Geçen sefer ki yazımda, bir dilin İlksel dil (pere bze) ve Orijinal Dil (Wunaye bze) olabilmesi için, o dilin bu özelliklere sahip olması için ilk şartın seslerin yansımadan doğmuş olması gerektiği ve bu nedenle de o dili oluşturan kelimelerin kahır ekseriyetinin tek heceli olması zorunluluğuydu. Buna bağlı olarak da dilin doğuşu sürecinde sesler aynı zamanda birer kelime niteliğinde olacağıdır. Ayrıca dilin orijinal olması için de kelimelerinin kendine ait olmasıdır. Bu iki özellik, üzerinde kitap yazılacak kadar geniş bir konu olduğunu burada hatırlatmadan geçemeyeceğim.
Özetle ‘Bir dilin kök halindeki kelimeleri hem tek heceli hem de kendine özgü ise o dil hem ilksel dil hem de orijinal bir dil demektir.’ yinelemesiyle birinci yazımızı özetlemiş olalım.
İlksel dil/ler (perebze) ve orijinal dillerde kelimeler yani sesler ki seslerin anlam içermesi gerekmektedir, büyük ölçüde yansımalardan doğar. Kimi sesler de psikolojiktir. İç dünyamızdan yansıyan sevinme, üzülme, açı çekme benzeri durumlarda, doğal olarak çıkardığımız sesler zamanla uğraşı eyleminin yani olayın adı olarak kelimeye dönüşmüştür. Zamanla birleşik kelime mantığıyla bir araya gelen bu sesler yani kelimeler birden çok heceli yeni kelimeleri meydana getirmiştir. Bu da yeni anlamlar, yeni terimler, yeni kavramlar demektir. İlerleyen zaman diliminde diller ayrışırken bu tarz kelimeler kaynaşmış, orijinalitesini yitirmiş ve sonradan oluşturduğu kelimelerle emsallerinden ayrılmış, insanların farklı uğraş ve farklı yaşam tarzları, coğrafi nedenler, buluşlar için türetilen yeni kelimeler v.b. sayesinde farklı diller doğmuştur. Dillerin ayrışması konusu tamamen ayrı bir çalışma sahasıdır.
Ding-dong hypothesis (hipotezi), insanın kendi yaşamı boyunca duyduğu seslerin tekrarından ibaret olduğunu benimser. Ancak bu hipotez temelde doğru olmakla beraber eldeki verilerde kelimeler çok sesli hale gelmiş şekilleriyle bulunduğu için hipotezlerini yeterince savunamamaktadırlar. Başka bir deyişle kelimeleri oluşturan sesler doğuştan aldıkları anlamlarını kaybetmişlerdir. Bu da bilim insanları için büyük bir handikap olmaktadır. Mesela dünyadaki tüm hayvanların çıkardıkları sesler var oldukları günden itibaren hiçbir zaman değişmeden aynı sesi tekrar edip durmaktadır. Evrendeki diğer tüm kuşlar, bitkiler, ağaçlar, rüzgar, deniz, fırtına, gök gürlemesi v.s. aklınıza ne gelirse hep aynıdır. Ne var ki bugün bunca varlığın adları hemen her dilde farklılaşmaktadır. Öyleyse bunların dili neden aynı değildir? Cevap şudur: Diller adını taşıdıkları varlıkların çıkardıkları seslerle ne kadar benzemezlik gösteriyorsa o kadar ilksel dil (pere bze) ve Orijinal dil (Wunaye bze) olma özelliğini yitirmiş demektir.
Bilim insanların, ses çıkarmayan varlıklara ad verme konusunda kelimelerin nasıl oluştuğunu açıklamada aciz kaldıkları da bir gerçektir. Platon, Pytagoras, Max Müller ve daha birçoklarının aşamadığı nokta tam da burasıdır.
Örneklemeler üzerinden konuyu irdeleyelim.
İngilizler koyun melemesi için “ba-ba” derler ancak İngilizcede koyun, sheep diye isimlendiriliyor. Oysa koyun ne “ba-ba” diyor ne de “sheep. En azından koyuna ad olan kelime koyunu tanımlayan bir özellik içermelidir. Burada bilebildiğimiz kadarıyla her iki durum da söz konusu değildir.
Yine İngilizcede köpek havlamasını bow-wow şeklinde taklit edilirken, köpek “dog” kelimesiyle karşılanmaktadır. Burada ilginç bir durum vardır. İngilizlerin köpeğin adının neden “dog” olduğunu bileceğini sanmıyorum. Çünkü İngilizce onu bilebilme sürecini çoktan yitirmiştir. Ancak Adige dili verileriyle inceleme yapmak mümkündür. Çünkü Adige dilinde bugün birçok sesin anlam taşıdığını ve bu seslerin tarihçelerini bulabilme şansına sahibiz. Kelimeyi Adige dilinde irdelediğimizde vardığım sonuç şudur: “dog / köpek” kelimesindeki do, birlikteliği ifade eder. Deju, düet her iki kelimede de bir şeyi birlikte söylemeyi ifade etmektedir. Ayrıca “de, do” birlikte olmayı ya da bir şeyi kabul etme anlamı taşıdığını da biliyoruz. Zaten bir şeyi kabul etmek aynı zamanda o şeyle de birlikte olmak demektir. Kelimenin sonundaki “g” sesi gelince, aslında ses değil “go” (git) kelimesinin kendisidir. Adigece dahil, Arapça, birçok Avrupa dilleri kelime sonundaki sesli harfleri okumama kuralına sahiptir. Yani kelimeyi cezimli okuruz. Bu da bu konuya bir örnek teşkil etmektedir. Bu “go” kelimesi Adige dilinde ise “qo” (к1о) şeklinde ifade edilmekte ve “git” anlamını içermektedir. Bugün Adige – Kabardey diyalektiğinde doqo (док1о: birlikte gitme) Adigey diyalektiğinde ise (дак1о:birlikte gitme) şeklinde kullanılmaktadır. Peki, bunun yani “birlikte gitme” anlamına geldiğini iddia ettiğim, bugün için “köpek” hayvanı tanımlamasını yaptığımız “dog” kelimesi nasıl oluyor da köpeği ifade etmektedir? İlk insandan günümüze “dog” yani köpek insan oğlunun ilk evcilleştirdiği hayvandır. Aynı zamanda sahibine hem sadık hem de sahibi için bir savunma silahıdır. Yukarıda verdiğimiz açıklamalara bu, ilginç bir örnektir. Bu özelliği itibariyle bu kelime orijinal sayılır. Ancak ilksel oluşu ikinci derecededir. Zira ses taklidiyle köpeğin adının örtüştüğü kelime sadece Adige dilindedir. En azından bugün itibariyle ulaşabildiğim diller için böyledir.
Adige dilinde “köpek” kelimesini “he / хьэ” kelimesiyle karşılanmaktadır. Burada H sesi kalın ve gırtlaktan telaffuz edilmelidir. “He” sesi ise köpeğin dilini çıkararak çıkardığı soluma sesinin taklidinden başka bir şey değildir. Demek ki her varlık kendi adını telaffuz etmektedir. Bir sesi taklit etmeyen ya da bir tanımlama içermeyen kelimeler ilksel ve orijinal olma özelliğini yitirmiş demektir.
Koyun melemesi Türkçede “mele-mek” kelimesiyle koyunu “me” ses taklidi eylem için doğru yapılmıştır. Ne var ki “koyun” kelimesi “me” kökenli gelmektedir. Böyle olunca da koyunun çıkardığı sesle ya da koyunu tanımlayan bir özellikle “koyun” kelimesinin bir bağını karamamaktayız. “Melemek” kelimesi orijinal olmakla beraber “koyun” kelimesi orijinalitesini yitirmiştir. Zorladığımızda “ko-yun” kelimesinin ikinci hecesiyle “yün” kelimesi arasında ilişki kurulabilir. Bu defa “yün” kelimesine neden “yün” dendiğinin cevaplanması gerekecektir. Yukarıda adlarını zikrettiğimiz, dilin doğuşunu haklı olarak yansımaya dayandıran ancak yansıma olmayan sözcükleri izah edemeyen bilim insanlarının takıldıkları yer burasıdır. Öyleyse bu durumda bu tarz kelimeler ilksel ve orijinal olma özelliklerini yitirmişlerdir diyoruz. Aynı kelimeyi Adige dilinde irdelediğimiz zaman, koyunu çıkardığı sesin “mê’-” şeklinde “meleme” ifadesi dile getirilerek taklit edildiğini ve “melı” kelimesinin de koyun anlamına geldiğini görüyoruz. “Melı” kelimesindeki “me” koyunun çıkardığı sesi “Lı” sesinin de “et” anlamına geldiğini biliyoruz. Böylece “me” deyip “et”ini yediğimiz hayvanın hem tanımlaması ve hem de ses taklidi söz konusudur. Bu “melı” kelimesi seslerin taklidi ve hayvanı tanımlaması yönünden konumuza güzel bir örnektir.
Rusçada köpek havlamasını “gaf-gaf” şeklinde dile getirilmektedir. Nispeten havlama sesinin taklidi doğru kabul edilebilir. Köpekler cinslerin, kalıplarına göre ya da başka nedenlerle farklı frekanslarda sesler çıkartabilir. Ancak Rusçada köpek “sobaka / собака” kelimesiyle dile getirilmektedir. Burada da köpeğin çıkardığı ses ya da onu tanımlayan bir özellikle kelimeyi oluşturan sesler arasında bir ilişki kurulamamaktadır. Bu da kelimenin orijinal olsa bile ki orijinal olduğundan da emin değiliz, ilksel olmadığını görüyoruz. Kelime ya da dil burada ilksel olma özelliğini yitirmiştir.
Çincede köpek “Gôw” iken havlama ses taklidi “wu-wu” şeklinde dile getirilmektedir. Japoncada köpek “Inu” kelimesiyle dile getirilirken havlama taklidi “wan-wan” şeklinde taklit edilmektedir. Türkçeye gelince köpeğe ad olan “köpek” kelimesiyle, köpeğin “havlama” taklidi için kullanılan “haw” ses taklidi arasında bir ilişki kalmamıştır. Havlamak kelimesi için kullanılan “haw-haw” ses taklidi doğru bir taklittir. Oysa köpeğe neden “köpek” dendiği konusunda doyurucu bir sonuca ulaşamıyoruz.
Özetlersek dilin “ilksel” ve “orijinal” olarak kabul etmemiz için, varlığa ad olan kelime ile varlık arasında ses taklidi yönünden ve ya varlığın özelliğini tanımlaması yönünden ortak bir ilişkinin bulunması zorunludur. (Devam edecek)