Bir Çerkes – Ubıh Yazar Kadın Portresi: Hayriye Melek HunçBir Çerkes – Ubıh Yazar Kadın Portresi: Hayriye Melek Hunç (Dizi Yazısı 1. Bölüm)

0
852

Meral Çare (Çizemuğ)

Giriş

Çocukluğumdan beri adını duyduğum ama tanımadığım, daha sonra yaptıklarını okudukça ve dinledikçe hayranlık uyandıran, camiamızdan olan bir büyüğümüz çocukluğumun “HAYRİ MELEK”i… O’nun hakkında konuştuklarında, O’nun erkek olduğunu düşünürdüm. Çünkü Hacı Osman Köyde birçok kişi ona “Hayri Melek” derdi. Bu kısaltmanın nedeni bilinmez (belki de bilinir) ama ben onun kişiliğiyle ilgili olduğunu düşünüyorum; güçlü, bilgili, çalışkan, cesur… “Hem güçlü, bilgili, çalışkan, cesur hem de kadın olunabilir”in kanıtı Hayriye Melek. Fakat yaşadığı dönemle ve çevreyle ilgili ele alırsak, birçokerkek köyden İstanbul’a gidemezken Hayriye Melek Hanım başka ülkelere gidiyor. Aslında yaptığım mülakatlarda1 erkekler Hayriye Melek Hanım’dan gıpta ile söz ediyor, belki de erkek gibi demekle onu yücelttiklerini düşünüyorlardı.
Hayriye Melek Hunç ile aynı köydeniz ve ben de bir Ubıh’ım. Köyde okuduğum ilkokulun kapısının üzerinde küçük yeşil bir tabelada beyaz harflerle “Mehmet Hunç İlkokulu” yazıyordu, kim olduğunu merak ettim ve babama sorduğumda, Hayriye Melek’in babası olduğunu öğrendim. Hayriye Melek, babasından kalan ev yerlerini okul arsası için bağışlamış, 1959-1960 yılında ilkokul binası yapılmış ve okul eğitime açılmış2, daha sonraki günlerde tabelayı da Hayriye Melek kendi yaptırıp getirmiş ve oraya astırmış. Onu merak etmemin en büyük sebebiydi bu tabela, ben bu tabelanın neresindeyim, ilkokula giderken hep önündeydim. Daha sonraki yıllarda gittiğimde gördüm ve son yıllarda yok olmuştu göremedim ve aramaya başladım3. Yoksa yıllar önce İstanbul’da açtıkları, ama kısa bir zaman sonra kapatılan “Çerkes Örnek Okulu”na4 özlem miydi bu tabelanın asıldığı okul?
Sonraki yıllarda tanıyanlarla5 yaptığım konuşmalarda, Derneklerde, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı ve bu Vakfın Kütüphanesinde Hayriye Melek Hunç hep karşıma çıktı. Bundan başka Ubıh Dili6 ile ilgili yaptığım çalışmalarda, Prof. Georges Dumézil ’in7 Hayriye Melek’in eşi Aytek Namitok ile olan çalışmalarında da karşılaştım. Bir kitabını onlara ithaf ediyor.8
Bu çalışma, Osmanlı’nın son dönem ve Cumhuriyetin ilk dönem kadın ve feminist yazarlarından, ilk Çerkes – Ubıh kadın yazar Hayriye Melek Hunç’un hareketli geçen fakat çok bilinmeyen hayatı ve çalışmalarını biraz da olsa tanıyabilmek için yapılmıştır. Hayriye Melek Hunç’un yaşadığı dönemi, yazılarında ele aldığı çeşitli konularla okuyucuya aktarması, bu dönemin kadın hareketleri ve bu kadın hareketlerine aktif olarak katılması, Çerkeslik üzerine yaptığı dernek ve eğitim çalışmaları vurgulanmıştır. Yazıları ve yazılarının yayınlandığı dergiler, yayınlanmasına katkıda bulunduğu dergiler ve romanları ele alınacaktır. İnişli çıkışlı hayatı, her türlü güçlüğe karşı koyabilen kişiliğiyle ve kendi etnik kimliğini de ön plana çıkaran yazıları ve çalışmalarıyla ele alınması gereken bir kadın yazardır.

Çalışmanın Yöntemi

Hayriye Melek Hunç ile ilgili bir çalışma yapmaya karar verdiğimde, bulabildiğim bilgi ve belgeleri (ki çok fazla değildi) biriktirmeye başladım. Mülakatlar yapmam gerekiyordu, çünkü yıllar geçtikçe ne yazık ki tanıyanları birer birer kaybediyorduk. Manyas’ın Hacı Osman Köyü, Mürvetler Köyü ve son yıllarında yaşadığı Dümbe (Tepecik) Köyü’nde, onu ve ailesini yakından tanımış 8-10 kişiyle görüştüm.
Ailesinden kalan birileri mutlaka vardı. Daha sonra küçük yeğenleri ile irtibat kurdum, Şule Çizemü ile tanıştım, çok fazla bilgi sahibi olmasa bile yine de aile bağlantıları ile ilgili ip uçları elde ettim.
Özellikle yaşamının son yıllarına kadar üye olduğu Kafkas Kültür Derneği’nin çeşitli yıllarda basılmış yayınlarında ve dernek yayınları olan çeşitli Kafkas Dergileri’nde aradım. Kütüphanelerde, basılı yayınlarda, bulabildiğim hakkında yazılmış yazılar, kitaplar, dönemin Kadın Dergileri, bazıları el değiştirmiş olmasına rağmen özel arşivleri de takip ettim.
Üç yıl önce Mısır’dan bir tarihçi-araştırmacıdan bir e-mail aldım, bana Hayriye Melek Hanım’la ilgili bazı bilgiler sordu. Sonraki günlerde ben de kendisinden, Hayriye Melek Hunç ve ailesi hakkındaki birçoksorularıma cevaplar buldum9.
Yıllardır yanlış yazılan doğum tarihini kesinleştirmek için Nüfus Müdürlüğü de ziyaret ettiğim yerlerden biri oldu.
Paris’te Bibliothéque National de France’da, burada basılan bir dergide 1927 yılında yazdığı bir makaleyi buldum10.
Bu yolculuklarım ve arayışlarım sırasında beni çok etkileyen ve daha önce aldığım bir duyuma göre gittiğim, Adige Cumhuriyeti’nin başkenti Maykop’ta, Adige Maykop Müzesi’de bulduklarımdır. Çünkü Hayriye Melek Hunç’a ait bu belgeler diyasporadan ana vatana gönderilmişti11.
Hayriye Melek Hanım’ın romanı Zeynep‘i aldığım Sahaflar Fuarı’ndaki sahafa, nerede bulduklarını sordum çünkü ellerindeki sayı çoktu (30-40), “Basıldığı yıl dağıtımı durdurulmuş ve daha sonra Beyoğlu’da bir depoda bulunmuş” dedi, yine küf kokulu ve yıpranmış sayfalar çıktı ortaya.
Bulduğum bir yazı da Hayriye Melek Hunç’un 1927’den sonra da çalışmalar yaptığını gösteriyor12.
“Bildirileştirilerek 1937/Paris, ilk Dünya Folklor Konferansı’na kendi kişisel çabalarıyla sunan (veya sunmak için hazırlayan): merhum Adiğe bilge Aytek Namitok ve otantik ağızlardan çok titiz bir çalışmayla derleyip büyük bir özenle Fransızca’ya çeviren Adige Şairi rahmetli Melek Hunç” başlığıyla yayınlanan ve eski bir Adige geleneği olan Tıley’ı13 anlatan bir yazı.

Hayriye Melek Hunç Kimdir?

Hayriye Melek Hunç 1886 yılında14 Balıkesir’in Manyas ilçesine bağlı Hacı Osman Köyü’nde dünyaya geldi. Hacı Osman Köyü, 1864’de Ruslar tarafından Kuzey Kafkasya’nın Soçi bölgesinden Osmanlı topraklarına sürülen Çerkes kabilelerden biri olan Ubıhlar tarafından kuruldu. O tarihlerde Kuzey Kafkasya‘dan sürülen Çerkes kabileleri, Osmanlı topraklarında yüzlerce köye yerleştirilmişti. Bu köylerin bir kısmı sırf Çerkes, diğerler ise başka müslüman topluluklar ile yan yana ve iç içe oturtulmuştur. Kuzey Batı Anadolu, Çerkesler’in yoğun olarak bulunduğu bölgelerden biriydi.
Hacı Osman Köyü, sadece Ubıh göçmenler tarafından kurulan ve nüfusunun tamamı Ubıh olan Manyas ve Gönen çevresindeki birkaç köyden biridir. Diğer Ubıh göçmenler Türk köylerinin içine birkaç aile olarak dağıtılmışlar ve daha sonra buralarda Çerkes mahallerini oluşturmuşlardır. Hacı Osman Köyü’nü de, Ubıhların Hunca ailesinden olan Hayriye Melek’in ailesi ve diğer Ubıh aileleri (Çizemuğ, Çuv vd.) kurmuşlardır. Huncalar ilk 12 hane gelmişler ve ardından kısa aralıklarla diğer aileler gelmişler, bunun için köyün eski adı da Hunca Hable oluyor (Huncaların mahallesi/Köyü).
Hayriye Melek Hunç’un annesi Ayşe hanım (Çizemuğ), eşi Kasbolet beyin 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında şehit olması ve ailenin kararıyla Kasbolet beyin kardeşi Mehmet bey ile evlendirilmiş ve bu evlilikten Hayriye Melek ve iki kız kardeşi Faika ve Naciye hanımlar15 olmuştur. Ali Sait Paşa (Akbaytugan)16, annesinin ilk evliliğinden olan ağabeyidir ve Fatma Hanım, Atiye Hanım, kaynaklarda adı geçmeyen Saraylı Hanım17 Ali Sait Paşa’nın ablalarıdır. Hepsi aynı aile içinde hem kardeş hem de kuzen olarak büyümüşlerdir.
Hayriye Melek o zaman çok az Müslüman öğrencinin girebildiği, İstanbul’da Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesine gitmiş ve eğitimini tamamlamış18, iyi derecede Fransızca da öğrenmiştir. Yıldız Sarayı’nda şehzade eşi olan ablasının sayesinde sarayda çalışmaya başlamıştır. Saraya ziyaret için gelen yabancı kadın konuklara tercümanlık yapmıştır. Bir ara, saraydaki değişiklikler ve kız kardeşlerinin evliliğinden doğan sorunlar yüzünden, üç kız kardeş birlikte Bursa’ya sürgün edilmişler ve ancak 1908 yılında Meşrutiyetin ilanı üzerine İstanbul’a dönebilmişlerdi19.
Ablaları Faika ve Naciye Hanım’ın izlerine daha sonra rastlanmadığını söylense de; bu iki kız kardeşin Mısır’da yaşadıklarını, aile kurduklarını, çocuklarını ve orada öldüklerini öğreniyoruz20. Hatta Hayriye Melek Hanım Türkçeye çevrilen Zeynep isimli romanın ilk sayfasında “Hemşirem Naciye Raşid’e; çok sevdiğimiz Mısır için beraber döktüğümüz gözyaşlarının hatırası H.M.H” yazmıştır. Raşid, Naciye Hanımın Mısırlı eşidir.
Altındal’dan öğreniyoruz ki, Bursa’da sürgünde iken Saray’a pek çok mektup yazar. Bu mektuplarda uğradıkları haksızlıkları, yeniden İstanbul’a dönmeyi ve taleplerini dile getirir. Mektuplardan birinde kendilerini “Türk Jan Darkları” olarak nitelemişlerdir. Sürgünde bulunduğu Bursa’dan 18 Şubat 1908 tarihinde Sadrazam’a yazdığı bir mektubunda şunları ifade eder:
“Beyefendi! Evvelki gün yazdık, yine susuyorsunuz! Biz tutsağız, biz mağduruz, biz çaresiziz. Biz zulüm gördük ve görüyoruz; fakat aciz, korkak, riyakar değiliz. Hayır, biz bunları kabul etmeyeceğiz. Hapisanemiz ne kadar süslü, kullanılan araçlarınız ne kadar şaşaalı olsa bile yılmayacağız. Bu zulüm emri Beşiktaş’taki engizisyon’ cemiyeti tarafından verilmiştir. Ve siz, bu cemiyetin icra memurlarındansınız. İtiraf etmelidir ki, bu görevinizi çok iyi yapıyorsunuz.”(Altındal, 2001, s. 33).
Bir diğer kaynakta ise “Üç Hemşirenin Bedbaht Hikayesi” başlığı altında şöyle anlatılır:
“Üç kız kardeş Hayriye Melek Hanım, Faika Hanım ve Naciye Hanım saraya ailesi verilirler, Hayriye Hanıma ‘Melek’ adı sarayda verilir. Sultan Abdülhamid’in hazinedarlarından akrabaları Mihrimend Hanım, yeğeni Hayriye’yi Dame de Sion’a kayıt ettirir. Naciye ve Faika hanımlar sarayda kalırlar, daha sonra Faika Hanım Şehzade Reşad Efendi’nin sarayına gönderilir, Naciye Hanım evlendirilerek saraydan çerağ edilir ve Hayriye Melek Hanım da okulunu bitirip saraya döner. Faika Hanım 10 Kasım 1907’de Şehzade Reşad Efendi’nin oğlu Ömer Hilmi Efendi ile evlenir ve bu olay Sultan Abdülhamid’e jurnal edilir (Sultan Abdülhamit biraderi Reşad Efendi’yi hiç sevmez ve biraderine uzaktan yakından ilişkisi olanlara da garezi vardır). Sultan çok hiddetlenir ve kendi sarayında bulunan Hayriye Melek Hanım’ı 20 Aralık 1907’de beş parasız ihraç eder, aynı gün Faika hanım da Şehzade Ömer Hilmi efendiden boşanıp saraydan çıkarılır ve iki kardeş ablaları Naciye Hanımın yanına gider. Üzgün ve perişan haldeki bu hanımlar Sultan Abdülhamid’e bağlılıklarını ve masumiyetlerini arz etmenin yollarını ararken Fransa Sefareti’ne iltica edip dertlerini sefire anlatmışlar (29 Aralık 1907), sefir hanımların ricası üzerine Sultan Abdülhamid’e durumu tebliğ eder, Sultan çok öfkelenir ve hanımların iadesini ister. Bu üç kardeşi 10 Şubat 1908’de Bursa’ya sürgüne gönderir ve Bursa Valisi Tevfik Beyin evinde kalırlar, Hayriye Melek Hanım buradan saraya mektuplar yazar.” (Açba, 2010, s. 186-189).

1Mürvetler Köyü, Hacı Osman Köyü – Mülakatlar
2Hacı Osman Köy bilgilerinden
3Yıllar önce köydeki çocuk sayısının azalmasıyla kapanan okulun tabelası kayboldu ve bugüne kadar bulunamadı, hala aramaya devam ediyorum.
4Çerkes Örnek Okulu (1920-1923) yılları arasında eğitim verdi
5Manyas ve bağlı köyleri Hacı Osman Köyü’nde, Mürvetler Köyü’nde (annesinin köyü) ve uzun bir dönem yaşadığı çiftlik evinin olduğu Dümbe Köyü’nde ve büyük şehirlerde.
682’si sessiz 3’ü sesli toplam 85 harf olan bir Kuzey Batı Kafkas dili
7Fransız Tarihçi ve Dilbilimci, Kafkasolog
8Contes et Légandes des Oubykhs, 1957, Paris
9Mısır’da dayısı Yakup Hasan Paşa ve teyzesi Fatma Vildan Hanım ve iki ablası Faika ve Naciye Hanımların yaşadığını ve Hayriye Melek Hanım ve ağabeyi Ali Sait Paşa’nın aile ziyaretlerinde bulunduğunu öğrendim.
10Prométée – La Voix du Vautour
11Eşi A. Namitok’a ve kendine ait değerli birkaç obje ve evrakları bir sandığa doldurur ve kapatır, bu sandık köy evinde muhafaza edilir. Ölümünden 14 yıl sonra sandık açılır içinden değerli birkaç parça eşya, fotoğraflar, Aytek Beyin uzun bir ayrılık döneminde Hayriye Hanıma yazdığı mektupların yanı sıra çok değerli bir şey de çıkar; Aytek Namitok’un “Origines des Circassiens (Çerkeslerin Kökeni – Bu kitap 2008 yılında KAFDAV tarafından Türkçe olarak basılmıştır.)” kitabının ikinci bölümünün müsveddeleri çıkar. Bir çoğu yıpranmış ve küflenmiş olan bu belgeler o dönemin zor şartlarında Maykop’a gönderilir. Marje Ö. Özbay; Ankara, Mart1993, 21
12“İstanbul’da bir hurdalıkta, küflü bir kitap enkazının arasında, orada olduğu nicedir bilinmez, üç beş eski tip teksir sayfasından oluşan Fransızca metin hasbelkader, bulduğumuz bu paha biçilmez belge, ola ki yazıya geçirildiğinden bu yana ilk kez bu yayınla gün ışığına çıkmış oluyor. Fransızcadan Türkçeye ilk aktaran Sımha Orhan Alpaslan”Kafkasya Yazıları, 1998 Sımha Orhan Alpaslan, Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’ndan Rengin Yurdakul’un arşivi.
13Bir Adige gencinin özgürlük ve bağımsızlık uğruna bilinçli ve gönüllü kendini ölüme adaması.
14Doğum tarihi çeşitli kaynaklarda farklı, fakat pasaport ve Manyas Nüfus Müdürlüğü’ndeki kayıtlarda verilen tarih 1886 yılıdır.
15Faika ve Naciye Hanım, yaşamlarını Mısır’da sürdürmüşlerdir.
16Ali Sait Paşa (Akbaytugan) çeşitli görevlerin yanı sıra Osmanlı-İtalyan Savaşı (1911) ve Balkan Savaşı’na (1912-1913) katılmış, aynı yıl buradaki ayaklanmalar için Yemen’e gönderilmiştir. Aralık 1918’de İngilizler tarafından esir alınıp, Mısır’daki esir kampına gönderilir. 9 Eylül 1919’da esaretten İstanbul’a döner ve İstanbul Muhafızlığı’na atanır. Anadolu’daki ihtilali ve kurtuluş hareketini destekleyen tutumu nedeniyle 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal eden İngilizler ve bağlaşıkları tarafından tutuklanır ve Malta’ya sürgün edilir. Kendisi gibi Malta’ya sürgün edilen H. Rauf Orbay ve diğer arkadaşlarıyla birlikte imzalanan Londra Antlaşmasıyla serbest bırakılır ve Anadolu’ya geçerek TBMM Ordusuna katılır (1921). Sivil yaşamında TBMM’nin 5. ve 6. dönem Kocaeli Milletvekilliği yapmış, 20 Mart 1950’de İstanbul’da ölmüştür (Sefer Berzeg).
17Saraylı Hanım’ın adı kaynaklarda geçmediği gibi, Hacı Osman Köy’de yaşayanlar ablaları olduğunu biliyor ama adını bilmiyor (herkes Saraylı hala diyor). Ali Sait Paşa bu hanımı köye getiriyor “Seni komşulara ve Hunca’lara emanet ediyorum” diyor. Gerçekten ona küçük bir ev yapıyorlar ve ölünceye kadar komşular bakıyor 1953-54 yıllarında ölüyor, mezar taşı olmadığı için adını öğrenemiyoruz.
18İstanbul Notre Dame de Sion Lisesi arşivlerinde Hayriye Melek Hunç adına bir kayıt bulunamadı. Özdemir Özbay yazısında “Mercan İdadisi ve Kız Okullarında” okudu diye yazar – Marje, Ankara, Şubat 1993 s.16-19
19Sefer E. Berzeg – Çerkes – Vubıhlar Soçi’nin İnsanları, Ankara 2013, s. 423
20Samir Raafat

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz