İLKSEL DİL ORİJİNAL DİL-3

0
1392

Geçen sayımızda: “Bir dilin ilksel ve orijinal dil olası için varlığa ad olan kelime ile varlık arasında ses taklidi yönünden ortak bir ilişkinin bulunması zorunludur” demiştik. Bunun aksini düşünmem demek bütün tezimizin kökten reddi anlamına gelir. Diller yansımadan doğmuştur. Her varlık kendi ismini terennüm eder. İnsan değişmeksizin defalarca duyduğu sesleri tekrar eder ve neyi kimden duymuşsa, o duyduğu sesi kelimeye çevirir ve kimden duymuşsa ona ad olarak takar. İnsan da duyduğunu tekrar ettiği için buna ‘Tekrar et’ anlamına gelen ‘Otej Kuramı’ diyoruz.

Tabidir ki bu kuramın tek dayanağı işitsellik değildir. Duyu organlarımızın diğerlerinden de yararlanırız. Koku alma duyumuzla ya da dokunma duyumuzla algıladığımız bir şeyin sese dönüştürülerek tekrar edilmesi de yine Otej Kuramın içindedir. Öyle sanıyorum ki Ferdinand de Saussure’nin savunmuş olduğu, ‘Dilbilimsel imgelerin biçimsellikleriyle taşıdıkları anlam arasında doğal bir bağlantı yoktur’ görüşünün çıkış noktası da burası olsa gerek. Yani soyutun adlandırılmasında, soyut ve ad arasında bağın olmadığı görüşü savunmaktadır. Ne var ki işin en zoru olan soyut olanla kelime arasındaki bağlantıyı izah edemiyor isek zaten o dil ne İlksel bir dildir ne de Orijinal bir dil. Aslında Nedensizlik İlkesini savunanlar sadece soyut varlık, anlam ilişkisi üzerinden değil aynı zamanda yansıma içermeyen diğer varlıklar için de Nedensizlik İlkesini benimsemektedirler. Oysa ki Max Müller’in Sınırsızlık ilkesi kadar Saussure’ın Soyut olan düşüncenin aktarımı için somut olanın sesi şarttır, görüşü ise doğru bir görüştür. Ancak burada da hangi soyutla hangi ses neden bir arada bulunmalıdır, sorusunu Nedensizlik İlkesi dediğiniz zaman biraz ucuzculuğa kaçıkmış olduğu ayan beyan ortadır. Eğer biz doğru tezlerimize ya da görüşlerimize doğru örnekler veremiyorsak, bir neden elimizdeki dil/ler/in yetersizliğidir; bir nedeni de elimizdeki bazı dillerden ya bizim habersiz oluşumuz ya da eldeki dile karşı yetersiz oluşumuzdur. Yani elimizde çıkış noktası olarak tuttuğumuz diller artık İlksel ve Orijinal olma özelliklerini o dilin bugünkü kuramları içerisinde bulabilmeniz mümkün görünmemektedir. Bunu aşmanın yolu doğru örnekten yola çıkarak İlksel ve Özgün Dil olma özelliğini yitirmiş diğer dilleri de ses anlam ilişkisi doğrultusunda detaylı taramaya tabi tutmaktır. Çünkü her dilde mutlaka ilksel ve orijinal olma izleri vardır; ama az ama çok. Eğer, imge –anlam ve hatta– ses bir nedensizlik ilişkisi olmuş olsaydı, işitmeyen insanların da imgelere, cisimlere yönelik kafasından bir şeyler söyleyebilirdi. En azından kulak yoluyla alınmayan, göz, burun, dokunma vb. diğer duyularımızla kavradığımız şeyler için bir şeyler söyleyebilirdi. Koku, sert, güzel, büyük vb kelimeler için.

Oldukça önemli gördüğüm ve özellikle de Güneş Kuramcılarının da iştahını kabartacak olan Zaman kavramını ele alalım. Bu kavram için farklı dillerde olmak kaydıyla, vakit, zaman, zeit, tempus, temps, time, hour, date… gibi kelimeler kullanılmaktadır. Ancak hiçbirisiyle benzerlik göstermeyen Adige dilindeki гъо (ğo / gho) kelimesi de zaman kavramını karşılamaktadır.

Zaman anlamına gelen ğo/gho kelimesi kozmik hadise olan gök gürleme sesinin kelimeye dönüştürülmüş biçimidir. İlk insanlar, defalarca gökten işittikleri bu sesin ardından iklimin değiştiğine defalarca şahit olmuşlardır. Mütemadiyen ve hemen hemen yılın aynı dönemlerinde işitilen bu sesin ardından iklimin değişmesine şahit olan insanın kafasında artık bir zaman yani (gho /ğo) oluşmuştur.  İnsanın zihninde oluşmuş olan bu olguya, acaba nasıl bir isim koysam, diye bir arayışa girmesine gerek kalmamıştır. Çünkü zaman kavramını insan beynine kazınan bu kozmik hadise kendi adını kendine ad olarak takmış ve onu dünya var olduğundan beri tekrarlamaktadır. Üstelik milyonlarca yıldır hiç yalan ve hile katmadan. İnsanoğlu, bu şekilde zaman içerisinde oluşturduğu kelimeleri bir araya getirerek yeni kavları, olguları dillendirmeyi, zihninde oluşturduğu olguları anlatmayı becermiştir. Yi ğo qihağ; zamanı geldi, yi ğo yiç’ığ; zamanı çıktı, zağo</strong>re; bazen. yi ğorığow; yavaş yavaş vb.

İnsanoğlu sözcükleri ürettikçe açılan sarılı kumaş topu gibi birbirine bağlı, birbiriyle ilişkili sözcükler beynimizdeki literatürümüzü doldurmaya başlamaktadır. Bu kozmik hadiseye bağlı olarak zaman mefhumunu içeren ğe / yıl kelimesini görüyoruz. Ğo / Zaman ve ğe / yıl kavramları aynı kozmik olay sonucunda oluşuyor fakat farklılık varsa yıl kelimesi de aynı zaman kelimesini oluşturan ğ sesinden doğmuş olmalı, ancak bire bir aynı olmamalıdır. İşte ğo zaman anlamını verirken ğe kelimesi de yıl anlamını vermektedir.

Durumu şöyle izah edelim: Yılın on iki aydan oluştuğunu her mevsim, her ay farklı tabiat verilerine şahit oluyoruz. Aynı dönemlerde çiçekler açıyor, aynı dönemlerde meyveler sebzeler olgunlaşıyor, aynı dönemlerde hayvanlar yavru yapıyor, aynı dönemlerde arılar bal yapıyor vb. Zamanla hepsinin bittiğini ve artık günlerin toprağa kaldığı yani kışın geldiğine şahit oluyor. İşte ğe yani yıl kavramını kullanabilmesi için artık yılın tamamlanmış olması gerekiyor.

Başlangıç noktası; 01 Ocak. ı—Y I L—ı Bitiş noktası: 31 Aralık

Yukarıdaki zaman döngüsü yani bugünkü verilerimizle 31 Aralık geldiği zaman, bu defa insanın zihninde geçmişlik kavramı meydana geliyor. Ne kadar orijinal bir durumdur ki bu kez de geçmiş mefhumunu aynı ğe kelimesiyle oluşturuyoruz. Örneğin yük taşıma sesinin ıhlamaktan yansıma olan хьы / hı sesi götürmek, taşımak anlamına gelen kelimeyle geçmişlik kavramını veren гъэ/ğe kelimesi birleştiğinde, geçmişte götürülmüş, anlamına gelen kavramı ifade etmiş oluruz: хьыгъэ / hığe. Eğer kimin götürdüğünü de belirterek söylemek istiyorsak, örneğin 3. tekil kişiyi de işin içine katacaksak ötekine ünlendiğimiz и / yiii içsel ve ruhsal (psigolojik) nidanın / seslenmenin oluşturduğu ‘O’ anlamına gelen kelimeyi ekleriz. Yi – hı – ğ(e)</strong> ; o – götür – dü, deriz. Peki cümlemizi oluşturan kelime sıralaması neye dayanmaktadır?

Cümlenin başında özne olur: Yi, sonra eylemin kendisi gelir: Hı, sonra da eylemin zaman olgusunu bildiren kelime gelir: Ğe. En ilginç olanı ise bunların hiçbirisinin ek olmamasıdır. Çünkü ilksel ve orijinal dillerde ek diye bir hadise olamaz. Çünkü ilksel ve orijinal dillerde çok heceli kök kelime olamaz. Bu genel bir kuraldır. Ancak tek vurgulu bir-iki çift ses hariç.

Öznenin başta bulunurluk olgusu sosyal felsefeyi de etkileyecek ve toplumun sosyal düzeni oluşurken hep bu etken varlık, özne ya da toplumsal özne diyebileceğimiz thamate algısını da şekillendirecek ve özne olan hep büyük olacak ve hep başta bulunacaktır.

Burada ilginç bir şekilde doğal tabiattan yansıyan bir sesin hayatımızda binlerce yıl ne kadar etkin olduğuna şahit oluyoruz.

(Devam edecek)

 

Sayı: 2019 02
Yayınlanma Tarihi: 2019-02-01 00:00:00