23 Şubat 1944 “Unutmayız, Ağlamayız, Affetmeyiz”

0
685

23 Şubat 1944 Çeçen ve İnguşlar’ın tarihlerindeki en trajik günlerden biridir. Yaklaşık 500 bin insan o gün evlerinden koparılıp hayvan vagonlarına yüklenerek Kazakistan’a yollandı. Yolculuk sırasında açlık ve soğuk nedeniyle binlerce insan hayatını kaybetti. Ölenlerin cesetleri vagonlardan karların üzerine atılıyordu.

O sırada Grozni’de bulunan Lavrenti Beria, 21 Şubat 1944’te Çeçen ve İnguşlar’ın sürülmesi emrini verdi. Bu emirden iki gün sonra “Lentil” adlı operasyon başladı. Sürgünün başlamasından üç ay önce İçişleri Halk Komiserliği (NKVD) birlikleri Çeçen ve İnguş köylerine yerleşmişlerdi. Bir kısmı köy sakinlerinin evinde kalıyordu.

Çeçenya Bilimler Akademisi üyesi Prof. Dr. Musa İbrahim, “Köylülere Karpatlarda bir operasyon yapılacağı ve benzer doğası nedeniyle askerlerin dağlık bölgelerde eğitim göreceği söylenmişti” diyor. Bölgede 100 binden fazla NKVD askeri vardı.

Askerlerin halka bilgi vermesi yasaklanmıştı ama bazı askerler evlerinde yaşadıkları insanlara ipuçları vermeye çalışmıştı. Musa İbrahimov şunları söylüyor: “Şatoy köyünden biri sürgünden önce boğa satmak için pazara gitmiş. Boğayı satamadan dönünce evinde kalan askerin çok üzüldüğünü fark etmiş. Sürgünden haberdar olan asker köylünün elinde yeterli para olamayacağını düşünmüş olmalı. Köylülerle sohbet eden askerler sert cezalara çarptırılıyordu.”

23 Şubat 1944 sabahının erken saatlerinde köylüler evlerinden koparılarak trenlere yüklenmeye başladı. 23 Şubat-15 Mart arasında yaklaşık 500 bin insan Kazakistan’a yollanmıştı.

Bulamaçla beslenen bebekler

Hayvan vagonlarındaki kadınlar çocuklarını beslemek için una su katarak bulamaç haline getiriyordu. Sürgün mağdurlarından Sovdat N., “Sadece unumuz vardı. Suyu nereden buldunuz diye soracaksınız. Mola verilince genç erkekler kar topluyordu ve onu eriterek una katıyorlardı” diyor. Yolculuk sırasında Sovdat önce kız kardeşini birkaç gün sonra da annesini yitirmiş.

Tren çok nadir mola verdiğinden tuvalet ihtiyaçlarını karşılamak konusunda sıkıntı yaşayan insanların çoğu idrar yolları enfeksiyonu nedeniyle hayatını yitirmişti. Askerler ölenleri dışarı atıyordu.

Musa İbrahim’in ailesi de sürülenler arasındaydı. Sürgün sonrasında doğan Musa’nın henüz 6 aylık abisi o yolculukta hayata veda etmişti. Musa İbrahim, “Annem hayatı boyunca acı çekti. Vagonda bulunan bir aile büyüğü, ‘Çocuğunun cesedini askerlere gösterme. Götürüldüğümüz yere varınca gömeriz’ demiş. İki hafta boyunca cesedi saklamışlar” diyor.

Taus Magomadov’un kaderi

12 yaşındaki Taus Magomadov ve annesi sürgünden 3 gün önce hastanede idi. Annesi hayatını yitirmiş ve eşinin acısını yaşayan babasının kapısı askerler tarafından çalınmıştı. Annesinin öldüğünden haberi olmayan Taus’un torunu Aset Okuev, “Dedem askerlere kızının hastanede olduğunu ve bakıma ihtiyaç duyduğunu anlatmış ama ’halk düşmanı’nı kim dinler ki? Alıp götürmüşler. Başka bir vagonda gönderilen babaannem birinin öldüğünü duyduğunda ölenin annesi, babası ya da ablası olmaması için dua edermiş” diyor.

Kazakistan’a varıldığında 12 yaşındaki Taus, Karaganda’da bir yetimhaneye gönderilmiş. Onları besleyemeyen babaları tarafından yetimhaneye bırakılmış altı Çeçen çocuk daha varmış. Babaları her gün çocuklarını ziyaret ediyormuş. Adam yetimhaneye uğradığında Taus kendi ailesini sormuş. Taus’la aynı köyden sürüldüklerini anlayan adam akrabalarını bulmak konusunda Taus’a söz vermiş.

Aset’in babaannesi Taus o günleri şöyle anlatmış: “Altı kez yetimhaneden kaçmaya çalıştım. Meğer babam beni öldü biliyormuş. Babamı bulmasını istediğim köylümüz ona benim öldüğümü, gömüldüğümü ve hatta cenaze için bir koç kurban ettiğini söylemiş (dini geleneğe göre bir çocuk öldüğünde koç ya da dana kesilir ve fakirlere dağıtılırdı). Bunu belki de kendi ailesine destek sağlamak için söylemişti. Çünkü herkes açlığını gidermenin peşindeydi. Babam bilgi verdiği için adama teşekkür etmiş ve cesedini ortada bırakmadığı için iki dana vererek minnettarlığını göstermiş.”

Taus yedinci denemesinde yetimhaneden kaçmayı başarmış. Parasız olduğu için bir trene gizlice sığınmış. Tren durduğunda kontrolörlere görünmemek için gizleniyormuş. Leninogorsk şehrine varmayı başaran Taus karşılaştığı Çeçenlere akrabalarını soruyormuş.
Taus o günleri şu cümlelerle anlatmış torununa: “Hiç umudum yoktu. Çeçenlerden biri beni halama götürebileceğini söyledi ve yola koyulduk. Yol boyunca halamın beni görünce ne kadar sevineceğini düşünüp durdum. Sonrasında anne ve babamla da buluşabilecektim. Halam beni görünce inanmamıştı çünkü öldüğümü sanıyorlardı. Çocukluğumda geçirdiğim bir kaza sonucu sol ayağımda kalan yanık izini görünce ben olduğuma inandı.

Kızının yaşadığı haberini alan babam inanmamış ve ölülerin öbür dünyadan gelemeyeceğini söylemiş. Karşı karşıya geldiğimizde ağlamıştı, babamın gözyaşlarını hayatımda ilk kez görüyordum. Annemin yıllar önce öldüğünü o zaman öğrendim.”

Yıllar sonra evlenen Taus yedi çocuk doğurmuş. 2012’de hayatını yitiren Taus geride 22 torun ve 14 torun çocuğu bırakmış.


Muhazar Cebrail

1944 Şubat’ında henüz 13 yaşındaydı. Ailesiyle Zandak köyünde yaşıyordu. NKVD birliklerini taşıyan kamyonların köye girişini ve annesinin yaşadığı telaşı şu sözlerle anlatıyor:

Annem dizlerinin üzerine çöktü ve gözyaşlarına boğuldu. Kamyonların köy halkını almaya geldiğini ve bizi çok uzaklara götüreceklerini söyledi. Askerler, “Kocanı çağır” diye bağırdı. Annem ise “Evde değil” diye cevapladı. Askerler makinalı tüfekleri bize doğrulttu. Tam o anda ağabeyim geldi, çabucak giyinmesini ve onlarla gitmesini istediler. Sonra eve girdiler, her yeri aradılar. Çantalarda silah olup olmadığını kontrol ettiler. Ağabeyimle gittiklerinde ağlamaya başladık.

Başka bir köyde yaşayan teyzem sürgünün başladığı gün öldürüldü. Su almak için çeşmeye gittiğinde askerler ateş edip öldürmüş.

Kazakistan’a vardığımızda daha önce eşeklerin barındığı bir ahıra gönderildik. İçeri girdiğimizde tavanda gezinen yılanları fark ettik. Şartlar korkunçtu. Yiyeceğimiz yoktu. Birkaç ay içinde babam açlıktan hayatını kaybetti. Bu arada iki ağabeyim bizi buldu ve kavuştuk. Tüm akrabalarımızı açlık nedeniyle yitirdik.


Amin Dovtuk

Uşkaloy köyünden sürgüne gönderilen Amin Dovtuk, 1957 yılında köyüne dönmüş. 89 yaşındaki Amin eski evlerinin arsasına yeniden inşa ettiği evin önünde o günleri anlatıyor:
Babam yoktu, dedemle yaşıyordum. Dedem çok hastaydı ve ona ben bakıyordum. Askerler sürgün için eve geldiğinde dedem gitmeyi reddetti. Beni bir kamyona atıp götürdüler. Dedeme ne olduğunu bilmiyordum.

1957’de köyüme döndüm. Ne ev vardı ne de tarlalar. Her yerde yanmış tahta parçaları vardı. Toprağı kazmaya başladım ve dedemin iskeletini buldum. Kemikler simsiyahtı. Sanırım dedemi öldürüp sonrasında evi evi yakmışlardı.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz