Esnek istihdamın Uzunyayla terminolojisiyle ifadesi

0
2261
Ben Uzunyayla’da büyüdüm. Uzunyayla’da büyüyen her çocuk gibi ikili bir yaşamımız vardı. Okullar açıldığında başımızda yetişkin bir abla kasabaya okula, mayıs ayı gelince de köye dönüp hemen ertesi günü tarlada çalışmaya gitmek zorundaydık.
Çalışma denilen etkinliği de bu etkinliğin felsefesini de Uzunyayla’da çalışırken bizimle birlikte çalışan büyüklerimden öğrendim.
Okulu bitirip, iş hukukçusu olarak sahaya indiğimde, özellikle işin teorik kısmına daldığımda, “yeni” sıfatı ile dile getirilen çalışmaya ilişkin kavram ve açıklamaların, bize tarlada anlatılanlardan çok da farklı olmadığını gördüm.
Bugün çalışmaya ilişkin her kavramı Uzunyayla’dan örnek vererek, Uzunyayla’da yaşamış bir büyüğün sözleriyle anlatabileceğimi rahatlıkla ileri sürebilirim. Hatta bu iddiam nedeniyle çok sevdiğim bir dostum, “Evet, haklısın, sanayi devrimi de Uzunyayla’da başlamıştı” diye bana takılmıştı. Evet sanayi devrimi Uzunyayla’da başlamadı, ama Uzunyayla’nın bilge yaşlıları çalışma ve çalışma felsefesini öylesine içselleştirmişler, öyle güzel anlatıyorlardı ki, ben iddiamdan vazgeçmedim. Benim dünyamda yer edinmiş bu bilge insanların başında Sivas Şarkışla Karacaören Köyü’nden Mıd Abidin Amca yer alıyor.
Aslında ben Abidin Amca’yı tanımadım. Benim aklım yettiğinde çoktan vefat etmişti. Onun sözleriyle tanışmam elim iş tutup çalışmaya başladığım zamana denk geldi.
İlk kez tarlaya deste yapmaya götürmüşlerdi. Amcam rahmetli yanıma geldi. “Oğlum, rahmetli Abidin Amca derdi ki ‘Çalışırken kendinizi zorlamayın. Dirgende yorulursanız dırmığı alın, dırmıkta yorulursanız küreği alın, kürekte yorulursanız kazma ne güne duruyor’. Sen de öyle yap, zorlama kendini” deyip güldü.
Ağabeyim, yaptığım desteleri beğenmediğinde ise amcam yine devreye Abidin Amca’nın sözleriyle girdi:
“Metanet vereceksiniz yavrum, metanet. Büyüğün başına vuracaksın, küçüğüne de metanet vereceksin yavrum” deyip ağabeyimin başına okşar gibi vurdu. “Gerçi” dedi, “rahmetli bu sözü birisi eke, diğeri genç iki öküz birlikte koşulduğunda öküzler için söylerdi ama zararı yok, ben de size söyleyeyim”.
Abidin Amca’nın ilk söylediğine günümüz çalışma ilişkilerinde insan kaynakları yönetimleri fonksiyonel esneklik diyor. İşçinin iş tanımının neredeyse her işi kapsayacak genişlikte tanımlanıp, işçinin verilen her işi yapmak zorunda olduğu çalışma şekli fonksiyonel esneklik başlığı altında işverenlerce kutsanıyor.
Fonksiyonel esneklik sadece işveren istemi olarak kalmıyor. İş koşulları ağırlaştırıldığı, çalışma koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı iddiasıyla işçilerin açtığı davada mahkeme fonksiyonel esnekliği karara dönüştürüyor. Mahkeme kararında hâkim işyerindeki üretimin katma değerinin düşük olduğunu, işçinin “Ben montaj işçisiyim, taşıma yapmam” demesinin ülkede binlerce işsizin olduğu koşullarda lüks olduğunu belirterek davanın reddine karar veriyor. Tanımlanmış iş üzerinden işçinin çalışma hakkını kullanmak istemesi bir mahkeme kararında lüks bir talep olarak görülüp hukuksal korumanın dışında tutulabiliyor.
Abidin Amca’nın metanet verin dediğine günümüz insan kaynakları yöneticileri moral motivasyon diyorlar. İşçileri beyaz yaka, mavi yaka, taşeron işçisi, kiralık işçi, tam süreli çalışan, yarı zamanlı çalışan vb. statülere bölüp, kiminin başına vuruyor, kimine metanet veriyorlar. Metanet verdiklerini başına vurduklarıyla terbiye ediyor, metanetin arkasından başa vurmanın geleceğini gösteriyorlar. Metanet verdikleri öyle bir işyeri aidiyeti aşamasına geçiyor ki işveren, işyeri, patron kavramları yok oluyor, yerlerini biz öznesi alıyor. Metanetle sarhoş olanlar işyerlerinin sahibi kendileriymiş gibi tutum ve tavır alıyorlar. Metanet kaynaklı aidiyet, işyeri çıkarları için özel yaşamdan fedakârlıktan başlayıp, arkadaşım dediği insanları yarı yolda bırakmaya kadar uzanabiliyor.
Emek süreçlerine ilişkin okuma yaparken Kapital’de Marx’ın vermiş olduğu bir örnek beni tekrar Uzunyayla’ya götürmüştü. Marx diyor ki: “Örneğin, Londra’da makine sanayiinde alışılagelen hileli bir yöntem kullanılır: Birkaç işçinin başına, fizik gücü daha üstün ve eli çabuk birisi seçilerek konulur, bu adama yirmi beş şilin kadar fazla bir ücret ödenir; onun görevi yalnızca sıradan ücret alan işçileri harekete geçirmek ve isteklendirmek için bütün gücüyle çalışmaktır…”
Babam anlatırdı, burçak yoldurmaya 93 muhaciri Karslı göçmenlerin yaşadığı köyden yevmiyeci getirirlermiş. Burçak yolarken en önde çalışana “honci”, en arkadan yolana da “portikçi” derlermiş. Burçak yolduranlar da en az İngiliz işverenler kadar uyanık oldukları için en önde çalışan honci’ye 50 kuruş, en arkada çalışan portikçi’ye de bir lira fazla ücret verirlermiş. Honci, hızlı ve geniş gever açar, portikçi de tempoyu artırarak ortada çalışanları sıkıştırırmış. Bir süre sonra ortada çalışanlar isyan ederlermiş: “Honci hortliyor, portikçi portliyor, orta çatlıyor!”
Esneklik ne kadar şirin, ne kadar pozitif, üstelik sınıfsal içeriğinden arındırılmış kavramlarla sunulursa sunulsun, amaç değişmiyor. Esnekliğin de amacı honci ve portikçiyi kullanarak ortada kalan işçileri çatlatmak. Esneklik, tam adıyla çalışma yaşamında esneklik, işverenin işgücü üzerindeki iktidarını sınırlandıran her türlü kural ve kurumdan işvereni kurtarıp, işverenin işgücü üzerindeki denetimini en az maliyetle en üst aşamaya çıkartmaktır.
Çalışan-çalıştıran ilişkisinin olduğu her yer ve mekanda işgücünü en üst aşamasına kadar kullanmak, işveren olmanın doğasından kaynaklanan nesnel bir durumdur.
Sorun, çalışma yaşamında yer alanların kendi yerlerini doğru tanımlayamamalarıdır. Çalışma yaşamında ya işverensinizdir, ya işçi ya da kendisini işverenle özdeşleştirmiş, görevi ortada olanları çatlatıp, işgücü üzerindeki işveren kontrolünü en üst aşamaya çıkartmanın aracı olarak kullanılan honci ya da portikçisinizdir. Honci ile portikçinin adının günümüz dilinde süpervizör, beyaz yaka, CEO vb. cafcaflı isimlerle anılmış olması ise ilişkinin özünde yer alan gerçeği saklamanın ötesinde bir anlam taşımamaktadır.
Abidin Amca’yla başladık, yine onunla bitirelim. Abidin Amca, tırpancı ırgatına çayır biçtiriyormuş. Evden kabak yemeği göndermişler. O zamanlar ırgat yağlı pilava hasret. Kabak yemeğini görünce hepsi birden çalakaşık yemeye başlamışlar. Abidin Amca bakmış, kabak yemeği dakikalar içerisinde bitecek. Müdahale etme gereği duymuş. Irgatlara dönüp, kabak yemeğini kastederek, “Yeni yavrum yeni, katıktır yeni, ekmekle yenir” demiş.
Günümüzde kabak yemeğinin ekmeksiz yenilmesine, artan işçilik maliyeti diyorlar. Asgari ücret tartışmasında asgari ücretin açlık sınırının altında olmasına karşın işverenler artışa karşı çıkarken işçiye sağlıklı beslenme yerine “Katıktır, ekmek yiyin” demeye devam ediyorlar.
*Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri, Selüloz İş Sendikası Hukuk Müşaviri,
Çalışma ve Toplum Dergisi Yayın Yönetmeni
1 Yargıtay bu kararı bozmuştur.
2 Karl Marx, Kapital I. Cilt, Eriş Yayınları 3. Baskı, Çev. Alaattin Bilgili, s. 475

 

Önceki İçerikАланты Хъæлæс – Osetlerin Sesi – Aralık 2018
Sonraki İçerikTarihte Bu Ay – Ocak 2019
Dr. Murat Özveri
1985 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1998’de İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Anabilim Dalı’nda “Ekonomik Kriz Koşullarında Toplu İş Sözleşmesi Özerkliği ve Uyarlama Sorunu” başlıklı teziyle yüksek lisansını tamamladı. 2012 yılında aynı bölümden “Türkiye’de Uygulanan Toplu İş Sözleşmesi Yetki Sistemi ve Sistemin Sendikalaşma Üzerine Etkisi (1983-2009)” başlıklı doktora tezini vererek mezun oldu. Tez, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Sosyal Politika Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından verilen 2012 yılı Prof. Dr. Cahit Talas Sosyal Politika Ödülü’nü aldı. 1990 yılında başladığı Selüloz-İş Sendikası Genel Merkezi Hukuk Müşavirliği görevini sürdürmekte, Kocaeli Barosu’na bağlı serbest avukat olarak çalışmaktadır. 2004 yılında yayımlanmaya başlayan 3 aylık-hakemli Çalışma ve Toplum Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevini yürütmektedir. Çalışma yaşamına ilişkin bazı çalışmaları kitap olarak yayımlandı; tebliğleri, makaleleri, çeşitli dergi ve kitaplarda yer aldı.