Bir Çerkes – Ubıh Yazar Kadın Portresi: Hayriye Melek Hunç (Dizi Yazısı 2. bölüm)

0
1270

Meral Çare (Çizemuğ)

1919’da ilk eşi Met Yusuf İzzet Paşa21 ile evlenir. Hayriye Melek Hanım’ın yolu ikinci kez Bursa’ya düşer. Bu kez eşi Yusuf İzzet Paşa’nın Bursa ve Balıkesir bölgesi komutanı olduğu için. Aynı zamanda eşi milletvekili olarak sık sık Ankara’da bulunduğu dönemde Yunanlılar Bursa’ya girer. Hayriye Melek karargahtaki konutta yeğeni 11 yaşındaki Fikret ile kalmaktadır. Yunanlılar daha karargaha ulaşmadan Hayriye Melek yanına alabileceği önemli evrak ve eşyaları alır, diğer önemli evrak ve eşyaları ise birkaç tavan tahtasını sökerek altına saklar. Çarşafa bürünerek yeğenini de yanına alır ve İngilizlerin yardımıyla İstanbul’a kaçar. Hatta Mudanya’dan bindikleri İngiliz zırhlısında Halide Edip de vardır (Özbay, 1993, s. 16-19).

1931 yılında Prof. Aytek Namitok ile evlenir ve Paris’te yaşarlar. “Namitok 1918-1920 yılları arasında faaliyet gösteren Kuzey Kafkasya Dağlı Cumhuriyeti’nin üyelerinden biriydi. Çift 1942’ye kadar Fransa’da kaldı ve Hayriye Melek, Kuzey Kafkasya Tarihi ve Kültürü konusunda yaptığı çalışmalarda eşine yardım etti. 1942 yılında Namitok, Alman korumasında Anti-Sovyet çalışmaları yapan siyasilere katılmak üzere Paris’ten Berlin’e geçti. İkinci Dünya Savaşı sonunda Amerikalılar tarafından tutuklandı. Hayriye Melek de ardından 1942’de Türkiye’ye Manyas’a döndü.” (Toumarkine, 2013, s. 3).

Beraber yolculuk yaptığı Musa Ramazan da bu dönüş hikayesini şöyle anlatır; (Ramazan, 1997, s. 146) “İstanbul’dan, Bandırma’ya ve oradan da at arabasıyla Dümbe köyüne gelirler. Fakat Aytek Bey çok heyecanlı ve tedirgindir. Son olarak 1942 yılında gördüğü eşi, acaba onu 7 yıl sonra nasıl karşılayacaktır.”

Köye vardıklarında Hayriye Hanım’la tanışan Musa Ramazan şunları söyler:

“Oldukça canlı ve hareketli bir hanımdı. Aytek Bey ile çoğunlukla Fransızca bazen de Çerkesce konuşuyordu. Daha fazla konuşan Aytek beydi, anladığım kadarıyla 25 yılın hesabını veriyor, özür diliyordu.”

Hayriye Melek Hanım’ın yaşamında Manyas’ta üç köy önemli olmuştur. Birinci doğduğu babasının köyü Hacı Osman Köy22, ikinci annesinin ve akrabalarının olduğu köy Mürvetler Köyü23 ve son olarak Dümbe Köyü24. 1942 yılında tek başına Dümbe köyüne gelip yerleşiyor, çiftçilik yapıyor ve değirmen çalıştırıyor. Bu köye gittiğimde oturduğu ev, yarısı yıkılmış durumda ve eve yaklaşık 100 metre uzaklıkta hala ayakta duran bir değirmen vardı. Mürvetler Köyü’nde ise dedelerinin evi hala ayakta, el değiştirmiş olarak duruyor24.
Hayriye Melek Hunç ve eşinin Manyas’taki köy evlerinde ne kadar yaşadıklarını tam olarak bilemiyoruz. Daha sonra İstanbul’a dönüyorlar ve burada yaşamaya devam ediyorlar. Son yıllarını Hayriye Hanım’ın yeğeni Fikret Çizemu’nun evinde ve onların himayesinde geçiriyorlar25. Aytek Namitok bu evde Temmuz 1963’te vefat ediyor.

Hayriye Melek Hunç, eşinden 3 ay sonra 24 Ekim 1963 tarihinde öldü. Cenazesi 25 Ekim 1963’de Kadıköy Osman Ağa Camiinden kaldırılarak Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü26.

Hayriye Melek Hunç’un Dernek Çalışmaları
Hayriye Melek Hunç’un yazarlığı, kadın örgütlerine ve hareketine katılması, Çerkes toplumu içindeki çalışmaları, milli mücadele faaliyetlerine katılması savaşın bitmeksizin sürdüğü oldukça zor bir döneme denk gelir. Bu dönem Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı ve ardından Cumhuriyetin ilanını da kapsayan oldukça uzun bir dönemdir.
Hayriye Melek Milli Mücadele faaliyetlerinde, Yunan askerinin İzmir’e çıkarma yapmasıyla İstanbul’da başlayan protestolara katılır. 22 Mayıs 1919 yılında Kadıköy Mitingine Halide Edip, Münevver Saime ile birlikte katılır ve bir konuşma yapar. Yağmur altında 20.000 kişinin toplandığı kalabalığa hitap ettiği bu konuşma, dönemin savaş ortamının hararetini yansıtan oldukça vatanperver, milli bir konuşmadır. Bu konuşmanın tam metni Töre Dergisi’nde yayınlanmıştır27.

Halide Edip’e ya da ona yakın ortamlarda yer alır. Hayriye Melek’in 1908’de kurulan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyetine ve Çerkes Kadınları Teavün Cemiyetine girmesi ve bu derneklerde faal olarak çalışması, dernek yayınlarında yazılar yazması; kadın örgütlerinde çalışmasına bir kanıt teşkil eder. Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin yayın organı olan Diyane çevresinde yapılan Arap harflerinin kullanılmadığı yeni bir Latin ve Kiril alfabesi karışımı Çerkes alfabesinin geliştirilmesine ve kullanılmasına da emek vermiştir28. Çerkes alfabesiyle ilgili çalışmalar bu tarihten önce başlamış ve daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Ayrıntılarına Diyane dergisinde yer verilecektir.

Hayriye Melek Hanım Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’nin kurucularından biri ve başkanlığını da yapmış ve derneğin faaliyetlerinde aktif rol almıştır. Yeni açılan Beşiktaş Akaretler’deki Çerkes Örnek Okulu için de çalışmış, Çerkesler ve Çerkeslik hakkında yazılar yazmıştır.

“Osmanlı Müslüman azınlıklarına mensup bu kadınların kendilerini diğer Müslüman etnik gruplardan soyutlayarak, kendi etnik ve cinsel kimliklerini vurgulayan bir örgütlenmeye gittikleri yegane örnek, Mütareke İstanbul’unda kurulan Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti’dir. Diğer bir deyişle, Mustafa Kemal Paşa’nın ünlü Bandırma vapuruyla Samsun’a doğru yol almakta olduğu 18 Mayıs 1919 günü, Çerkes kadınları da kendi etnik ve cinsel kimlikleri etrafında örgütlenmeye girişmişlerdir.” (Karakışla, 2001, s. 43).

Hayriye Melek Hunç’un Bursa’ya sürgün edilmeden önce, saraydaki çalışmalarıyla ilgili fazla bilgi sahibi değiliz29. Daha sonraki yıllarda çeşitli dergilerde, dönemindeki kadınların eğitimi, özgürlüğü veya özgürleştirilmesi için neler yapılması gerektiği konularında yazıları yayınlanmıştır.

Bir Yazar Olarak Hayriye Melek Hunç
Fransızcanın yanı sıra anadili olan Çerkesçe-Adigece, Ubıhça, Türkçe, Arapça, İngilizce de biliyordu30. Ubıh olduğu halde niçin ana dilinin Çerkesçe-Adigece olduğu merak edilebilir. Ubıhlar, savaşlarda ve ortak çalışmalarda daha kolay anlaşabilmek için, Kafkasya’da komşu bölgelerde konuşulan Çerkesce-Adigeceyi ortak konuşma dili olarak kullanma kararı alırlar, böylece Ubıh dilini yavaş yavaş bırakarak Çerkesce-Adigece konuşurlar. Sonraki yıllarda Osmanlı’ya sürgün edildiklerinde Ubıhça sadece yaşlıların konuştuğu bir dil olarak kalır.
Hayriye Melek Hunç’un, çeşitli dergilerde (Mehasin, Musavver Kadın, Türk Yurdu, Guaze, Diyane31, Prométhée) edebi metin, kısa öykü ve şiir alanında en az beş adet yayını bulunmaktadır. Yazıları, ilk olarak, Eylül 1908 ve Kasım 1909 arasında Mehasin’de yayınlanır. 1910’da Zühre-i Elem (Elem Yıldızı) adlı romanını yazar. Romanının yayınlanmasının ardından diğer çalışmaları da bazı dergilerde yer alır.

Hayriye Melek’in 1908-1927 yılları arasında, dergilerde çeşitli dillerde yazdığı (Osmanlıca, Çerkesce, Fransızca ve Arapça) makalelerin yanı sıra iki de romanı vardır. Ayrıca Fransız dilbilimci Georges Dumézil ve ikinci eşi Prof. Aytek Namitok’un Kafkasoloji çalışmalarına katkıda bulunmuştur32. Son olarak 1927’de Rusya’dan Paris’e gelen siyasi göçmenlerin çıkardığı Prométhée dergisinde yazdığı bir makalesinden sonra başka bir yazısına rastlanmamıştır.

Prométhée’deki bu son yazısından sonra neden sessizliğe gömüldüğünü Sefer Berzeg yazısında şu cümlelerle açıklamaktadır (Berzeg, 2013, s. 422-429).

“1920-1923 yılları, özellikle Marmara Bölgesinde yaşamakta olan Kafkas sürgünleri için yıkım yılları olmuştu. Yunanlılarla olan savaşta ve iç savaş döneminde büyük insan kayıpları verdikleri gibi, Manyas ve Gönen yöresinde bulunan 14 Çerkes (Ubıh ve Adige) köyünün halkı da 1922 yılı sonu ve 1923 yılı ortalarında, bir oldu-bitti ile yerlerinden sürgün edilerek Doğu Anadolu illerine dağıtılmışlardı. Hayriye Melek Hanım’ın doğduğu ve yakınlarının yaşadığı Hacı Osman (Hunca Hable) köyünün tüm halkı da bu sürgünlerin arasındaydı.
Bunu Met Yusuf İzzet Paşa’nın ve Hayriye Melek Hanım’ın da büyük emekler verdikleri Çerkes Teavün Cemiyeti, Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti ve Çerkes Örnek Okulu’nun da yeni iktidar tarafından kapatılması izledi.

Tüm bu olayların ve bunları izleyen baskı döneminin, Hayriye Melek Hanımı da etkilemesi çok doğal bir şeydi. Bu nedenle Zeynep (İstanbul 1926) adlı romanının basıldığı ve tüm ülkede baskıların artarak her türlü muhalefetin susturulduğu 1926 yılından sonra, o da her konuda sessizliğe bürünmüş ve yazın alanından da bütünüyle uzaklaşmak durumunda kalmıştı.”

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz