KAMUOYUNA AÇIK MEKTUP

0
4476

Merhaba sevgili dostlar,

Bu yazıyı gazetemizdeki yazılarıma rahatsızlığım nedeniyle bir süre için son vermek kararımı bildirmek amacıyla yazıyorum. Esasen bir süreden beri yazılarımı belirttiğim nedenle sık sık aksattım. Durumun sürdürülemez olması nedeniyle de yazılarıma son verme kararı aldım.

Yazılarımı beğeniyle okuyarak beni teşvik edenlere, eksikliklerimi belirterek, kuramadığım ilişkileri kurarak katkıda bulunanlara, destekleyenlere, karşı çıkanlara, yazılarımı okumak lütfünde bulunan herkese, teşekkür ediyorum.

Çevirilerini zevkle okuduğum sevgili Serap Canbek’e ve Jıneps Yayın Kurulundaki çok önemli görevlerini layıkıyla yerine getirdiklerini gördüğüm sayın YK üyelerine yönettikleri gazetede bana yazma olanağı verdikleri için ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Gazetedeki demokratik ve huzurlu ortam için, anlayış ve hoşgörü için teşekkür etmem gerekmese de bu olumlu ortamın bir yazar olarak beni olumlu etkilediğini ve motive ettiğini belirtmeyi vicdani bir görev olarak kabul ettiğimi belirtmek istiyorum.

Jıneps’te yazmaktan onur duydum.

Yazılarımı sonlandırmaya karar verdiğimden yazdıklarımın kısa bir muhasebesini yapmam da herhalde gereklidir.

Yazı yazdığım sekiz yıl boyunca şimdiye kadar hiçbir yerde ele alınıp ciddi şekilde araştırılmayan pek çok konuyu Jıneps’te ele alarak gündeme taşımaya çalıştım.

Ancak hemen belirteyim ki, bu sözlerim önemli işler başardığım anlamına gelmiyor. Çünkü bu işe yıllarımı vermiş olsam da sonuçta bir amatör araştırmacıyım. Kendilerini uzmanlık alanındaki bilgilerle sınırlayan ve başka uzmanlık alanlarındaki bilgilerden yararlanmayı zül sayan bir akademik anlayışla doğru bilgiye alanlarını kapatan “uzmanların” kol gezdiği bir alanda amatör araştırmacı olmanın bana sağladığı konjöktürel avantaja sahip olsam da, uzmanların sahip oldukları özel donanımlara sahip olmamak önemli bir eksikliktir. Yine belirtmem gerekir ki, ilgilendiğim araştırma alanındaki konular çeşitli bilim alanlarının ilgi alanına girmektedir, bu nedenle de, ne kadar donanımlı olursa olsun bir araştırmacının tek başına alandaki sorunların üstesinden gelebilmesi mümkün değildir.

Bu sınırlılıklar içerisinde değerlendirilmesi gereken Jıneps sütunlarındaki yazılarımda bazı özgün konulara dikkat çektiğimi söyleyebilirim.

Bunlardan birincisi Hitit metinlerindeki Aşşuva/Aşuva halkıyla halen aynı adı kullanarak yaşayan Abaza boyu arasında kurulan ilişkidir. Bu ilişki ilk kez değerli yazar Ömer Beygua tarafından kurulmuş, Jıneps sütunlarında da konu daha ayrıntılı şekilde incelenmeye çalışılmıştır.

Hitit metinlerine göre Troyalılar, Aşuva koalisyonuna dahil bir halktır. Troyalıların Aşuvalarla ilişkisi bilim adamları tarafından da kabul edilir. Ancak bilim adamları bir Abaza boyunun halen Aşuva adını kullandığını ve bu sözcüğün Abaza dilinden bir sözcük olduğunu bilmezler. Bu konunun önemi ortadadır.

Bilim adamlarına göre, Helenler, “Aşuva” adını “Asya” şeklinde kullanmışlardır. Başka deyişle “Asya” adının en eski biçimi “Aşuva” dır. Helenler, kendi ülkelerinin doğusunda Anadolu yarımadasının Ege kıyılarında yaşayan halkları ve Troyalıları bu adla anarlardı.

George Thomson, “Tarihöncesi Ege” adlı eserinde Troyalıları Kafkasya’yla ilişkilendirmektedir. Thomson’a göre, Tryolılar ve Elamlılar, Kafkasyalı “Kissi” halkının batıya ve güneye göç eden iki koludur. Bu tez Jıneps’te ek belgeler sunularak savunulmuştur.

Yine Thomson’un Yunanca’da başka dilden alınan bir sözcük olarak, “aynı dölyatağından doğmuş” anlamında kullanılan ADELPHOS (erkek kardeş) ve ADELPHE (kız kardeş) sözcükleriyle ilgili yaptığı yoruma dikkat çekilmiş; bu sözcükle Adige dilinde bileşik bir sözcük olarak halen kullanılan DELKH ( erkeklerin kullanmadığı yalnızca kadınların aynı döl yatağından doğan erkek kardeşleri için kullandıkları sözcük) sözcüğü arasında ilişki kurulmuş ve Yunanlıların 4-5 bin yıl öncesinden beri kullandıkları bu sözcüğün kökeninin Adige dili olduğu savunulmuştur.

İkinci olarak, gazetemizde, Abazaların arasında da halen “Maan/Mağan” soyuyla Lidyalılar arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı sorgulanmaya çalışılmıştır. Çünkü bilim adamlarına göre “Maan/Maian” Lydialıların en eski adıdır ve efsaneye göre bu ad “Manes“ adlı bir atadan kaynaklanmış olup Menderes” adında yaşatılmaktadır. Aynı şekilde Homeros’un efsanevi atası da “Maan” adını taşımakta; Homeros, “Lidya” adını bilmemekte, Lidyalıları “Meon” adıyla anmaktadır.

Üçüncü olarak, Karyalılar, eski Giritliler (Minoslular), Masalar (Misyalılar), yazıtlardaki en eski adları “Lugga” olan ve kendilerini Termil adıyla anan Likyalılar, Sideliler ve Psidyalılarla Abazalar arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı gazetemizde yayınlanan çeşitli yazılarda araştırılmaya çalışılmıştır. Çünkü Kar, Sid, Masa, Maz, Mışa, Lukh, Lah, Lakh, Tarmil/Darmil, Daru, Dan/Tan (Tanbi) adlarını taşıyan Adige/Abaza klanları bulunduğu gibi, Likyalılar ve Karyalılar, Hitit belgelerinde Aşuva koalisyonu içinde yer almaktadır.

Ephesos’un diğer adı ya da yakınlardaki bir yerleşim yeri olduğu bilim adamlarınca kanıtlanan Apasa kentiyle “Aphaz ve Abaza” adları arasında bir ilişki olup olmadığı da yine gazetemizde sorgulanması gereken bir konu olarak gündeme getirilmiştir.

Abhazlar kendilerini “Apsuva” adıyla anarlar. Hitit metinlerinde Kadeş bölgesi halkı “Abzuva” olarak anılmaktadır. Bu halkla Apsuvalar arasında bir ilişki bulunup bulunmadığı da araştırma konusu yapılmıştır.

İlk kez Aytek Namitok tarafından ortaya atılan Mitannilerin Kafkas asıllı Med/Mıd halkı olduğu ve bu halkın yine Kafkasya asıllı Hurri halkına krallık yaptığı tezi gazetemizde yazılan yazılarla savunulmuş; MÖ 18.yüzyılda Mısır’ı fethederek yüz yıl kadar egemenlik kuran Hiksoslar da bu halkla ilişkilendirilmiştir.

Birçok bilim adamının savunduğu bir varsayım, zamanımızdan otuz bin yıl kadar önceki bir tarihten itibaren İspanya’dan İndus’a kadar uzanan Üst Paleolitik Bölgede konuşulan Basko-Kafkas Diline ilişkin varsayım Jıneps sütunlarında gündeme taşınarak incelenmeye çalışılmıştır. Bu görüşü savunan bilim adamları Sümerleri, Elamları, Hattileri, Hurrileri, eski Giritlileri, eski İndus (Harappa ve Mahanjo-Daro ) medeniyetleri halkını, Basko-Kafkas dilini konuşan eski Akdeniz halkıyla ilişkilendirmektedirler. Yine bu varsayıma göre, halen Kafkasya ve Bask ülkesinde yaşayan, aynı kökenden kaynaklanan kırk beş kadar farklı dil konuşan çağımızdaki Bask ve Kafkas halkları Akdeniz halkının mirasçılarıdır.

Görüldüğü gibi, konu Kafkasya tarihi yönünden çok önemlidir; ancak yeterince araştırıldığı ne yazık ki söylenemez.

Sümerlerle Kafkasya halkları arasındaki ilişkiler…

Sümer yazıtlarındaki Maganlar, Meluhalar ve Gutalarla aynı adı kullanan Kafkas klanları arsındaki ilişkiler…

Hattilerle aynı adı kullanan Adige boyları arasındaki ilişkiler…

Sümer Anunnaki tanrılarının Abaza diliyle açıklanabilen adları…

Hurrilerle, eski Asurlularla (Subarularla) Kafkasyalılar ve Abazaların Aş, Aşuva, Sıba/Seba boyları arasındaki ilişkiler…

Eski Mısır’daki ilk Firavun soyunu kuran Aha-Man klanıyla Abaza soyu Maanlar arasındaki ilişkiler…

Bütün bunlar incelenmesi gereken konular olarak önümüzdedir. Yolumuz uzun, görevimiz çetindir. Ama bütün bunlar beni yıldırmıyor, gerçeklerin bir gün mutlaka aydınlanacağına yalnız inanmıyor, bunu açıkça görüyorum.

Mektubumu sonlandırırken, çalışmalarımın her aşamasında bana yardımcı olan bazı dostlara, isimsiz kahramanlara, gönül borcumu ifade etmek istiyorum, eğer onların desteği olmasaydı, başardıklarımı da başaramayacak, bu gün karşınızda olmayacaktım.

En başta kendisinden dil ve masal alanında da çok şey öğrendiğim, her zaman bilgisine başvurduğum sevgili annem Tok Arife’ye; tanıdığım günden beri her zaman yanımda olan Thamadalar Ali Çurey ve Atay Çeyişakar’a, değerli ağabeylerim İsmeyil Özdemir Özbay ve Agaçe Muhittin Ünal’a, Abaza ve Adige dillerindeki engin bilgisi ve Khabze kültürüyle yanımda her zaman yanı başımda gördüğüm değerli dostum ve yazar arkadaşım Aşliy Servet Şengül’e, özellikle Hatay’daki çalışmalarım sırasında bana çok destek veren ve başta “Kıpala” sözcüğü olmak üzere bazı sözcüklerin Abaza dilindeki anlamlarını çözümleyen değerli dostlarım Agaçe Erdin Ünal ve Haratoga Demir’e, İstanbul’a geldiğim andan itibaren çalışmalarıma ilgi gösterip katkıda bulunan sevgili kuzenim Goga Cengiz Gül’e, yazılarımı okuyup eleştiren, görüşlerini belirten yazar arkadaşım, sevgili dostum Hasan Güleryüz’e, ta öğretmen okulundan beri gönül bağıyla bağlı olduğum, engin kültürü ve bilgisiyle her zaman yanımda gördüğüm değerli dost Bahattin Türk’e, sevgili kardeşlerim Adnan ve Tuncay Özveri’ye, “Khabze” kültürü pek uygun görmeyip beni ayıplasa da engin sevgisi ve hoşgörüsü, evde sağladığı huzurlu ortam, görüşleri ve eleştirileriyle bana her zaman destek olan sevgili eşim Şhaguj Muazzez’e, teşekkür etmeyi bir görev kabul ediyorum.

Ayrıldık mı? Her şey bitti mi?

Hayır, hayır, ayrılmıyoruz. Biten bir şey de yok.

Biz aynı yolun yolcusuyuz, ayrılamayız. Gerçeğe giden uzun yolda, bir anlık mola verdik.

Yalnızca bir anlık mola.

Daha sonra yola çıkacak ve bu uzun yolda hep karşılaşacağız.