12 Eylül’de cezaevinde yatan bir arkadaşım anlatmıştı. “Tahtakuruları yeşil mercimek büyüklüğünde, aynen sivrisinekler gibi ısırır, kaşındırır, bütün gece kanımızı emdikten sonra şişer, yusyuvarlak olurdu. Uyku esnasında onları nasıl öldürüyorduk bilmem ama sabah kalktığımızda sıvaşmış kanlarını yorganda, çarşafta, kol ve bacaklarımızda görürdük. Üstelik çoğaldıkça kötü kokuları da rahatsız etmeye başlamıştı” dediğinde şaşırmıştım, küçücük bir böcek nasıl kokar diye, “onlarcası bir araya gelince kokar” demişti.
Yıl 1980’ler ve cezaevi koşulları…
Yıl 2016, Başbakan Binali Yıldırım İstanbul’a yapılmakta olan 3. Havalimanı için toplam yatırım miktarının 35 milyar dolar olduğunu belirtmiş, 35 milyar doların birçok ülkenin Gayrisafi Milli Hasılasından daha büyük olduğuna dikkat çekerek; bu durumun ülke ekonomisinin geldiği noktayı göstermesi açısından önemli olduğunu vurgulamıştı. Yeni havalimanımız dünyanın en büyük havalimanı unvanını alacaktı.
Yıl 2018 ve milyar dolarlık havalimanı inşaatında çalışan on binlerce işçi şantiye alanına gidebilmek için yetersiz ve gecikerek gelen otobüsler nedeniyle yağmur altında bekleyip sırılsıklam bir şekilde işbaşı yapıyor.
Aynı işçiler sabahlara kadar tahtakurularıyla savaştıkları için yorgun ve uykusunu alamamış olarak çalışıyor.
Bu işçiler, düzgün yemek, temiz bir banyo bulamıyor ve kendi deyimleriyle “hayvan bağlasanız yatmaz” dedikleri yatakhanelerde yatıyor.
En insani ihtiyaçları için direnen işçilerin istekleri doğrultusunda koşulların iyileştirileceğini söyleyen müteahhit firmalar bu vaatleriyle aslında işçilerin haklı olduğunu da kabul etmiş oluyorlar. Buna rağmen direnişin altında başka şeyler arayarak işçilere gazla copla saldırmak, gece yarısı koçbaşıyla kapılarını kırıp tutuklamak reva mıdır? Üstelik son seçimde bu işçiler en çok iktidar partisine oy vermiş, tıpkı Soma’lılar gibi.
Bu milyar dolarlık havalimanı inşaatının işçileri, iş cinayetlerinde birer ikişer hayattan koparılırken: “Arada iş kazaları ile ilgili haberler geliyordu ama bunlar somutlaştırılamıyordu” diyen bir Adige köşe yazarına bu sözler hiç yakışıyor mu?
Somutlaştırılamamasının nedeni medyanın yüzde doksanının üç maymunu oynaması olmasın?
Yıllar önce, Almanya’ya işçi olarak giden Türk vatandaşlarını anlatan bir kitap okumuştum, Günter Wallraff’un “En Alttakiler” kitabı. Buradan giden işçiler en pis, en ağır işlerde çalıştırıldıkları yetmiyor gibi, kobay olarak da kullanılıyorlardı.
Yıl 2018 ve bu memleketin emekçileri hâlâ “En Alttakiler”.
BirGün gazetesinin haberine göre bizim memlekette de yabancılara pozitif ayrımcılık yapılıyor! Gazetenin bilgi aldığı hafriyat kamyonu şoförü, havalimanında 31 bin işçinin çalıştığını, bunların içinde yabancı işçilerin de olduğunu söylüyor. Almanya’dan gelen işçilerin yemeklerini yemekhanede yemediklerini, yatma yerinin konteynırının kendi ülkesinden getirtildiğini söylüyor. Vietnamlı işçilerinse yevmiyelerini dolarla aldığı, burada aynı işi yapan işçilerden daha fazla ücret aldıkları ve sigortalarının da daha yüksek primden ödendiğinden bahsediyor. Buradan anlaşılıyor ki işçilerin gerçek hak edişleri bu.
Oysa 12 saat çalıştırılan Türkiye vatandaşına sözleşme asgari ücretten imzalattırılıp üstünün elden verileceği söyleniyormuş. Kimi zaman ödenen bu para, kimi zaman da ödenmiyormuş.
Bunları okuyan bir yetkili yok mu? Bir işveren neden işçisine asgari ücretle çalıştıracakmış gibi yapıp kayıt dışı para öder.
Gayet insani haklarını arayan işçileri tutuklayıp, özel sermayeyi jandarmasıyla koruyan yetkililer, burada kayıtlara sokmadan işçilere para ödendiğini okuduklarında neden aynı hızla harekete geçip bunu araştırmıyor?
Demek ki neymiş, müteahhit firmalar yalnızca işçiden değil, devletten de önemliymiş.