Sürgün

0
1118

Sürgün bir insana, bir topluma, bir halka yapılan en büyük zulümdür.

Daha MÖ 4 – 65 yılları arasında yaşamış olan Seneca, Romalı ünlü bir filozoftu. Yaşadığı dönem, Roma İmparatoru Claudius saltanatın başındaydı. Claudius, pek çok halkı ve pek çok aydını sürgün etmişti. Filozof Seneca da imparator tarafından Korsika’ya sürgün edilmişti. Seneca, bu sürgüne filozofça dayandı. Onun sürgünler üzerine ilginç görüşleri vardı.

Seneca sürgünle; insana, topluma yapılan kötülüklerin akılla yok edildiğini dillendirirken: “Akıl, kötülükleri birer birer değil tümden yok eder” der. Sürgün üzerine yazılarında şöyle demektedir: “Sürgün, bir yer değiştirmedir. Onun önemini küçümsemiyor, en temel niteliğini ortadan kaldırıyor gibi, bu yer değiştirmenin üzücü sonuçlara yol açtığını; yoksulluk, kırılmış onur, kamusal hor görü, bu sonuçlardan birkaçı… Daha az önemli olan bu sakıncalarla daha sonra savaşacağım; şimdilik, kendi niteliğiyle ele alınan yer değiştirmenin neden olduğu sıkıntıyla meşgul olmak istiyorum.”

Seneca’nın yaşadığı dönemlerde, Romalıların en bilge adamı Marcus T. Varro sürgünle ilgili şöyle demektedir: “Sürgünü, bütün sakıncalı yanlarından soyutlanmış yer değiştirme kabul edenlere karşı, gittiğimiz her yerde aynı doğayı buluruz” derken, Seneca; Varro ile çağdaş olan Brutus’a: “İnsan sürgüne giderken kendisiyle birlikte erdemlerini de taşımaktadır” demektedir. Seneca, Korsika’da yedi yıl sürgün kalmış bir filozof olarak, Brutus’a: “Yitirdiğimiz şey, gerçekten de pek az değil!” demişti. Ve devamla: “Her yerde her zaman (iki şey TS) izleyecek bizi; evrensel doğa ve bizim kişisel erdemlerimiz!”.

Doğanın işleyişi kendini bizim için ayarlamaz, o kendini kendi yasalarına göre ayarlar. Sürgünlerdeki arzular, her zaman sınırları tanımamıştır. Çerkeslerin arzuları, sürgün edildikleri ve yerleştirildikleri topraklarda anavatana olan arzularıydı. Onlar hep bir gün topraklarıyla buluşacakları arzularını yüreklerinde taşıdılar. Daha sürgünün ilk günlerinde Karadeniz sahillerine ayak basan Çerkesler, geri dönerek kendi topraklarıyla buluşmayı arzuladılar. Sürgünlerin, coğrafyasıyla buluşma arzularına yönelik filozof Seneca: “Sınırları aşan her arzu alışkanlıkların bir sonucudur.” der. Bu sonuçlar, bir ihtiyaçtan doğmuş, yaşamın kendisi olmuştur.

Yaşamın kendisini sürgünler, gittikleri her yere kültürleriyle götürmüşlerdi. Oralarda kültürel mutsuzlukla karşılaşmışlardı. Seneca, sürgünlerin mutsuzluklarını şöyle dile getirmişti: “Mutsuzluk; hırpalaya hırpalaya sonunda pişirip, sertleştirir insanı.” Pişen insan, erdemleriyle pişer. Çerkesler 1864 sürgünüyle dünyanın dört bir yanına, erdemleriyle dağıtıldılar.

Erdem, her sürgün üzerinde ayrı bir ölçü taşır. Çerkes sürgünleri, acıları ve erdemleriyle pişmiş disiplinleşmişlerdi. Filozof Seneca pişmiş, disiplinleşmiş erdem: “Ruhu çelikleştirdiği andan itibaren, ona hiçbir silah işlemez” demektedir.

Çerkesler, daha anavatan Kafkasya’dayken pişmiş çelikleşmişlerdi. Çelikleşmek disiplindir. Türkiye’de kendisi de bir sürgün evladı olan Adigelerin Kabardey boyundan Necmettin Karaerkek, bir dönem Macaristan Budapeşte’de Türkiye’nin kültür ataşesi görevinde bulunmuştu. Avrupa’da kaldığı sırada anılarını dillendirirken, bir gün Paris’te Prof. Dumezil’in evinde çay içerlerken Dumezil Necmettin Karaerkek’e: “Çerkeslik disiplindir” dediğini aktarıyor. Çerkesler, daha 1864 sürgününden önce kültürel bir disiplinle çelikleşmişlerdi. Sürgünle diaspora olan Çerkesler, gittikleri yerlerde Seneca’nın daha MÖ 65’lerde sürgünler için söylediği gibiydi: “Ruhu çelikleştirdiği anda” insanın, disiplinleştiği ve pişip erdem sahibi olduğu…

Sürgün Çerkesler diasporada, kültürleriyle, disiplin değerlerini, yaşatmayı bırakmadıklarında, o zaman sürgünü, asimile olmayı boşa çıkartacaklar.

Çerkeslerin tarihi çetindi. Onların, zorlu bir geçmişleri vardı. Kafkas-Rus savaşlarıyla, kendilerine yabancılaştırılmak için etrafları ateşle çevrilmeye, izole edilmeye çalışıldı. Savaşlar dayatma, hegemonya zulüm getirdi. Ruslar, Kafkasya’da Çerkesleri, İngiliz, Fransız ve Osmanlıyı tasfiye etmek istiyordu. Rusya, yüz yıl süren Rus – Kafkas savaşlarında Çerkesleri katletti. Çarlığın Kafkasya’da uzun yıllar savaşları, İngilizlerin de işine geliyordu. İngilizler, Çarlığın Hindistan’a yönelmesini istemiyor, Rusları Kafkasya’da bu uzun savaşlarla oyalamak istiyorlardı. Ruslar, kendilerini Kafkaslar üzerinden sıkıştıran İngilizleri ve Osmanlıyı tasfiye ederken, Çerkesler topraklarından ediliyorlardı. Çarlık, Çerkes sürgününü daha 1848 Osmanlı-Rus Kırım savaşı döneminde başlatmıştı. Çerkes sürgünü, planlı programlı bir kırım ve katliamdı. Çerkes sürgünü, kırım ve katliamı bir insanlık suçuydu. Kafkas-Rus savaşlarında Çarlık insanlık suçu işlemişti.

İnsanlık 154 yıl suskun kaldı. Bir 154 yıl daha suskun kalamaz. Çağından öteye uzak düşmüş olsa da hiçbir insanlık suçu yok olmuyor. Çerkesler, bu insanlık suçunu unutmayacak, unutturmayacaklar. İzler, yedi kuşak öteye gider. Kafkas – Rus savaşları döneminde Çerkesler büyük katliamlar yaşadılar. Çok kan akıtıldı. Bir Kızılderili sözü: “Kanımız, zulmünüzün bir kanıtı olarak kalsın!”. Kalan kan, Çerkes katliamı, kırımı ve sürgünün kanıtıydı.