında olmadığımız için ırkçı değiliz, başka ırklar üzerinde sömürüye dayanan bir saygınlık kurmak amacımız da yoktur, aksine büyük ulusların yanında, onlarla hak eşitliğine sahip olduğumuzu savunuyoruz.

Birleşmiş Milletler (BM) Örgütü yasasının girişinde yer alan “İnsanın ana haklarına, şahsın haysiyet ve değerine, erkek ve kadınlar için olduğu kadar BÜYÜK VE KÜÇÜK ULUSLARIN HAK EŞİTLİĞİNE olan imanımızı yeniden ilan etmeye azmetmiş olan biz BM Halkı, bu amaçları gerçekleştirmek için gayretimizi beraberce sarf etmeye karar verdik” hükmünden de anlaşılacağı üzere çoğunlukta olan büyük uluslar aralarında yaşayan küçük ulusların varlığını kabullenmiştir. Yüz on bir yıldan bu yana kader birliği ettiğimiz kardeş Türk Ulusu BM yasası hükümlerini kendi Anayasasının bir cüz’ü olarak 1961 referandumu ile kabul ettiğine göre, kimi çevrelerde oluşan, yayınlarımıza ilişkin kuşku ve kaygılar yersizdir. Şöyle ki;

1- Türkiye’de yaşayan Çerkes Halkının, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal ve coğrafi bütünlüğünü tehlikeye düşürecek hiçbir dileği ve hak iddiası yoktur. Aksine, Çerkes toplumu kendi vatanı olan Kuzey Kafkasya’da “Kendi Geleceğini Kendisi çizen” bir toplum olma yolundaki çabalarında en büyük desteği Türk Halkından ve Türk Hükümetinden beklemektedir…

2- … Çerkes Toplumu, kendi dilini, geleneklerini, folklorunu, kısacası ulusal kültürünü sürdürmek istiyorsa, bu istek sırf “Kendi geleceğini, kendi vatanında çizen bir toplum” olana dek ayakta kalmak, erimemek içindir. Bu denli suçsuz ve doğal bir hakkı, Türk halkınca, Türk hükümetince ve Türk aydınlarınca olumlu karşılanacağına inanıyoruz.

3- … Çerkes toplumunun “Kendi vatanına dönebilme olanağı doğana kadar” ayakta kalmak, yok olmamak uğraşısını bölücülük olarak nitelemek, yüz on bir yıldır bu ülke ve devlet uğruna kemiklerini bu topraklara gömen çilekeş Çerkes halkına vurulacak haksız bir damga olacaktır…

Türk Halkına ve Toplumumuzun kimi çevrelerine şu hususu açıkça belirtmek isteriz. “Muhacerette yaşayan Çerkes Toplumu kendi vatanında kendi geleceğini kendisi çizen bir toplum olma amaç ve uğraşısı dışında hiçbir ulusun ve devletin bütünlüğünü tehlikeye düşürecek düşüncelere sahip değildir. Aksine BM Örgütü Yasasının 76/c maddesinde hükme bağlanan ‘Irk, cins, dil veya din farkı gözetmeksizin herkesin insan haklarına ve ana hürriyetlerine saygı gösterilmesini teşvik etmek…’ prensibinden hareketle, her ulusun, her toplumun kendi dili ile okuyup yazması, konuşması, bu ana hürriyetlere saygı duyulması için uğraşmaktadır. Tüm ulusların BM Yasası ile saptanmış temel hak ve hürriyetlerine saygılıdır ve kendi hak ve hürriyetlerine de saygı gösterilmesini istemektedir.” (Kısaltılmıştır)


Yamçı Üstüne Birkaç Söz

Gelişmemiş ülkelerde … periyodik yayın organlarının pek çok ortak sorunları vardır. Yayın yaşamını aksatmadan sürdürebilenler pek azdır. Bu durum, sermayenin destek ve güdümünde egemen güçlerin sözcülüğünü yapan yayın organları için söz konusu olmayabilir. Ama, egemen güçlerin şartlandırarak istismar ettiği geniş halk kitlelerinin bilinçlenmelerine, kendi sorunlarının çözümü doğrultusunda örgütlenmelerine katkıda bulunma çabasındaki hemen tüm yayın organları için aynı engeller ve korkulu sonuç söz konusudur.

Sözü edilen ikinci gruptaki yayın organları seslendiği kitle ile sağlıklı bir demokratik etkileşme ilişkisi kurabildiği, kısaca onunla bütünleşebildiği ölçüde başarılı olur, gelişerek yaşamlarını sürdürebilirler. Kuşkusuz genelde bile kolay olmayan bu işi başarmak, tüm ülke halkı üzerindeki genel baskılara ek olarak egemen ulus yönetimlerinin özel ulusal baskıları altındaki ulusal azınlıklar ve azınlık ulusal özelinde daha da zorlaşmaktadır…

… Çerkes ulusal azınlığının sorunlarını konu edinen Yamçı dergisi bu tür zorlu engellerle karşılaşmış bir yayın organıdır…

1970’lerde tümüyle amatör bir deneme olarak yayımlanan Kamçı gazetesi 12 Mart ara rejimi nedeniyle 12 sayılık deneme süresini tamamlayamadan yedinci sayısından sonra yayınını durdurmak zorunda kalmıştı. Kısa sürede bile ulaştığı düzey küçümsenemeyecek boyutlara varmış ve umut verici olmuştu.

Topraklarından koparılıp dağıtıldığı günden bu yana var olan ulusal-tarihsel eşitsizliklere, uygulanan kendine yabancılaştırma ve baskı yöntemlerine, asimilasyoncu politikalara rağmen Çerkes halkı tümüyle yok edilememiştir. Çerkes halkı bugün de kendi sosyal ve ulusal sorunlarına sahip çıkabilecek bir potansiyele sahiptir, gerçek aydınlarımızın görevlerini yapmaları ölçüsünde ulusal ve sosyal kurtuluş amaçlı mücadelesini yükseltebilecektir, bilgilenmeye ve bilinçlenmeye açıktır, böyle bir bilinci taşıyacak yayın organlarına gerçekten gereksinme duymaktadır.

Bu gereksinmeyi bastıran 12 Mart faşizmi Türkiye demokratik güçlerinde de önemli değişimler yapmıştır. Türkiye’deki Çerkes halkının ülkedeki genel koşullardan soyutlanamayacağı gerçeği, şu varsayımların düşünülmesini kolaylaştırmaktadır: Çerkes aydınları gözleri önünde olup bitenlerden olumlu dersler çıkarmış, sıcak mücadele yerine bilgilenme ve bilinçlenme düzeyini yükseltecek demokratik ulusal kültür birikimi sağlamaya yönelik çalışmaların sosyal ve ulusal kurtuluş savaşımındaki önemini kavramış olmalıdırlar. Anti-feodal, anti-faşist, anti-emperyalist ulusal kurtuluş mücadelesinin böyle bir tabanda filizlenip sağlıklı biçimde yükselebileceği gerçeğini görmüş, kısaca Çerkes aydınları hem nicel, hem de nitel bir gelişme göstermiş olmalıdırlar. Bu potansiyele dayalı olarak böyle bir ortamda çıkarılacak bir yayın organı en az Kamçı gazetesi kadar ilgi görebilmeli, demokratik etkileşmeyle gelişerek yayınını sürdürebilmelidir.

İşte Yamçı dergisi böylesi umut ve beklentilerle yayıma girmişti.

Yamçı dergisinin, kaba çizgileriyle de olsa muhaceretteki halkımızın somut durumunun ve bu durumdaki bir halkın muhaceret koşullarında ulaşabileceği çözüm yollarının ve statülerin genel tahlilinden, Anayurdumuz K. Kafkasya’nın bugünkü durumundan, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesinin özünden ve bu ilkenin diyalektik bir yaklaşımla somut durumumuza uygulanma çabalarının sonuçlarından kaynaklanan bir görüşü vardı kuşkusuz. Ama asıl amaç “Anayurda Dönüş” biçiminde söylenebilecek olan salt bu görüş doğrultusunda yayın yapmak değildi. Çerkes ulusal sorununu somut olarak demokratik tartışma ortamına getirebilmek, her nasılsa başka siyasal grup ve kliklerde yer almış olup kendi ulusal sorunlarıyla yeterince ilgilenmekten uzak kalmış Çerkes kökenli yetenekli ve deneyimli kişilerin dikkatlerini çekebilmek, böylece sosyal ve ulusal sorunlarımızın çözümüne ilişkin çeşitli çözüm yolu önerilerinin sadeleşerek kitle tabanına ulaşmasını sağlamaya çalışmak derginin başlıca amaçlarındandı.

Ne var ki yapılması gerekenler ve yapılabilecek olanlar, kuşkusuz, yapılmış olanlardan çok daha fazladır. Bunların ilk akla gelen başlıcalarını şöyle özetleyebiliriz.

Etnik kökenimiz ve ulusal tarihimize ilişkin konularda araştırma ve inceleme yapmak üzere çalışma grupları oluşturulabilirdi…

-Araştırma ve incelemeleri kolaylaştırmak ve özendirmek bakımından bir bibliyografya çalışması örgütlenebilir, kaynak tarama ve derlemeleri başlatılabilirdi. Sözlü kültür ürünlerimiz toplanmaya başlanabilir, anadil eğitiminin yaygınlaşmasına katkıda bulunabilecek biçimde düzenlenerek yayımlanabilirdi.

-Türkiye’deki halkımızın nüfus ve konumu saptanabilir, elde edilen verilerin ışığında her sayıda halkımızın yoğun olarak bulunduğu bir yöre veya bir köy tanıtılabilirdi… Toplumsal sorunlarımızın çözümüne katkıda bulunmak amacıyla çeşitli yörelerde anketler, toplumumuzun çeşitli kesimlerinin katıldığı röportaj, açık oturum ve forumlar düzenlenebilirdi.

Çerkes muhaceret edebiyatının oluşmasına, diğer çalışmaların hızlanıp yetkinleşmesine katkıda bulunmak amacıyla çeşitli konularda ödüllü yarışmalar yapılabilirdi.

Bütün bunlar neden yapılamadı ve şimdi de neden susuyoruz?

Özellikle şunu belirtmek gerekir ki yazımızın başlarında belirtmeye çalıştığımız varsayımlar ve beklentilerimiz umduğumuzdan ve kabaca saptamaya çalıştığımızdan çok farklıydı. Çerkeslik sorununun ve çözüm yollarının kimi güvensizlikleri ve kuşkuları giderebilecek ölçüde bilimsel olarak ortaya konulamamış olması, 12 Mart baskısından sonraki siyasal hareketlilik ortamında politize olmuş insanlarımızın çeşitli klik ve gruplara itilmesini, çekilmesini ve böylece kendi öz ulusal sorunlarından koparak dağılmasını getirdi. Belirtilen çalışmaların gereği gibi sürdürülebilmesi kuşkusuz yeterli kadroların varlığı temel koşuluna bağlıdır. Tüm aksaklıkların nedenini bu kadrolaşmanın sağlanamamasında aramak gerekir.

Türkiye’deki gerici hareketlerin, sorunlarımızı gerçek anlamda çözme çabalarımıza karşı çıkmalarını doğal karşılamak gerekir. Ne var ki … ilerici hareketlerin çoğunda bir Türk şovenizmi etkisi halâ görülmektedir. Bunlardan etkilenen ilerici Çerkesler de şovenizm fobisi ile öz ulusal sorunlarına gerektiği gibi eğilememektedirler. Daha önemlisi, aydınımız olması gerekenler … en kaba hatlarıyla da olsa programı, strateji ve taktikleri henüz belirlenmemiş olan Çerkes ulusal sorunu gibi karmaşık bir sorunun üzerine gitmekten kaçınmakta… program strateji ve taktikleri belirli genel hareketler içinde zincirin bir halkası olarak yer almakla yetinmektedirler. İlericilik, devrimcilik adına bunu yaparken asıl ilericiliğin kendi halkının öz sorunlarını omuzlamak olduğu gerçeğini hiç değilse pratikte gözardı etmektedirler.

Bütün bunlara karşın gelecekten umutlu olmak gerekiyor. Çünkü umutlu olmayı gerektiren gelişmeler de gözleniyor.

Her şeyden önce tüm çabalara karşın Çerkes halkı yok edilememiş bir toplum olarak ayakta durmaktadır… Gelişen TC-SSCB ilişkilerine paralel olarak Anayurttaki kardeşlerimizle ilişkilerimiz de gelişmekte, anadil eğitimi için gerekli araç ve gereçlerin sağlanması kolaylaşmakta, Anayurtta üretilen kültür ürünlerini izleme ve etkileşme olanaklarımız artmaktadır…

Halkının sorunlarına bilimsel ve kararlı biçimde sahip çıkacak genç kuşaklar bir yandan kendi ulusal bilgilenmelerini sağlarken, bir yandan da ulusal ve toplumsal sorunların çağdaş temel çözümlerini daha iyi kavrayacak, bu genel çözümleri kendi halkının somut koşullarına uygulayabilecek biçimde yetkinleşeceklerdir. Bugüne değin bu sorunlarla ilgilenenler de kuşkusuz kendilerini yenileyebildikleri ölçüde bu savaşımda yerlerini alacaklardır. Bunun sonucunda halkımızın gereksinme duyduğu artık kesinlikle bilinen yayın organları daha yetkin olarak yayınlanabilecek ve bu savaşım gittikçe yükselerek amacını, halkımızın sosyal ve ulusal kurtuluşunu gerçekleştirebilecektir.

Bileşik bu sayımızla -şimdilik dileğiyle- susarken Yamçı’nın yayınlanmasında gerek maddi yardımlarıyla, gerek içeriğine bilgi, emek ve çabalarıyla katkıda bulunan, gereği gibi katkıda bulunamadıkları için üzüntülerini bildiren, bundan sonraki çalışmalarda daha duyarlı ve kararlı biçimde katkılarını umduğumuz bütün arkadaşlara ve halkımıza içtenlikle teşekkür etmeyi görev biliriz.

Uzak olmayan bir gelecekte yeniden buluşmak umuduyla saygılar. (Kısaltılmıştır)

Yamçı

Önceki İçerikPsışho
Sonraki İçerikGlobalizm ve Çerkesler: Kendimizi Hazırlamak
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.