(14 Mart Adige Dil Gününüz kutlu olsun)
Dil tarihi, insan tarihiyle yaşıttır, hatta daha da yaşlıdır. Çünkü insanoğlu yaratılmamışken dil vardı. Hani dil deyince sadece insan dilini anlamayın. Her varlığın kendine özgü bir dili vardır. Bitkilerin, hayvanların, yerin, göğün, denizin, suyun, rüzgârın, yağmurun bir yerde bir ses varsa orada bir dil var demektir. İnsanoğlunun kullandığı dil tabiatın dilinden öte bir şey değildir.
Şüphesiz ki en büyük mukallit insanın kendisidir. Dedemiz Âdem, anamız Havva ile yeryüzünde bir başlarına yaşarlarken kimden neyi işitmişlerse onu taklit etmişler, terennüm etmişler ve sesin sahibini işittikleri o sesle isimlendirmişler, sonunda da isimler yani ilk kelimeler öylece ortaya çıkmıştır. Bu otokton olan doğal seslere baktığımızda hepsinin tek sesli olduklarını görürüz. Onun için kelime kökleri tek sesli olan kelimeler orijinal seslerdir ve kadim seslerdir. Sesli harfler sizi yanıltmasın, asıl ‘sessiz’ seslerin izini iyi hatip etmek gerekir. Sessiz, ifadesini bir terminoloji olarak kullandım. Sessiz diye bir ses yoktur aslında her ses seslidir. Fonksiyonel olarak, yerleşmiş bir terim olduğu için kullanıyorum sessiz sesler, ifadesini.
Başlangıçta tek dil var ve zamanla sadece diksiyon farklılıkları oluşuyor. İşte birçoklarıyla benim ayrıştığım nokta da tam burası. Çoğu Bugünkü Adıgabze ‘den işe başlıyor, bense ilkel dönemden. Dilin il oluşum sürecinde tek heceli diller, ikinci oluşum sürecinde çift heceliler diller doğuyor. Aradan binlerce yıl sonra. Üçüncü evrede Arapça, Aramice İbranice gibi diller oluşuyor ki bunlar üç heceli dillerdir. Dikkatinizi çekerim ‘diller doğuyor’ demiyorum; diller oluşuyor. Çünkü bir ana evreden kopuk ve bağımsız değiller. Bunun çokça ve çeşitli nedenleri vardır ki burada bu konuya girmeyeceğim.
Arapça kurallı ve düzenli gelişmiş bir dil olması nedeniyle kazdıkça altından Adıgabze çıkıyor. Eğer bugün Adıgabze otokton olama özelliklerini yitirmiş olsaydı, biz bugün bunları söyleyemeyecektik. Adıgabze kökünü yitirmeden gelişti, tıpkı dilin sahibi Adigeler gibi.
Adigece kökenini yitirmeden devam etti diyoruz. Elbette ki değişiklikler de oldu. Olmaması kurala aykırı. Ama bir ana damar sürekli korunuyor, bu önemli. Demek istediğim budur.
M.Ö. Bakır, Tunç Çağları hatta Taş Devri kelimeleri iyi kazımak gerekir. Yerleşik ve fakat ilkel dönem icatların izleri bolca vardır oralarda. Birkaç kelimeyle örneklemeler yapalım.
Genç Hititler dönemine ait Kapadokya (Cappadocia), bölgesi 60 milyon yıl önce; Erciyes, Hasan Dağı ve Güllü Dağı’n püskürttüğü lav ve küllerinden oluştur. En belirgin özelliği yumuşak tabakalardan oluşmuş olması ve milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgâr tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmış olmasıdır. Bu bir bunu bir kenarda tutun. Biz kelimeyi çalışırken, kelimenin tarihçesini kıstaslarımın içerine alırım. Çünkü bu önemli bir kanıttır.
İkincisi olarak kelimeyi ayrıştıralım. Khapetekhu /къапэтэкъу, desem bugün bile Adıgabze’yi bilip de kelimenin anlamını bilmeyecek bir Adige bulamazsınız. Üst uçlardan bir şeylerin dökülmesini ifade eder. Tek tek ayrıştıralım.
Tekhu/ тэкъу: bir şeyi dökmek, serpmek, saçmak fiilinin emir kipi. Mastar hali TekhuN, mastar eki N sesini alır.
Pe/пэ: Kelimenin 1. Anlamı, burun. Ancak diğer kelimelerle birleştiği zaman ön, ileri, lider… benzeri anlamları katar.
Petekhu/пэтэкъу: Bir şeyin başka bir şeyin ucundan dökülmesi, demektir. Thapexe çığım petekhu./Yapraklar ağaçtan dökülüyor.
Kh: sesi eylemin başına geldiği zaman eylemi özne merkezli yapar. – Bunu bilen henüz bir Adige’ye rastlamadım, desem abartı olmaz, ya da benim cahilliğime sayın. – bu yön zarfı diyebileceğimiz kelime A sesi ile kullanıldığında başına geldiği eylemin öznesini çoğullaştırır. Örneğin Khıpetekhu/къыпэтэкъу dediğimiz zaman bir şeyin ucundan dökülüyor, khapetekhu/къапэтэкъу, dediğimiz zaman çok şeyden dökülüyor anlamı katar. Ancak bu dökülme, kh/къ sesinin başta olması nedeniyle, bizi ilgilendirir tarzda, dize doğru olduğunu, anlarız. Görüldüğü gibi kelime Farsça Güzel atlar, falan değilmiş. Bu terim 12 Eylül’ün korkusuyla sergisi açabilmek için Ozan Sağdıç tarafından uydurulmuştur. Ancak sanıldığı gibi de Rumca değildir. Roma’dan önce yerli halk tarafından üretilmiştir. Kelimeyi zaten yukarıda izah ettim.
Kelimenin sonundaki –ia/иа eki 3. Tekil şahsa ait demektir. Anlamı ise ona ait demektir. Arapça tertiplerde araya giren –i sesi de buradan gelmektedir.
Sonuçta, kelimenin oluştuğu coğrafya, tabiat hadisesi, ses bilgisi ve köken bilgisi vs. bizi o dönem Anadolu’da yaşayanların kullandığı dilin Adıgabze kökenli olduğuna götürmektedir.
Gelelim, Tutalia isiminin tahliline:
T’ut’a lia (Tutaliya) kelimesinine de değinip geçelim. Bunu daha önce de yazmıştım. Hititlerde Dört kral var Tutalia adını taşıyan. Ley desem Kaberdeyler daha iyi anlayacaktır. Liye desem Batı diyalektiğini kullananlar daha iyi anlayacaklardır. Kelime zarar vermek, kesici bir şeyle yaralamak demektir. Sıfattır ve ismin aslından değildir. Ete kötülük yapmak. Şimdi savaşa gidiyorsunuz ve savaşta artakalıp geliyorsanız khêlığ, deriz. Hepsi bize bugünkü anlamda GAZİ ünvanını anlatıyor. Tuta Liya: Gazi Tuta, demektir. Üzgünüm ki bugünkü Adigeler bunu unutmuş vaziyettedirler. Tuta kelimesini demeye gerek bile yok isim olarak hala kullanılmaktadır. Ses sanatçımız Tut Zawur örneği gibi.
Başka bir örnek daya verelim. Ancak bu da Car (İngilizce araba) kelimesine bir bakalım. Ayrıca Türkçede kullanılan kağnı kelimesiyle birlikte ele alalım.
Ku/ку kelimesi Adigece araba anlamında kullanılır. Ancak gerçek anlamı araba demektir. Hatta Adige ku, deriz Kağnı arabası için. İngilizcede de Car (Kar) kelimesi araba demektir. Peki Adigecede KUR demez miyiz? Deriz. Aynı şeyi anlatıyor. Peki KAR nereden çıktı Koca kütüğü ya da Ağaçtan yapılmış, ilkel araba tekerleğini yuvarlayın ve çıkardı sesi dinleyin. İşte duyacağınız ses tam da ku sesinin tekrarından başka bir şey değildir.
Kelimenin sonundaki R sesi kelimeyi belirtili hale getirir, anlamı pekiştirir ya da isim yapar. İşlek bir sestir.
O zaman tekerleği de Adigeler buldu. Desek çok mu abartmış oluyoruz. Aksisini ispatlanana kadar tezim doğrudur. Bilginize…
Kağnı kelimesi daha sonraları aynı mantıkla üretilmiştir: Kağnı kelimesi de ağlamak demektir. Baştaki Kh sesini yukarıda, Kapadokya kelimesinde izah ettim. Ğın ağlamak demektir. Kağnı kelimesi, ağlayan eyleminden esinlenilmiş ve aynı ağlama tanımlamasını yapmaktadır. Teori aynı, kurallar aynı, anlam aynı. Kelimeler adeta resim çiziyor insana.
Bakın bu kelimeyi daha önce de yazmıştım. İngilizce bir kelime. Peki İngilizce nece? Şimdilik bir şey yazmıyorum. Kelimeyi ele alalım.
Shop: satış yeri. Neden shop İngilizce ya da başka dilde satış yeri olarak anlıyoruz? Cevap yok. Ama Adigece var. Şe: Sat. Götür. P’e: 1.anlam Yatak. Sonra? Sonrası yer, mekân, yuva anlamlarını kelimeye katar. Şap’e: Satış Yeri.
Diğer dillerde gerekçe için Bilinmezlik Teorisi, deyip çıkıyor. Adıgabze ise Cevabı veriyor, size kendini anlatıyor.
İnsanoğlu ilginç bir varlık. Biraz haset, biraz kin, biraz nefret, biraz güzellik, biraz bilimsellik vs. taşır. Bu konuyu zaman zaman konuşur, yazar-çizeriz. Siz bir şey söyleyene kadar böyle bir şeyi düşünmeyen insanlar, siz yeni bir şey söylediğinizde allame-i cihan kesilirler, hemen itiraz ediverirler. Çünkü onların çoğu kendilerini yanlışa kurguladıkları için farklı bir düşünceyi hemen kabul edemezler. Kendilerini inkâr etmiş gibi gelir. Unvanı ne olursa olsun yıllardır doğru, diye savunduğu, yıllarca besleyip büyüttüğü, öğrettiği ne varsa boşa çıkıyor. Bu sefer, sen bilmiyorsun, deyip sırtını dönüveriyor; yalan-yanlışlarına, sığ şeylere yeniden dönüyor. Oysa ki derinlik köklerde. Kolay değil adam fikri bir devrimle karşılaşıyor. İnsanı şüpheye sokmak ürküntü verir. Oysa bilimde şüphe vardır her zaman. Ama zamanla iş öyle bir hal alıyor ki her şey kas katı kesiliveriyor.
Yazımı kısa iki anekdotla bitireyim. Dil üzerine araştırmalar yaptığını söyleyen bir öğretmen, benimle saatlerce tatlı tatlı sohbet ettikten sonra döndü; beni çırılçıplak soydun. 20 yıldır biriktirdiğim dil adına, Türkçe adına ne varsa hepsi çöp, dedi. Büyük bir itiraftı.
Diğer anekdot ise Myekhuape’de geçti. Müzikteki makam kelimesini anayurtta yaşayan bir Çerkes büyüğümüz, inatla benimle tartışıyor. Makam (Hicaz makamı, rast makamı falan) notalı söylem şekli. Arapça kelime. Dilimize oradan girdi, diyor.
Arapça güçlü ve eski bir dil. Biz nota, makam bilmeyiz falan bir şeyler söylüyor. Sonunda;
-Peki, makhe/макъэ, nedir? dedim. Kıpkırmızı kesildi. Arapçada nida kelimesini ses anlamına geliyor diye biliyorum, dedim. Şok oldu.
-Peki, dedim, me; nedir? diye sordum.
-Koku, dedi.
-Peki, makhame, dersem sesin kokusu anlamaz mısın?
-Tabi anlarız, dedi.
-Eее, notalı söylemi yani wored (şarkı) söylemeyi mekhame/мэкъамэ kelimesinden daha güzel nasıl izah edebilirsiniz?
Adıgabze’ye şapka çıkartıyorum. O, sizinle konuşuyor, kendini anlatıyor. Adıgabze size, kendini bu kadar net anlatıyorken anlamayan Adigeler varsa ya da anlamakta direnenler, lütfen kendinize dönmekte acele etsinler. Çünkü zaman çok çabuk geçiyor; çünkü dilin ve kültürün taşıyıcıları her geçen gün azalıyor. Yaban sular bulanık, insanı hem yoruyor ve hem üzüyor.
Değerli okurlarım bu vesileyle 14 Mart Adige Dil Günü kutlu olsun. Sibze, sipse; sibze siduney.