Süreli Yayınlarımız 22-1

0
502

Kafdağı – 1987

Nisan sayımızda; “12 Eylül 1980 ile başlayan ve 4 yıl devam eden süreç, Türkiye’nin karanlık yıllarıdır. Bir hatırlatma yaparsak, şimdi belgeselleri yayınlanan bir süreç yaşandı ülkede, 12 Eylül faşist askeri cuntasının zemini hazırlandı. Yaşananlardan bazıları şunlardı” diyerek yaşatılan katliamları örneklemiş, “12 Eylül 1980’e ulaşan yol özenle örüldü” yorumunu yapmış ve faşist askeri darbenin enkazını özetlemiştim.

Ve eklemiştim; “1980-87 yılları arasında Çerkes dünyasında süreli yayın yoktur. Kafdağı dergisi 1987 yılında yayın yaşamına başladı”. Kafdağı dergisine böylece merhaba demiştim. Kafdağı yayın yaşamını 5 yıl sürdürdü. Hem süre hem içerik açısından Ankara’da yayınlanan önemli dergilerdendir.

Nisan sayımızda Sefer E. Berzeg’in Kafkasya Bibliyografyası (Chiviyazıları, 2004) kitabındaki Kafdağı dergisi bölümünü aktarmıştım. “Başlangıçta ayda bir kez yayınlanan dergi, 1988 yılında başlayarak iki ayda bir çıkmaya başlamış, sonraki yıllarda gecikerek ve birkaç sayısı bir arada yayınlanmış. Şubat 1992’de çıkan birleştirilmiş 53-58. sayısı ile yayınına son vermiştir.” Küçük bir düzeltme, ilk sayı 1987 Şubat ayında yayınlandı.

Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nin (AKKKD) yayın organı olan Kafdağı dergisinin ilk sayısında yayınlanan “Çıkarken” yazısının imzası “Yönetim Kurulu” olarak atılmış.

Künyesinde “aylık sanat ve kültür dergisi” olarak kendini tanımlayan derginin sahibi AKKKD YK başkanı Aslan Arı, yayın yönetmeni Nahit Eruz, yazı işleri sorumlusu Mansur Ulutaşlı.

Zaman içinde isimlerde ve sorumluluklarda değişiklikler olmuş. Tüm sayıları arşivimde olmadığı için net olarak tarih/ay ve sayı no ile değişiklikleri aktaramıyorum.

“Çıkarken” yazısında; kültür, toplumsal kültür ve evrensel kültür üzerine genel bir değerlendirmenin yapıldığını, daha önce yayınlanmış kimi gazete ve dergilerdeki gibi Çerkes sorunu tespiti ve çözüm önerisi yapılmadığını görüyoruz. “Derneğimizin KAFDAĞI’nı çıkarmadaki en önemli amaçlarından biri de budur. Kısaca hemşehrilerimizin, kültürümüze ilişkin sorunların çözümüne bir an önce, daha yaygın ve etkili biçimde, belki biraz daha fazla bir özveriyle katılmalarını sağlamaktır.” cümlesi, “Çıkarken” yazısında altı çizilen amaçtır diyebilirim. Derneğin yayın organı oluşu, künyesinde kültür ve sanat dergisi vurgusu, 12 Eylül 1980 faşist askeri cuntanın anayasa ve yasal düzenlemelerinin derneklere siyaseten söz söylemeyi yasaklaması… Bu vb. nedenlerden durum böyle. Siyaseten, yine Ankara’da yayınlanan Yamçı’nın çizgisinde olduğunu söyleyebilirim. Çıkarken yazısını olduğu gibi veriyoruz.

Sayı 3’te yazı işleri sorumlusu Mansur Ulutaşlı imzalı yazıda, yayın çizgisinin altı bir kez daha çizilmiş; “Kültürel amaçlı bir derneğin yayın organı olarak çıkartmaktayız dergimizi. Ne bir magazin ne de bir politika dergisiyiz. O halde ağırlıklı olarak kültür-sanat-tarih ve çevre haberlerinin bütünleştirilebilmesi amacıyla sürdüreceğiz çalışmalarımızı. Bunu yaparken de çalışma alanımızın, Kafkas kültürü-sanatı-tarihi ve konuya ilişkin haberlerden oluşacağını belirtmek gerekir.”

Birleşik sayı 15/16’da (Nisan-Mayıs 1988) künyede yayın yönetmeni tanımı kaldırılmış.

Birleşik sayı 25/26’da (Şubat-Mart 1989) genel yayın yönetmeninin Fahri Huvaj olduğunu görüyoruz. Yayın kurulu oluşturulmuş; Aslan Arı, Özdemir Özbay, Fahri Huvaj, Süleyman Yançatoral, Vacit Kılınçarslan, Mustafa Aziz Özbek, İnci Baştuğ, Zeki Özbek, Uğur Apiş. Abone işleri ve haber merkezi; Mustafa Aziz Özbek, Ünal Cuğ, Adnan Güzey, Uğur Apiş. Çocuk bölümü; Deniz Tuç, Zafer Sürer, Adnan Cankılıç. Derginin künyesinde “İki aylık, düşün, kültür, sanat ve haber dergisi” yazılıdır artık. “Düşün” sözcüğünün eklenmesini önemsediğim için belirtmek gereği duydum. Görüş/Düşün köşe adı altında, Kafdağı imzalı “Üçüncü yayın yılına girerken” yazısında yayın çizgisini netleştirirken sorunlarını masaya yatırıyor; “Kafdağı geleneksel kültür değerlerimizin derlenerek yok olmaktan kurtarılmasını, bu değerlerin dünya kültürü ile uyumlu biçimde geliştirilerek yaşanmasını ve yaşatılmasını, böylelikle üyelerinin kültür düzeylerinin yükseltilmesini ve onların, topluma daha yararlı insanlar olarak, evrensel oluşumlara daha aktif ve etkili biçimde katılmalarının sağlanmasını amaçlayan bir kültür derneğinin yayın organıdır. Dolayısıyla Kafdağı’nın, ülke genelinde hemen tüm dergiler için, özellikle de demokratik amaçlı yayınlar için geçerli olan yasal, siyasal ve ekonomik içerikli ortak sorunlar yanında, Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nin yayın organı olmaktan kaynaklanan başka bazı özel sorunları da vardır. İşte bu sorunları aşarak yaşaması da, amaçlarını gerçekleştirebilmesi de geniş kitleler tarafından alınıp okunmasına, anlaşılıp benimsenmesine, desteklenmesine, kısaca kitlesi ile bütünleşebilmesine bağlıdır. Kafdağı, bağımsız çıkan öteki dergilerden farklı olarak, bir yandan Dernekler Yasasına, buna göre hazırlanmış Dernek Tüzüğüne, Derneğin çalışma program ve ilkelerine, derneğin verebildiği (daha doğrusu veremediği) kıt olanaklara bağımlıdır. (Bir çalışma odası, masası, daktilosu, fotoğraf makinası vb. araç-gereç yoktur.)
Bir yandan da derneğin, kendine özgü özellikleri bulunan (sui generis) kitle tabanına, bu kitlenin kültürel gereksinmelerine, istem ve beklentilerine bağımlıdır. Hangi bilgi ve kültür düzeyinde, hangi düşünsel-felsefi çizgi ve eğilimde olursa olsun, Kuzey Kafkasya ile ilişkisi olan Kuzey Kafkasya kültürüne ilgi duyan, tüm yurtsever demokrat Kuzey Kafkasyalılara hitap etmek durumundadır. Bütün bu bağımlılık ve yükümlülükler, doğal olarak Kafdağı için yasal, tavırsal ve ekonomik anlamda oldukça sınırlı ve dar bir çerçeve oluşturmakta, işlerini daha da zorlaştırmaktadır.

Üstelik bütün bunlara karşılık Kafdağı çalışanları hem sayıca azdır hem de hepsi amatördür.

Aralarında mesleği yayımcılık olan kimse bulunmadığı gibi önemli bir yayın deneyimi olan da yoktur. Tüm çalışanları, kendi mesleklerinden, günlük zorunlu uğraşılarından artakalan zamanlarını ve imkânlarını değerlendirerek Kafdağı’nı çıkarmaya, okuyucularına ulaştırmaya çalışmaktadırlar.”

Derginin ilk sayısında AKKKD’nin 6 Aralık 1986’da 25. kuruluş yıldönümünü kutladığını, AKKKD’den önce kurulan dernekler olmasına karşın böyle bir kutlamanın ilk kez yapıldığını okuyoruz.

Haziran sayımızda Kafdağı dergisi devam edecek.

 

Çıkarken

Genel anlamda kültür, son derece geniş kapsamlı bir kavramdır. Bir toplumda geçmişte geçerli olmuş ya da halen geçerli olan her türlü duygu, düşünce, dil, sanat vb… yaşam öğelerinin tümünü içerir. Bu anlamda kültür bilimi de içine alır ve bir bakıma uygarlıkla özdeşleşir. Anlam ve içerik zenginliğindeki genişlik yüzündendir ki kültürü, bütün öğelerini, türlerini ve dallarını kapsayacak biçimde tam olarak tanımlamak kolay olmamaktadır. Ancak yukarıda belirtilen kapsam ve içeriği üzerinde genellikle uzlaşıldığı söylenebilir.

Kültürün ve kültürel uğraşıların, toplumsal ve evrensel açıdan önemini ve değerini daha kolay belirtebilmek için bilim kavramından yararlanılabilir.

Bilindiği gibi bilimin ya da bilimsel bilginin en temel özelliklerinden biri evrenselliğidir. “Bilim evrenseldir” denilince başlıca şu üç gerçek anlatılmış olur:

1. Bilim evrenseldir; çünkü insanlığın ortak ürünüdür. Günümüzde bir bilim adamının ortaya çıkardığı veya formüle ettiği bilimsel bilgi, her ne kadar onu bir bilim adamı bulmuş gibi görünse de, aslında önceki araştırmaların, çabaların birikimi sonunda ulaşılmış bir nokta olmaktadır. Hatta bunda ilkel dönem insanının yaşam deneyimlerinin de payı vardır.
Bir bilimsel bilgiyi en son formüle eden kişinin çabası, deyim yerindeyse “bardağı taşıran son damla” durumundadır. Bardak, daha önceden sayısız damlacıklarla doldurulmamış olsaydı, son damla kuşkusuz tek başına boş bardağı taşıramazdı.

2. Bilim evrenseldir; çünkü bilimsel bilgi, elde edilme koşulları hazırlandığında, evrenin her yerinde geçerlidir. Yani her yerde her zaman doğrulanabilir ya da geçerliliği kanıtlanabilir.

3. Bilim evrenseldir; çünkü bilimsel bilgi kimsenin özel ya da kişisel malı olamaz. Bir bilimsel bilgi her zaman her yerde herkes tarafından ve o bilimsel bilgiyi bulana ya da formüle edene herhangi bir ödemede bulunmaksızın kullanılabilir. Başka biçimde, örnekleyerek söylersek; örneğin; “Su, 76°C Civa basıncına eşit basınç altında 100°C de kaynar.” Bu bir bilimsel bilgidir. Ama hiç kimse herhangi birimizin suyu bu koşullarda kaynatmamıza engel olamaz. Ya da kaynatırsak kimse bizden bir ücret talep edemez. Tabii bu bilginin belli biçimlerde değerlendirilmesiyle yani bilimin pratiğe uygulanmasıyla üretilen teknoloji bunun dışındadır. Teknolojinin patent hakkı doğurması ayrı bir durumdur.

Demek ki bilim, insanlığın ortak ürünü olması, kimsenin özel malı olamaması ve her yerde geçerli olabilmesi anlamında evrenseldir.
İşte kültür de böyledir. Tek tek veya topluca bireylerin yaşam deneyimleri birikimi bir toplumun kültürünü oluşturduğu gibi toplumsal kültürler de, kültürleme-kültürlenme ya da kültürel etkileşmeler yoluyla dünya kültürünü, evrensel kültürü oluştururlar.

Kimsenin, herhangi bir toplumsal kültür üzerinde baskı kurarak onun yaşanmasını ve gelişmesini önlemeye hakkı olmadığı gibi, herhangi bir toplumun da kendi kültürü üzerinde tekel mülkiyeti kurmaya hakkı yoktur. Başka deyişle, bir toplumun kültürünü başka toplumlar da alıp benimseyebilirler. O kültürü üreten toplumun buna engel olma hakkı var olamaz. Varsayımsal olarak, bir toplumun kültürü doğal etkileşme ortamında bütün toplumlar tarafından beğenilip benimsense, o kültür dünyanın her yerinde geçerli olabilir, yaşanabilir.

Ama pratikte evrensel kültür, doğal etkileşme koşullarında toplumsal kültürler sentezi olarak ortaya çıkar. Bu durumda her toplumsal kültür, bütünüyle ya da kimi öğeleriyle, evrensel kültürün bir öğesi, bir nüvesi, bir hücresi olma hak ve şansına sahip olabilecektir. İnsan yaşamını kolaylaştıran, güzelleştiren, rahatlatan ve yükselten teknolojiye temel oluşturan bilim ve bilimsel çabalar, ne yazık ki bilim adamını fazlaca zengin ya da müreffeh kılmaz.

Bilim adamının en büyük zenginliği gönül zenginliğidir. Bir bilimsel gerçeği bulup ortaya çıkararak insanlığın hizmetine sunmanın verdiği sınırsız haz duygusu ve doyumdur. Belki bunun yanında saygı görmek, takdir edilmek, unutulmamak veya adının ölümsüzleştirilmesidir. Bilim adamları o denli zengin olmazlar ama gerçekten her zaman her yerde saygıyla takdirle anılırlar.

Kültür ve kültürel uğraşılar da ne denli başarılı olurlarsa olsunlar, genellikle insanı maddeten zenginleştirmezler. Ama nasıl ki kültürlü insanlar çevrelerinde takdir edilir, saygı görürse, kültürel uğraş veren insanlar da onun gibi, belki daha da geniş boyutta övülür, beğenilir, takdir edilir ve saygı ile anılırlar.

Çünkü kültür de insan yaşamını yüceltir. Onun temel işlevi; bir yandan insan yaşamını güzelleştirip yücelterek toplumsal bütünleşmeyi sağlarken, bir yandan da evrensel barış ve dostluğa, insan kardeşliğine katkıdır. Dolayısıyla, kültüre ve kültürel uğraş verenlere karşı duranlar, kardeşliğe, dostluğa, evrensel barışa karşı savaş açmış sayılırlar. Sayısız tarihsel deneyimlerle savaşın ne denli yıkım olduğunun daha bir anlaşıldığı, evrensel barışı sağlamanın ve korumanın daha bir anlam ve önem kazandığı günümüzde insanlık, buna karşı durma eğilimlerine asla fırsat ve olanak vermek istemediği gibi, uzun vadeli olmakla birlikte evrensel barışın belki en kalıcı en etkili güvencesi olan evrensel kültür oluşumlarına katkı çabalarını daha bir saygıyla takdirle karşılamaktadır.

Kültür, insanın doğal yaşamından ayrılamaz bir öğe olması nedeniyle her bireyin günlük uğraşıları içinde bilinçli ya da bilinçsiz biçimde yer alır. Ama aynı zamanda kültür, yukarıda değindiğimiz evrensel işlevi nedeniyle çeşitli kurum ve kuruluşların en önemli çalışma konuları arasında da yer almaktadır. Gerçekten gerek Birleşmiş Milletler Teşkilatı gibi kimi uluslararası kuruluşlar, gerekse Devletler birtakım resmi ve akademik kuruluşları aracılığıyla kültür ve kültürel çalışmalar için önemli ölçüde bütçeler ayırmaktadırlar.

Bunun yanında bazı özel kuruluşlar da amatör bir ruhla kültürü ve kültürel çalışmaları temel amaç edinmişlerdir. Derneğimiz de bu tür kuruluşlardan biridir. Ne var ki; oldukça geniş boyutlu bir konu olan kültür üzerindeki amatör çalışmaların sonuç vermesi ancak gönüllü, geniş katılımlı, özverili, düzenli ve sabırlı çalışmalarla mümkün olabilecektir. Bu durum, özellikle Kafkas Kültürü ve Derneğimiz için daha da geçerlidir.

Çünkü bu alandaki çabalarımız hemen çeşitli engellerle karşılaşırlar.

Bu çabalar her şeyden önce ekonomik yetersizlik engeline çarparlar. Aslında bu engel, ekonomik durumu uygun olan hemşehrilerimizin kendi öz kültürlerine sahip çıkmaları, bu alana ilgi duymaları ya da kısaca toplumlarına ve kültürlerine karşı doğal görevlerini yerine getirmeyi kabul etmeleriyle kolayca aşılabilir. Bu engeli aşmanın bir başka yolu da, her zaman özveride bulunan dar ve sabit gelirli hemşerilerimizin daha yaygın biçimde veya çok sayıda bu çalışmalara katılmaları ve belki özverilerini biraz daha arttırmalarıdır.

Kafkas Kültürüne ilişkin çalışmaların önündeki bir başka ve belki de en önemli engel zaman engeli, ya da ivedilik sorunudur. Günümüzde, içinde bulunduğumuz koşullarda doğal gelişme olanakları son derece sınırlandırılmış bulunan Kafkas kültürü, en iyi en özgün biçimiyle kuşkusuz onu bizzat yaşamış olanlardan derlenip öğrenilebilir. Ne yazık ki, bu alandaki çalışmalar daha ilk engeli aşamamışken, toplumda o kültürü bizzat yaşamış olanların sayısı hızla azalmaktadır. Bu da kanımızca her Kuzey Kafkasyalı hemşehrimizin sorumluluğunu daha da arttırmaktadır. Her Kuzey Kafkasyalının, özgün geleneksel kültürünün kaybedilmesinden, hem kendisine, ailesine ve toplumuna karşı, hem de evrensel kültüre katkısı boyutunda insanlığa karşı gücü ve olanakları ölçüsünde sorumlu olacağı unutulmamalıdır.

Kafkas kültürünün gelişimine başka engeller de vardır. Dağınık yerleşim, hızlı değişim, dil ve şive farklılıkları, özellikle de ülkedeki olağanüstü dönemlerin getirdiği kimi çekingenlikler bunlardan bazılarıdır. Ama unutmayalım ki; el ve gönül birliğiyle, iş ve güç birliğiyle, bilinç, kararlılık ve özveriyle aşılamayacak hiçbir engelimiz yoktur. Ve inanıyoruz ki tüm engelleri aşabilecek bu birlik, bir gün mutlaka sağlanacaktır. Ancak korkarız ki, o zaman iş işten geçmiş olabilecektir. Çünkü zamanla aşılabilecek engellerin belki tek istisnası yukarıda belirttiğimiz zaman engelidir. Zaman engelinin zamana tahammülü yoktur. Bunu aşabilmenin tek yolu tez davranmaktır.

İşte Derneğimizin KAFDAĞI’nı çıkarmadaki en önemli amaçlarından biri de budur. Kısaca hemşehrilerimizin, kültürümüze ilişkin sorunların çözümüne bir an önce, daha yaygın ve etkili biçimde, belki biraz daha fazla bir özveriyle katılmalarını sağlamaktır.

Gelecek sayımızda Dernek olarak istediklerimizi bir ana program halinde sunacağız. Sayfalarımızda sizlerden neler beklediğimizi de bulacaksınız. Ayrıca her türlü dilek, öneri ve eleştirilerinizle, her türlü katkılarınıza da açık olduğumuzu vurgulamak isteriz.

Yapmak istediklerimizden yapabildiklerimizi ve nasıl yapabildiğimizi de her sayıda duyuracağız. Yapamadıklarımızın vebalini, tarih, herhalde çalışanlarda değil, çalışmalara olanakları, güç ve yetenekleriyle oranlı biçimde omuz vermemiş olanlarda arayacaktır.
Saygılarımızla…

Yönetim Kurulu

Önceki İçerikAbhazya’nın uluslararası ilk maraton koşusu
Sonraki İçerikİstanbul Kültürleri Şenliği
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz