Oubykh Mektupları Ağustos 2018

0
558

Çok uzun zaman oldu, Arnavut Kaldırım aşınmış…
Yokuş daha dik mi geldi yoksa hafif göbek olduğu için mi bu kadar zor çıkıyorum bilemiyorum. Yokuş aşağı koşa koşa inerdim, şimdi ayağım kaymasın diye yavaş adımlar atarak iniyorum…
Eskiden olduğu gibi, sabah, öğlen veya öğleden sonrası değil geldiğim zamanlar…

Kutsanmış bir yol, trafik bile yok buraya gelirken…
Martı, güvercin, karga…
İyi anlaşıyorlar aralarında…
Serçeye pek lokma düşmüyor…
İnsana sokuluyorlar…

Yeşil parklara sahip, ada ülkesinin sincapları gibi korkmadan yaklaşıyorlar…
İnsandan kaçmayan kuşlar…
Kimsenin onlara zarar vermeyeceğini düşünüyorlar büyük olasılıkla…

Kabuklu fıstıkları sıcak ve taze olduğu için kapışıyorlar gagalarıyla…

Kabuklarını soyuyorum fıstıkların, biraz daha az tuz alsınlar o küçük gövdelerine diye düşünüyorum…

Yokuştan sonra iyi gidiyor soğuk bira…
Aç karnına…

Bu manzara karşısında ne diyebilirim, en köşeye ıssız yere geçip, bayrakların gerisinden yarım adaya bakmak çok hoşuma gidiyor…

Uzaklardan vapur sesleri geliyor…
Martı sesleri yakın uzaktan duyuluyor…

Vakti gelmişse…
Boşalıyor yavaş yavaş…
Duvarda, bir masaya dirseğini koymuş, eli çenesinde, gözlüğünün arkasından muzip gülümsemesiyle bakıyor tanıdık bir sima…

İsimler, isimler arasında saklanıyor…

Dile geliyor isimler…
Uğultu birden kayboluyor…
Zaten hiç duymuyordum…

Şaşkın bakışlarla, gidenleri izliyor tüm kanat çırpanlar…
Martı, karga, güvercin ve serçe…
Kardeş kardeş dizilmişler…
Bir ağız olup, kim yine bize fıstık verecek diye bakıyorlar duvara karşı…

Duvardan muzip gülümsemesi ile bakan, bir şey yapamıyor, istiyor istemesine ama ne çare…
Zaman, mekan, boyut değişmiş…

Rüzgar bayrakları dalgalandırıyor birden…
En çok üçü dikkat çekiyor…
En çok beyaz her birinde…
Çubuklar…
Dik, yatay…

Bir çan sesi duyuluyor…
Zangoç görevinde…
Zamanlı mı zamansız mı bilen yok…

Bir tül düşüyor terastan…
Yola düşmesine izin vermiyor martı, güvercin, karga ve serçe…
Her biri bir köşesinden tutuyor…

Rüzgar da izin vermiyor düşmesine…
Denize kadar taşınıyor rüzgarla…

Sonrası, önce yarım ada, sonra ada…
Sonra, sonrasını göremiyoruz…
Gidiyor doğuya doğru…

Kimi taşıyor tül bilinmez…
Gözümüz görmüyor…
Görebilenler, oraya gidenler zaten…

Bulutlar dans ediyor mavi gökyüzünde…
Tülü denize götüren rüzgar…

Yokuşu tırmanmaya başlıyorum…
Bir mazgaldan kaldırıma taşmış bir fare kuyruğu…

Sokak lambasının ışığında, parıldayan kuyruk mazgal içinde kayboluyor…

Devam ediyorum tırmanmaya…
Adım adım…
Devam ediyorum tırmanmaya…
Yavaş yavaş…

Şimdi yazarken bile soluğum kesiliyor…

Devam ediyorum tırmanmaya…
Konuşmadan, ses çıkarmadan…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz