Adıyüf, anavatanda sergi açtı

0
810

Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı YK üyesi Rengin Yurdakul, vakıf bünyesinde çalışmalar yapan Adıyüf Kadim Çerkes El Sanatları Atölyesi’nin Nalçik Madina Saralp Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiği sergiyi ve Kabardey-Balkar’da yaşadıklarını Jıneps’le paylaştı

Bu yıl soydaşlarımızdan, kardeşlerimizden, topraklarımızdan, dağlarımızdan koparılmışlığımızın; büyük ayrılışın 154. yılı.

Oysa gün gelecek ki kimseler bilmeyecek bu halkların nereden ve neden geldiklerini.
Değerli gazeteci Fehim Taştekin’in benzetmesi ile her düğünde dansa kalkan kızlarının,
‘Kafe’ oynarken, Kaf Dağı’ndan zorla göçe çıkarılmış kuşlar gibi süzüldüklerini, oğullarının ise ‘Leperuş’ ya da ‘Lezginka’ oynarken, yarım kalmış bir savaşın ritmini tuttuklarını kimse bilmeyecek…

Ey Tanrı,
Ey Büyük Tanrım !
Herkesin yakardığı
Ama kimseye yakarmayan Tanrım !
Yeryüzündeki bütün halkları özgür ve mutlu kıl, fakat biz Çerkesleri de unutma !

17 Nisan sabahı saat 5:00 gibi Minvodi’ de rehberimiz Aslan Shakua karşıladı bizi. Çok genç, bilgili ve bilinçli bir genç adam. İstanbul Üniversitesinde Bilgisayar mühendisliği okumuş, daha sonra Rusya’da birkaç şehirde çalışırken birden yavaş yavaş Adigelikten çıktığını farkedip vatanına dönmüş, simultane Rusça, Adigece ve Türkçe çeviri yapabilen bir genç. Adı yine Aslan olan bir başka genç adamın sürücülüğünde sabah 7: 00 civarı Nalçik Grand Kavkaz otelinde idik.

Workshoptan bir görüntü

Sabahın temiz serinliğinde ulu çamlar ve bülbüllerin konseri ile karşılandık. Hiç nefes alırken ne soluduğumuzu fark edebiliyor musunuz? Soluduğumuz havanın temiz serinliğini, kendine özgü kokusunu fark edebiliyor musunuz.? Orada bronşlarınızı bile hissedebiliyorsunuz.

Temiz havadan sarhoş olmuş bir şekilde odalarımıza yerleştik ve rüya günlerimiz başladı.

Serginin açılacağı kültür merkezinin kurucusu ve sahibesi sevgili Madina Saralp bir program nedeniyle Moskova’ da olması gerektiğinden gezi programımızı 17-21 Nisan olarak planlamıştık. İlk günümüzde Jacques Cousteau’ nun dahi merakını çeken ünlü Mavi Göl’ e gittik. Mavi gölün derinliği bilinmiyor ve bu göl çevreden her hangi bir akarsu ile beslenmiyor ve hep derin. Uzmanların Hazar Denizi ile dipten bağlantısı olduğuna dair araştırmalar yaptığını ama henüz kesin ispatlanamadığını anlattılar.

Daha sonra öğle yemeğimizi; II. Dünya savaşından sonra Almanlara yardım ettikleri gerekçesi ile yaşayanlarının topluca sürüldüğü bir Balkar köyünün harabelerine bakıp, hafızalarımızın derinliklerinde bir yerlerde kalmış, terk ettiğimiz köylerimizi düşünerek yedik.

Yediğimiz bütün yemekler çok güzeldi. Her yemekte mutlaka Şate sos olarak sunuluyordu. İster tatlı ile, ister et ile veya hamur işleri ile yiyorsunuz. Çok lezzetli. Ve çok farklı bir bitki çayı içtik, Yabani iğde meyvesinin ezilip başka meyve ve baharatlarla karıştırarak yaptıkları bir çay. Çok güzeldi.

      Madina Saralp                     Bengün Gül                          Asya Eutij

2. gün Çegem Şelalelerine gittik. Sözün bittiği ilk etabımızdı şelaleler. Hiçbir zaman hayal dahi edemeyeceğim, eski fotoğraflarda Tiflis Askeri Yolu diye adı geçen geçitte yürümek…

Suyun bu sene biraz az olduğunu söylediler, oysa muhteşemdi. Orada görüyorsunuz dünyanın nasıl yaşlı olduğunu. Kayaların katmanları size bir taraftan sonsuzluğu anlatıyor diğer yandan hani eski bir Adigece ağıtta geçen mısraların hiç de rivayet olmadığını…

“Yunan gezginleri Kafkasya’ yı gezerken yaşlı bir adamla karşılaşmışlar ve sormuşlar ‘sen de kimsin, nereden çıktın?’, ihtiyar yanıtlamış:

Koca dünya pelte halindeyken
Yeryüzü henüz kabuk bağlamışken
Gökleri ağlarla gerip yükseltirlerken
Yeryüzü loğla dövülüp sertleştirilirken
Ulu dağımız küçücük bir tümsek gibiyken
Koca İdil’i küçükler adımlayıp geçerlerken
İşte o zaman ben aksakallıydım…”

Daha sonra Nart Efsanelerinde Sataney Guaşe’nin taştan doğan oğlu Sosruko’nun insanlara ateşi getirişini dağlara inşa ettikleri Restoran Sosruko’ ya gittik. Sezon açılış çalışmaları vardı. İçeriyi gezemedik.

Akşam eski dostlar Nalçik’in herkesçe bilinen Leyla Kafesinde buluştuk. Ah neler yad ettik neler.

Zarina kanukova ile açılış seromonisinde

19 Nisan günü Vladikavkaz’a gittik. Valdikavkaz ulusal müzesini ve Terek Gazetesi müzesini gezdik. İki müze de küçük ölçekli ama son derece güzeldi. Müzedeki baskı makinesi ve kâğıt kesiminde kullanılan giyotin çok ilgi çekici idi. Müze çalışanları Türkiye’den geldiğimizi öğrenince daha da çok ilgilendiler. Öğle yemeğimizde, şimdiye kadar yediğim en güzel (çok yemedim tabii ama) Fıccın’ ı yedik. Yanı sıra yediğimiz tadımlıklarda çok güzeldi ama Fıccın bambaşka…

20 Nisan günü Elbrus’ a çıktık. Evet Elbrus. Avrupa ve Asya’ nın bağlantı çivisi. Ulu, kucaklayan, saran, koruyan Elbrus. 5642 mt. İşte burada Yaradan size ben büyüğüm diyor. Ne kadar eski, ne kadar muhteşem, akıl almaz, ulu… Ne yazık ki hava çok sertti. Çok soğuktu ve müthiş bir tipi vardı. Turistleri 3400 metreye kadar çıkarıyorlarmış. Bu yükseklikte bile nefes almakta çok zorluk çekiyorsunuz zaten. Özellikle ben oldukça zorlandım. Ama buraya kadar geldikten sonra Elbrus’a çıkmamak nasıl olurdu ki. Teleferik sizi iki etapta çıkarıyor ve oldukça rahat çıkıyorsunuz. Tipiden çok fazla bir şey görmememize rağmen ben kendimi çok şanslı ve de mutlu hissettim. Öğle yemeğimizi muhteşem manzara eşliğinde yine çok şık ve lezzetli yemekleri olan bir restoranda yedik.

Nalçik’e dönüşümüzde Sevgili Madina ile tanışmaya ve görüşmeye gittik. Çok sıcak bir karşılaşma idi. Birlikte çalıştığı genç hanımlar ve diğer arkadaşları bütün heyecanımızı ve kaygılarımızı giderdiler ve biz de kendimizi ellerine bıraktık. Tabii ki en büyük sıkıntımız, Medinet Ergün arkadaşımızdan başka hiçbirimizin dilimizi bilmemesi idi. Rehberimiz ve tercümanımız sevgili Aslan her an her dakika dilimiz, elimiz oldu ama aracısız anlaşmak nasıl bir duygu oluştururdu acaba, düşünemiyorum.

Sevgil Madina sergiyi bizzat kendisinin hazırlayacağını söyleyince biz biraz daha boş gün kazanmış olduk. Oysa zannediyorduk ki İstanbul’ daki sergilerimizde olduğu gibi günlerce önceden çalışmaya başlayacağız. Malzeme sıkıntısı çekeceğiz falan. Bu durumdan faydalanarak Cumartesi sabah, daimi pazar yerinde çıkan yangından dolayı Abahazya meydanına kurulan pazara gittik. Bahar geldiğinden dolayı her taraf çiçek ve sebze fideleri ile doluydu. Tanımadığımız pek çok tür gördük. Pazarın bizim için en ilginç tarafı eski eşyaların satıldığı yerlerdi. Nadir de olsa birkaç değişik parça bulduk. Daha sonra ise İstanbul’da olsa çam korusu olarak adlandırılacak Nalçik Parkına gittik. Tertemiz. Güzel ve düzgün yürüme parkurları olan ve içinde iki adet doğal göl bulunduran ünlü Atajukinski parkı.

Leyla Kafe’de

Ayrıca ünlü düşünür ve yasa yapıcı Kazanuko Jabağı ve eşinin mezar taşları da bu parkın içine getirilmiş.

Akşam ise Tameris Kafe’de yine dostlarla birlikte idik.

Pazar günü sevgili Madina bize hiçbir şey yaptırmadığı için yine bol vaktimiz vardı.

Günümüzü Nalçik içinde gezerek geçirdik. Düşünebiliyor musunuz öyle bir şehir ki, geniş düpedüz yollar, yol kenarları, gövdeleri kireçle ilaçlanmış devasa ve kopkoyu yeşil çamlar, kuş sesleri ve ufukta Ulu Elbrus. Neredeyse her yerden sizi görüyor, sarıyor ve koruyor.

Pazartesi günü serginin açılış günü idi. Burada oldukça önem veriliyor açılış günlerine, özel davetiye ile sanatçılar ve otoriteler davet ediliyormuş. Bu duyumdan dolayı da bizde ki korku, kaygı ve de heyecanı anlatmam mümkün değil. Saralp Kültür Merkezi’ nin bulunduğu alan Nalçik Parkının girişine yakın yine çok güzel bir yeşil alanın ortasında. Alana girişte, Lermotov için yapılmış küçük bir anıt var. Sonra o çok nefis yapıyı görüyorsunuz. Ve ancak kapıyı çalınca içeri alınıyorsunuz.

Açılış seremonisi giriş katında yapıldı. Sunucu hanım, Nalçik’te ünlü bir sunucu, yazar ve şair Zarina Kanukova idi. Davetliler arasında beni bağışlasın ismini not almadığım için hatırlayamadığım yaşayan en yaşlı ressam ve ödüllü kompozitör, besteci Cebrail Haupa, Avladin Dumaniş, Zuber Euaz, Stass Mustafe ve isimlerini bilmediğim pek çok kişi vardı. Kültür bakanı Kumahov da bizleri bizzat tebrik etti. Ve bütün kaygılarımız, beğenilmeme korkularımızdan arınarak ama çok daha başka heyecanlara kapılarak akşamımızı yine sevgili Beycan ve Leyla’ nın kafesinde bitirdik.

Serginin ikinci günü sabahtan TV röportajımız vardı. Daha sonra üniversite ve meslek öğrencilerinin ziyareti ve bir workshop çalışması. Oldukça kalabalık, ilgi çekici ve verimli bir çalışma oldu.

Üçüncü gün ise Kabardey-Balkar radyosunda öğle saatlerinde en çok dinlenen bir programın canlı yayın konuğu idik. Dilimizi konuşamasak dahi gönül kapılarının hep açık olmasının iletişimi nasıl kolaylaştırdığını ve duygu boyutunu yükselttiğini her gün yaşamamıza rağmen o gün daha yüksek yaşadık. Kültür merkezinde yine sevgili Madina’ nın özel daveti ile sergiye gelen St. Petersburg Etnografya Müzesi müdürü ve yöneticisi Vladimir Grusman İle görüşmemiz vardı. Sergiyi beğendiğini ve bu tür çalışmaların çok değerli olduğunu ifade etti.

O gün Adige bayrak günüydü ve akşam üzeri Abhazya meydanına toplanıldı. Atlıların geçişine yetişemedik ama düğün zamanı orada idik. İnsanın müziğini, oyunlarını dolu dolu sokakta, caddede, açık alanda birileri tepki gösterir mi diye kaygılanmadan dinlemesi ve izlemesi nasıl bir özgürlük duygusu anlatamam. Hiçbir itiş kakış, bağırma, ortalıkta koşturma vs olmadan koca bir meydanda düğün kurmak. Dağıldıktan sonra kâğıtlar, izmaritler vs bırakmadan hem de. Uygarlık böyle bir şey.

Onuncu gün Sevgili Madina’nın aldığı özel izinle Kabardey’in ünlü şarap markası ERKEN fabrikası ve tesislerine ve Şato ERKEN’i görmeye gittik. Yol boyu gördüğümüz tüm ekili yerler cetvelle çizilmiş kadar düzgün ekili. Bunu annem de anlatırdı, dedemin fideleri veya meyve ağaçlarını ekerken ip çekerek hizaladığını. Muhteşem bir fabrika, çok özel bir mekân.

Çok özel yemekler ve özel şaraplar. Özellikle son derece az üretilen dondurulmuş üzüm şarabı. Ne yazık ki Kabardey-Balkar’a böyle bir marka ve tesis kazandıran bu kişi çok genç yaşta kalp krizinden vefat etmiş. Akşam sevgili Cumhur Ünlü ve güzel eşi Nino’nun misafiri idik.


27 Nisan’da ise Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Üniversitesi Tasarım ve Güzel sanatlar bölümünde başkan Alim karşıladı bizi. Kampüsü gezdirdikten sonra öğrencileri davet ederek bir saatlik eğitim programını başlattı. Öğleden sonra sevgili Asya ve Mecit Teber’ in konuğu idik. Nefis yemekler, müzik ve sohbet çok güzeldi. Saat 18: 00’de sevgili Madina salonunda bize özel bir konser daveti verdi. Türkiye’den de takip ettiğim ve müziğine hayran olduğum Euaz Züber ve kendisine akordeonu ile eşlik eden güzel kız ile bambaşka bir derinlikte yaşadım. Şıkepşinin sesi adeta nefesimi kesti. Öyle ilahi bir ses. Müzik dağlar gibi dik ve seni sarmalıyor. Evet sözün bittiği ikinci yer bu konserdi. Nasıl anlatılabilinir ki. Nartlardan akınlara, sade ve güzel insanlardan savaşta kaybedilen yiğitlere, Tıleylere, sürgüne, Karadeniz’in derinliklerine, Samsun kıyılarına daha nerelere nerelere götürdüler bizi müzikleriyle. Nefesim kesildi. Teşekkürler Madina bize yaşattıkların için. Teşekkürler.

28 Nisan akşamı ise sevgili Madina’nın davetlisi olarak Kültür Merkezinde verilen Jazz konserine davetli idik. Piyano ve flütte Vadimir Nesterenko ve saksafonda Roman Sokolov. Usta müzisyenler eşliğinde güzel bir akşam…

Bengün Gül(solda) ve Rengin Yurdakul radyo röportajında

Aslında 27 Nisan’da kapatacağımız sergi ev sahibemizin isteği ile 29 Nisan’a kadar açık kaldı. 29 Nisanda Leyla Kafe’de tanıdığımız şahane iki genç kızımızın da eşliği ile şehirde dolaştık. Bu kızlarımız Türkiye’ den Nalçik’e okumaya gitmişler ve hayatlarına anavatanda devam etme kararı almışlar. Her şey ömür boyu gönlünüzün istediğince olur inşallah Gülşah ve Sinem. Yolunuz açık olsun.

Sevgili Jan’ın şirin işyerinde idik Pazar günü. Okul çağı çocuklara basit el işleri yaptırıyor. Çok beğendik.

Pazartesi günü veda günümüzdü. Moralimiz şimdi de döneceğimiz için bozulmuştu ne yapacağımızı bilemedik bir süre. Öğleden sonra Madina ile buluştuk, konuştuk, konuşamadık ama yine de konuştuk. Ve en dokunaklı an, sevgili Madina’nın annesinin telefonla arayarak bizi yüreklendirmesi ve kutlaması oldu. Her şey için tekrar teşekkürler.

Akşam Madina bize bir veda yemeği düzenlemişti. Çok güzeldi, çok üzücüydü ve sözün bittiği 3. bölümdü.

Bizim için kelimelere sığmayacak bir deneyimdi. Dilerim bu son olmaz. Burada demek istediğim bu köprülerin kapanmaması, çoğalması. Dilerim sonsuza kadar devam eder.
Teşekkürler herkese her şey için ve sevgiler, sevgiler, sevgiler…

Rengin Yurdakul

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz