Süreli Yayınlarımız 23-1

0
640

Kafkasya Gerçeği

İlk sayısı 1990 yılı Temmuz ayında yayınlanan dergi için, Sefer E. Berzeg’in 2004 yılında yayınladığı “Kafkasya Bibliyografyası” kitabında, kendisinin sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü olduğu dergi için yazdıkları ile başlayalım.

Kafkasya Gerçeği (1990-1993)

Samsun’da üç ayda bir yayınlanan bağımsız siyasi-kültürel dergi (52-116 s.). Sahibi ve sorumlu müdürü: Avukat Sefer E. Berzeg.
Başlıca yazarları: Sefer E. Berzeg (Alhas Fidarok, S.E.B., A.F., vd.), Ömer Beygua, Osman Bleda, Hasan Şaguj, Murat Papşu, Uğur Yağan, Semih Seyyid Dağıstanlı, Kazım Berzeg (Aytek HamIş, Abrek Tugan, Muhammet Taştan), Nihat Berzeg, Erol Yıldır, Nurdane Hajkul, Muhibbi Ahmedov, Hayri Ersoy, Vedat Berzeg, Seney Yek’uaş (Berzeg), Osman Çelik.
Temmuz 1990’da yayına giren dergi, yayınladığı telif ve çeviri araştırmalar, Kafkasya basınını düzenli bir şekilde izleyerek Türkiye’ye yansıtması, Kafkasya’daki gelişmeleri sağlıklı bir şekilde okuyucuya ulaştırması gibi nedenlerle büyük ilgi görmüştür. Nisan 1993’te çıkan 12. sayısıyla yayınına son vermiştir.
İlk sayısından “Yayına Başlarken” yazısını yayınlıyoruz. Sürgün konusunda yanlış yargılara değinilen yazıda, Glasnost ve Perestroyka ile Kafkasya halklarının da gerçekleri arayabilecekleri ve gerçeklere sahip çıkabilecekleri belirtilmekte. Anti-Sovyet, en azından Anti-Stalinist yaklaşım söz konusu. Yazının final cümlesi ise bugün de kurulabilecek bir cümle; ”Bizler biliyoruz ki, toplumumuzun geleceğini herkesten ve her şeyden önce Kafkasya’da ve sürgünde yaşayan insanlarımızın bilinçli ve ortak gayretleri belirleyecektir.”
Ekim 1991 tarihli 6. sayıda yayınlanan Sefer E. Berzeg imzalı “Kafkasya Çocuklarını Çağırıyor” başlıklı yazıda net ifadeler ile Dünya Çerkesleri için kimlik sorununun çözümü için anavatan Kafkasya topraklarına dönüş öneriliyor. Nüfus sorununa değinilmiş; Samsun ve Çorum’da Adigey Cumhuriyeti’ndekinden daha fazla Adige’nin; Samsun’un Çarşamba ve Terme ilçelerinde Kıyıboyu Şapsığ bölgesinde yaşayanlardan daha fazla Şapsığ kökenli Adige’nin; Anadolu’da Abhazya’da yaşayan Abhazların iki-üç katı Abhaz’ın yaşadığının altı çizilmiş. Türkiye, Suriye, İsrail, Ürdün, Yugoslavya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan Çerkeslere çağrı yapılmış: “Kafkasya bizim ata yurdumuz, bin yılların ötesine uzanan ortak geçmişimiz ve tek geleceğimizdir. Bugünkü durumda insanlarımızın onun dışında bir geleceği olmayacağı da ortadadır.”
Hafızalarımızı tazelemek için 3. sayıdan (Ocak 1991) “Hajret Kabardeyleri” ve 5. sayıdan (Temmuz 1991) “Şapsığ Ulusal Rayonu’nun Tarihçesi” yazılarını veriyoruz.

Yayına Başlarken

On dokuzuncu yüzyılın ortalarında Kuzey Kafkasya’da, ülkenin bugününü de kesin ve olumsuz şekilde etkileyen bir insanlık trajedisi yaşandı. Yüz yılı bulan yiğitçe bir halk direnişinin sonunda, bir milyonu aşan bir halk kitlesi sömürgeci güçler tarafından zorla yur-dundan koparılarak yabancı topraklara sürüldü.
Ülkeyi istila ve kolonize eden Çarlık Rusyası, bir yandan sadist generallerin yönetimindeki yüz binlik ordularıyla insanları, köy ve tarlaları yok ederek Kafkas halklarının yaşam kaynaklarını tümüyle yok etmeye çalışırken, bir yandan da dünyaya bu “güzel ama vahşi” ülkeye uygarlık getirdiğini propaganda ediyordu.
Aynı yıllarda adsız bir Çerkeş ozanı ise ağıtında halkına ve onun gelecek kuşaklarına şöyle sesleniyordu:

Sevgili yurdumuz Kafkasya’da
Irmaklardan anne sütü akıyor.
Kıtlık yüzlü düşman ordusu
İnsan karandan ırmaklar akıtıyor.
Düşman ordusunun yaptıklarını
Doğacak çocuklarımız unutmasınlar!(1)

SANYO DIGITAL CAMERA

Yüzyıllardır kaç kuşağın içine işlemiş, ninnilerimize bile girmiş olan bu acıları unutmak, hele onlar tüm sonuçlarıyla ve katlanarak sürerken elbette ki mümkün değildir. Kaldı ki yurdumuzda bugün halâ tarihimiz saptırılmakta, yazgımızı belirlemiş olan bu kitlesel sürgün olayı bazen yok sayılmakta, bazen de artık düzeltilmesi olanaksız bir oldu-bitti olarak benimsetilmeye çalışılmaktadır. Daha kötüsü kendi insanlarımızdan birçoğu da yüz yıllık yoğun bir propagandanın etkisiyle bu büyük yalana alet olabilmektedir. Artık kurumlaşmış olan bu propaganda, nasılsa yurtlarında kalabilmiş kardeşlerimizi, atalarının Rus Çarlığı istemediği halde, sırf cahillikleri ve dini tutuculukları nedeniyle ve isteyerek ülkelerini terk ettiğine inandırmaya çalışmaktadır. Fakat bu yalan perdesi artık orada da yırtılmaya başlamıştır. Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) politikalarının sonucu olarak Kafkasya halkları da kendi gerçeklerini aramaya ve onlara sahip çıkmaya başlamışlardır. Bununla birlikte “halkların katili” Stalin’in “dahice” milliyetler politikasının sonucu olarak küçük “milliyetlere” ve yönetim birimlerine bölünmüş olan Kuzey Kafkasya’nın kentlerinde hâlâ “Çerkesler’in dört yüzyıl önce kendi istekleriyle ve seve seve Çarlık Rusyası’na katıldığı” yalanını propaganda eden görkemli yalan anıtları yükselmektedir. Buna karşılık Marx’ın deyişiyle “Kafkasya’nın Rusya’ya ait olmadığını silâhlarının sesiyle tüm dünyaya ilân eden”(2) birçok ulusal kahramanımızın -örneğin Şamil’in- yurdunda doğru dürüst bir heykeli bile bulunmamakladır.
Yüz yirmi altı yıl önce, bir ağıtımızın dediği gibi “gözleri arkada ve tekrar döneceklerine yemin ederek” yurtlarını terk eden yüzbinlerce insanın torunları ise, bugün bulundukları ülkelerde, Kafkasya’da oluşan en küçük bir titreşimi bile iliklerinde duyarak ve ona bağlılık-larını kuşaktan kuşağa aktararak yaşamlarını sürdürmekteler.
Nazi yönetiminin yurdundan sürdüğü ünlü ozan Brecht’in dediği gibi:
Bize taktıkları “göçmenler” adını hep yadırgamışımdır.
Ülkelerini terk etmiş insanlar demektir bu.
Oysa bizler ülkemizi terk etmiş değiliz
kendi isteğimizle başka bir ülke seçerek.
Biz yabancı bir ülkeye süresiz kalmak için de gitmedik.
Tersine biz kaçtık. Kovulanlarız biz, yasaklanmışlarız.
Bize kapısını açan ülke bir yurt değil, sürgün yeri olmalı.
Elverdiğince sınıra yakın bir yerde
Tedirgin beklemedeyiz dönüş gününü,
en küçük bir değişimi bile gözleyerek sınırın ötesinde,
kalbimiz çarpa çarpa sorguya çekerek her yeni geleni,
tek bir şey unutmadan, tek bir şeyden vazgeçmeden
ve hiçbir şeyi bağışlamadan, olup biten hiçbir şeyi.
Biz kendimiz bile vahşet söylentileri gibiyiz,
sınırların ötesine sızabilen.
Kalabalığın içinde yırtık pabuçlarla dolaşan her birimiz
ülkemizi lekeleyen namussuzluğun kanıtıyız.
Ama hiçbirimiz burada kalmayacağız.
Son söz daha söylenmedi.(3)
Sovyetler Birliği’nde oluşan ve tüm çelişkileri ve eksikliklerine karşın bizlerce de umutla karşılanan yeniden yapılanma hareketinin, Anayurttaki ve gurbetteki insanlarımıza, özellikle asıl büyük kitlesi dışarda olan Adigeler ve Abhazlar’ın Anayurttaki kardeşleriyle bütün-leşmesine katkısı ne ölçüde olacaktır, bunu zaman gösterecek. Ama bizler biliyoruz ki, toplumumuzun geleceğini herkesten ve her şeyden önce Kafkasya’da ve sürgünde yaşayan insanlarımızın bilinçli ve ortak gayretleri belirleyecektir.

(1)Kube Csaban: Adighe Pcsinatl (Eski Çerkes Şarkıları), s. 8. Beyrut 1953.
(2)Ahmet Magoma: Komünistlerin İmam Şamil Hakkında Fikir Değiştirmeleri ve Onun Sebepleri. Dergi. SBÖE. No: 8. Münih 1957.
(3)Bertolt Brecht: Karanlık Zamanlar. s. 170. Sanat Emeği Yayınları. İstanbul 1980.


Hajret Kabardeyleri

Barasbiy Bğejnoko
İki yüzyıl öncesine dönelim ve XVIII. yüzyıl ortalarına bir göz atalım.
O sıralarda Çerkes ülkesinin Kabardey yöresi, gerek Kafkasya’daki ve gerekse Avrupa’daki halkların sayıp önem verdikleri güçlü bir devlet görünümündeydi. O çağda Adigeler’le sürekli olarak sürtüşüp onlara rahat yaşama olanağı vermeyen iki devlet vardı ki, bunlar Rusya ve Osmanlı Devletleriydi. Bununla beraber 1739 Belgrad Anlaşması ile bu ikisi de Kabardey’in yönetimine karışmama konusunda anlaşmaya vardılar. Bundan sonra Kabardey yöresi Adigeler’i, kendi geleneklerine uygun olarak köy Pşı’leri ve bir Büyük Pşı (Pşı Voliy) yönetiminde, Kazanoko Jebağı’nın danışmanlığıyla bir süre özgür ve rahat yaşadılar. O sırada Kabardey yöresinin nüfusu 300 – 400 bin kişi kadardı. İşgal ettikleri topraklar ise bugünkünün üç dört katına yaklaşıyordu… Zaman zaman yöresel Pşı’Ier arasında meydana gelen anlaşmazlık ve çatışmalar bir yana bırakılırsa yaşamları fena değildi.
Fakat bu yaşam şekli fazla uzun sürmedi. Ruslar 1772 yılında Kırım Tatarları’na saldırarak ülkelerini bütünüyle işgal ettiler… Ruslar, aynı yıl Kırım Tatarları ile ve 1774 yılında da Osmanlılar’la masaya oturarak barış imzaladılar. Bu anlaşmada Kabardey ile ilgili hükümler de vardı ve burada Rusya’nın o zamana kadar işgal etmiş olduğu toprakların ona ait olduğu kabul ediliyordu. İşin ilginç yönü, bu üç devlet kendileriyle hiçbir ilgisi bulunmayan bu topraklar hakkında kararlar veriyorlardı ve bu arada Adigeler’e danışmak bir yana, onlara haber vermek gereğini bile duymuyorlardı…
Ruslar, burası bizimdir diyerek Adige ülkesine girip köyler kurmaya, kaleler inşa etmeye başlayınca onlar da ordu toplayıp bunların üzerine yürüdüler ve bir kişi kalmamacasına hepsini topraklarından attılar. Kabardey Çerkesleri ile Ruslar arasında bu tarihten başlayarak elli yıl kadar süren ve Çeçen, Osetin ve diğer yöre halklarının pek karışmadığı zorlu bir savaş başladı. Bu savaş yılları boyunca Ruslar ordularının himayesinde Beştav eteklerinde 80 – 100 kadar yerleşim yeri kurdular. Adigeler de elbette boş durmuyorlardı, “kılıcını ve tüfeğini alan, atını eyerleyen gelsin” diyerek ordu oluşturuyor, düşmanlarını darmadağın ediyorlardı. Fakat nüfusu o sırada elli milyona ulaşmış olan Rusya ile nasıl başa çıkabilirlerdi? En yiğit kişilerini birbiri ardına kaybediyorlardı. Ruslar ise erkek, kadın, çocuk demeden önlerine geleni öldürüyorlardı. Kabardey’in bütünüyle yok olmasına az kalmış, halkın gücü sonuna varmıştı. Yapacak başka bir şey kalmayınca Adige savaşçılarının çoğunluğu da silahlarını bırakmak zorunda kaldılar. Ruslar o sırada Kabardey yöresini yönetmekte olan Büyük Pşı Janhot Kuşuk’un yetkilerine son verdiler ve Kabardey’in tamamına egemen oldular. Fakat Kabardey savaşçılarının birçoğu da “Çar’ın emri altında köle gibi yaşayacağımıza ölürüz daha iyi” diyerek silahlarını bırakmadılar. Kuban (Psıj) ırmağının öte yakasındaki daha önceleri de yaşadıkları topraklara göç ettiler. Orada düzenledikleri birliklerle Kuban ırmağını geçerek bir süre daha Ruslarla savaşa devam ettiler… “Hajret” adı verilen bu Kabardeylerin o sıradaki liderleri ve komutanları arasında Hat’ohuşoko Mıhamet Aşe, Ajceriy Kuşukupş, Şocen Şumaho, Tramıko Karabatır gibi kişiler bulunuyordu. Abzah liderlerinden Hırtsij Aliy, Kemirgoylar’ın ünlü Pşı’sı Boletoko Janbolet, Besleneyler’in Büyük Pşı’sı Kanoko Ayteç ve benzerleri de onlarla beraberdiler… Bizim bugün “Hajret” diye adlandırdığımız Kabardey grupları, işte o sırada göç etmiş bulunan Kabardeyler’dir. “Hajret”, bilindiği gibi Arapça Hicret kelimesinden gelmekte ve “göçmen” anlamını taşımaktadır.
Hajret Kabardeyleri, Kuban ve Labe ırmakları arasındaki topraklara yerleşmişlerdi. Aralarına yerleştikleri Adige (Besleney ve Abzah) köyleri ile kardeşçe birlikte yaşadılar. Birçokları eski yerleşim yerlerindeki köy adlarını orada da korudular. Bugün oturdukları Karaçay-Çerkes Yöresinde halâ Botaşey, Hat’ohuşokoy, Kasevhable, Hagundukoy gibi eski adlarını taşıyan yerleşme yerleri var.
… 1830-1850’li yıllarda Rus Çarlığı’nın orduları Hajret Kabardeyleri’nin bu topraklarını da işgal ettiler… Adigeler boyun eğmeyerek direnişlerini daha otuz yıl sürdürdüler. Hajret Kabardeyleri’nin çoğu bu amansız ve zalim savaşlarda yok oldular. Sağ kalanların çoğu da yurdunu bütünüyle terk ederek Osmanlı topraklarına göç etmek zonanda kaldılar. Fakat yine de bugün Karaçay-Çerkes Yöresinde yaşayan Adigeler’in yarısını Hajret Kabardeyleri oluşturmaktadır…
… Adigey Yöresine girildiğinde de Kabardey köylerine rastlanmaktadır… Labe ırmağı kıyısındadırlar ve adları: Khodz, Blaşepsıne ve Koşıhabl. Irmağı izleyerek aşağı gidildiğinde Vulape adlı büyük bir köy vardır ki burada da birçok Kabardey ve Besleney oturmaktadır…

Dünyaya dağılmış olan tüm Çerkeslerin de birbirini tanıyıp buluşmaları dileğiyle. (Kısaltılmıştır).

“Cvenqhuaze, No: 3, Nalçik” – Ağustos 1990. (Çeviren: A. Fidarok)


Adigeler’in Tarihinden Şapsığ Ulusal Rayonu’nun Tarihçesi

Genrikh Ananenko – Tarih Öğretmeni (Mıyekuape)
Son günlerde, Şapsığ Ulusal Rayonu’nun yeniden kurulmasıyla ilgili yazılara ülke gazetelerinde sık sık rastlanıyor. Bunda şaşılacak bir şey de yok. Ancak Şapsığ Ulusal Rayonu nasıl ortadan kaldırılmıştı? Bu konuda arşivimde bulunan bilgi ve belgeleri okuyucuya sunmak istiyorum.
Şapsığlar, 126 yıl öncesine kadar Kuzey-Batı Kafkasya’da yaşamakta olan en büyük Adige topluluklarından biri idiler. Yaşadıkları bölge büyük ve küçük Şapsığ yöreleri olmak üzere iki bölüme ayrılıyordu. Şapsığ topraklan kuzey-batıda Natuhaylar, doğuda Abzahlar, güney-doğuda Vubıhlar ve Hakuçlarla komşu bulunuyordu.
Ünlü Rus tarihçisi N.M. Karamzin, eserinde –Adigeler’in ataları sayılan- Kasoglar’ın Şapsığlar olduğunu söylüyor. Rus kaynaklarında Şapsığ adına X.-XI. yüzyıllarda rastlanıyor. 1831 yılında ŞapsığIar’ın nüfusu 150.000 kişiye yaklaştığı halde, yazıldığına göre, Rus-Kafkas savaşları ve sürgün sonucunda ülkede sadece 2114 Şapsığ kalmıştı.
“Russkiy İnvalid” adlı derginin 1864 yılında çıkan 206 numaralı nüshasında yazıldığına göre, 1864 yılının kış ve bahar aylarında sadece Tuapse limanından 63.449, Soçi yöresinden de 46.754 Şapsığ Türkiye’ye gitmek üzere yurdunu terk etmişti. Gizlice gidenler ve sonradan ayrılanlar bu sayının dışındadır. Bazı Şapsığlar da savaşın son aylarında zorla Pşıze (Kuban) yöresine yerleştirilmişlerdi. Bunlar ancak XIX. yüzyılın son yıllarında eski topraklarına dönebildiler.
XX. yüzyılın başlarında Karadeniz kıyısında genellikle Şapsığlar’ın oturduğu 12 Adige köyü oluşmuştu. Bu kıyılarda ŞapsığIar’ın eski çağlardan beri oturduklarını gösteren birçok izler vardır. Sadece bugünkü Tuapse rayonunda bile 100’den fazla Adigece yer adı mevcuttur. Lazarevski rayonundakiler de bundan daha az değildir.
Sovyet iktidarının ilk yıllarında Şapsığlar durumlarını düzeltmeye ve ulusal bir rayon oluşturmaya çalıştılar. 1924 yılının Eylül ayında, Karadeniz Okrugu’na (bölge) dahil ve yönetim merkezi Tuapse olan bir Şapsığ Ulusal Rayonu kuruldu. Bu rayon Şekheç’ey, Karpovski (Kuybişevski), Krasno-Aleksandrovski ve Psevuşkho köy sovyetlerini kapsıyordu.
1930 yılının haziran ayında Krasno-Aleksandrovski (Lığotkh) köyü, Şapsığ Rayonu’nun merkezi oldu. Bu merkez VSİK’in kararıyla 13 Mart 1931’de Sovyet Kuace köyüne taşındı.
Şapsığ Rayonu’nun sağa sola çekilip hırpalanması bununla da son bulmadı. 16 Ocak 1931’de Tuapse Rayonu’ndan çıkarılıp Şapsığ Rayonu’na katılan Lazarevski köyü daha sonra da bu rayonun idari merkezi haline getirildi. 1934 yılında Şapsığ Rayonu’na 8 köy sovyeti dahil bulunuyordu… 1935 yılı baharında Tuapse Rayonu yeniden bölünerek oradan ayrılan Mekups Köy Sovyeti de Şapsığ Rayonu’na katıldı.
Kuybişevksi ve Psıbe Köy Sovyetleri, 16 Nisan 1940’da yeniden oluşturulan Tuapse Rayonu’na bağlandı. Böylece Şapsığlar kendi istemleri dışında yeniden ikiye bölündüler.
1 Nisan 1941 tarihine kadar merkezi Lazerevski olan Şapsığ Rayonu şu köy sovyetlerini kapsıyordu: Kamir-Astovski, Şekheç’ey, Krasno-Aleksandrovski, Lazarevski, Mariyanski, Psevuşkho. Durum İkinci Dünya Savaşı yıllarında böylece sürdü.
24 Mayıs 1945’de RFSSC* Yüksek Sovyeti Prezidyumu’nun (YSP) kararıyla Şapsığ Rayonu’na Lazarevski Rayonu adı verildi. Böylece haksız bir şekilde, bu halk ve yöre ülkenin yönetim sistemindeki yerini kaybetmiş oldu.
3 Haziran 1958’de RFSSC YSP’nun kararıyla Soçi (Saşe) Rusya Cumhuriyetine direkt bağlı olmaktan çıkarılarak bu cumhuriyetin Krasnodar Krayı’na dahil edildi ve buna bağlı olarak Lazarevski Rayonu’nun topraklarının da yeniden “paylaştırılması” gerekti. Bu rayona bağlı olan Karadeniz kıyısındaki 33 köy Soçi’ye dahil edildi. Sonunda Lazarevski Rayonu’nun kalan toprakları da Soçi’ye bağlı bir rayon haline getirildi…
Olay sadece Şapsığ Ulusal Rayonu’nun usulsüz olarak ortadan kaldırılmasıyla da kalmadı. Daha sonra köylerin adlarına karşı da “savaş açtılar”. Aguye vadisinde bulunan Adige köyüne “Derevniva Karpovka” adını verdiler. Önce Kirovun adı verilen Thağepş köyüne şimdilerde Rusça “Boji vodı” dendiğini duyuyoruz. Ne yazık ki yöredeki Adigece yer adlarının “kökünün kazınması” Sovyet iktidarı yıllarında gerçekleştirilmiştir…
Böylece eski Şapsığ yer adlarından pek azı günümüze ulaşabildi. Şapsığlar’ın bir kolu olan Hakuçlar’ı bugün ancak bir tepenin ve bir ırmağın adıyla hatırlayabiliyoruz. Günümüzde ulusal bilincin yükselmiş olması sosyal yaşamımıza bazı değişiklikler getirdiyse de, halklar arasında düşmanlık yaratacak bazı olumsuz olgulara bugün de rastlıyoruz. Bugün hala Stalin döneminde ulusal ilişkilerin doğru bir şekilde halledilmemiş bulunmasının zararlarını görüyoruz. Ayrıca tarihin doğru bilinmemesinin büyük zararını da belirtmemiz gerekir. Karadeniz kıyısında bugün yaşayan tüm halkların, Şapsığlar’ın burada en eski çağlardan beri yaşadığını ve ulusal bir yöreye sahip olma hakları bulunduğunu unutmamaları gerekir. Türlü olumsuz ve acı olaylar Adigeler’i ve diğer Kafkas halklarını dünyanın dört bucağına dağıttı. Bunun için Şapsığlar’ın da ulusal yaşamlarını istedikleri biçimde düzenlemeleri için bir ulusal rayona sahip olmaları gerekir.
Bu ulusal rayonun sınırları nasıl olacak, hangi yerleşim yerlerini kapsayacak ve merkezi neresi olacaktır? Tüm bu sorulara cevap vermesi gerekenler ancak ezelden beri bu toprağın ev sahibi olan Şapsığlar ve yerel sovyetlerdir.
Günümüzde açıklık ve demokrasinin geçerli olmaya başlaması sevinç vericidir. Kurmaya çalıştığımız doğruluğu, şefkati, halklar arası eşitlik ve saygıyı bayrak edineceğini söylediğimiz hukuk devletinin bu sorunları göz ardı etmeyeceğini ve çözümleyeceğini umuyorum. Eskiden mevcut bulunan Şapsığ Ulusal Rayonu’nun çok geçmeden yeniden kurulacağına güçlü bir inanç besliyorum. (Kısaltılmıştır).

“Adige Maq” – 18.01.1991 (Çeviri: A. Fidarok)
*Rusya Federasyonu Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti

Önceki İçerikRusya’nın en yaşlı kadını Kuoku
Sonraki İçerikHeykeller ve Yermolov Anıtı
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz