Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Çokbilmişlerin kaba ve zayıf iktidarları

Fransız düşünür Michel Foucault’dan beri iktidar hakkında çok zengin bir teorik tartışma zeminine sahip olduk. Foucault’nun teorisi, mesela iktidarın sadece yukarıdan aşağı doğru baskılayan bir mekanizma olmadığına, bundan belki daha da önemli olmak üzere, iktidarın aşağıdan yukarıya işleyen, üretken bir niteliğe sahip olduğuna dikkatimizi çekti. Zihni sürekli provoke eden, kabullerimizi sorunsallaştıran engin teorik üretiminin köşe başlarından birinde, iktidarın inşasında geçmişte üremiş, üretilmiş tekniklerin bambaşka mekân, topluluk ve zamanlarda da işe yaradığını, devreye sokulduğunu gösterdi. Ve belki de Foucault deyince, iktidarın bilgi ile ilişkili olduğu, bilginin iktidar ürettiği, iktidarın bilgi ürettiği hemen aklımıza gelen ezberlerden biri oldu.

Ancak bilgi derken, Foucault ile birlikte, söz konusu olan şeyin, tabii ki, sorgulanamaz, mutlak, nesnel bir şey olduğundan bahsetmiyoruz. “Bilgi”, daha çok üretilen ve kabul edilen ve de ortalıkta dolaşan, doğruymuş gibi öğrendiğimiz, geliştirdiğimiz ve tabii ki inandığımız bir “araç”, bir “söylem”… Doğduğumuzdan itibaren maruz kaldığımız, “oğlan bebeğe mavi, kız bebeğe pembe giydiren” bir bilgiden başlayıp, “memleketteki doğum oranlarının düştüğünü”, “Suriyelilerin seçimlerde oy kullanacağını” iddia eden ya da fosil atıklardan elde edilen yakıtın ve nükleer enerjinin asla zarar vermediğini iddia eden “bilgilere” kadar uzanan bir yelpazeden bahsediyoruz.

Dolayısıyla, “bilginin” hayatımızın her alanına giren, devlet toplum ilişkilerini, sınıflar arası ya da erkek kadın ilişkilerini, kimlikler arasındaki konumlanmaları şekillendiren bir güç olduğunu, ya da tersten bakarsak, iktidar ilişkisi içinde şekillendiğini anlayabiliriz. Yani eğer verili bir toplumda kadınların zayıf ve duygusal varlıklar olduğunu iddia eden bir ortalama “bilgi” karşısında, kadınların da rasyonel olabildiklerini ya da erkeklerin de gayet duygusal olabildiklerini “gösteren” alternatif bir bilgiyi mücadele ederek yaygınlaştırabilirseniz, dayatılan erkeklik ideolojisi tarafından üretilen bilgi-iktidar karşısında alternatif bir varoluş gösterebilirsiniz.

Karmaşık bir dünyada bilgi-iktidar

Klasik anlamıyla bildiğimiz, tahakküm eden, güçlü toplumsal ve siyasal aktörlerin, devletin, devletle örtüşmüş seçkinlerin en çok korktuğu mevzulardan biri de budur… Yani sundukları ve tek gerçek olarak dayattıkları “bilgi” karşısında, toplumun içinden çıkma potansiyeli bulunan alternatif bilgilerdir. Çünkü iktidardakilerin ürettiği bilgiler gibi, bu alternatif bilgilerin de mutlak doğruluk sağlaması hiçbir zaman mümkün değildir. Ama zaten mesele bilginin doğru olması değildir. Mesele bilginin kabul edilmesi ve inanılmasıdır. Bu yüzden bilgi doğrudan bir iktidar meselesidir.

Bu yüzden, içinde yaşadığımız dünya giderek daha karmaşık hale gelirken, bu karmaşıklığı anlayacak ve anlamlandıracak bilgi en önemli silah haline geliyor. Mesela “yapay zekâ” bu silahlar arasında en başta geliyor. Gündelik hayatta davranışlarımızın, seçimlerimizin, eğilimlerimizin, karakter özelliklerimizin izlerini süren dijital teknolojiler, ortaya çıkan devasa veri deposundan şaşkınlık verici sonuçlarla, neredeyse bizi bizden daha iyi tanıyacak ve gerekirse manipüle edecek sonuçlar çıkarıyor. Yani yapay zekâ ve ürettiği bilgi tüyler ürpertici derecede korkunç bir iktidar aracı olarak devreye giriyor.

Ama hepimizin böyle bir kapasitesi yok… Bütün bu karmaşıklığı sofistike yöntemlerle çözebilme imkânına çoğumuz sahip değiliz… Sıradan insanlığımızın yanı sıra, yönetim kademelerini ele geçirmiş olan “seçkin” gruplar da çoğunlukla popülizm, ırkçılık, otoritarizm, neredeyse “dinsel” bir içerik kazanmış totalitarizmler vasıtasıyla tam da bu kapasitesizliğin örneklerini sunuyorlar.

Kapasitesi yetmeyen otoriteler, meşruiyetini kaybeden otoriteler ya da devletler işte tam da bu nedenle, çaresiz bir şekilde yönetebilmek için meşruiyet kuran bir bilgi-iktidarla değil, çıplak bir güçle donanmış bilgi parçalarını dayatmaya çalışıyorlar. Çünkü artık sahip oldukları ve yönettikleri bilginin ele geçirebildikleri sınırlı sayıda insanların dışında çok ikna edici olamadığını fark ediyor ve saldırganlaşıyorlar.

Açıkça küfrediyorlar mesela; sürekli olarak düşmanlarının ne kadar “alçak”, “meymenetsiz” olduğunu söylemeye çalışıyorlar. Mesela toplumun en az yarısına tekabül eden siyasi rakiplerini “Türkiye’yi bölmek isteyen hainlerin zillet ittifakı” olmakla suçlayıveriyorlar.

Karmaşık hayata kolay ve kaba siyaset

Aslında çok daha zorlaşan ve giderek daha ciddi zihinsel faaliyet gerektiren bir dünyada yönetilmesi giderek zorlaşan insan kitleleri üzerindeki siyaset yapma yollarını kolaylaştırmaya çalışıyorlar ve bu siyasetle tepeden aşağı doğru ruhumuz ele geçirilmeye çalışılıyor.

Mesela, Ankara’da protesto gösterisine katılan tesettürlü bir kadının polisin cinsel tacizine uğradığını gösteren görüntüler ortaya çıkınca, Ankara Emniyeti tarafından bir açıklama yayınlanmış. Açıklamada, “M.D isimli şahıs” (yani tacize uğrayan kadın), her türlü “kötülükle” özdeşleştirilmiş; ne kadının ve kardeşinin DHKPciliği, ne babasının FETÖcülüğü kalmış. Tabii anlaşılabilir bir durum; “başörtülü bacım” edebiyatı yapılırken, başörtülü bir bacıya yapılan tacizi anlatmak çok zor… Çünkü eskiden söylenenlerle bağlantı kurmak çok zor, çünkü “başörtülü bacı” hâlâ işe yarayan bir kalıp ve bu kalıp elde dururken, bu aleni ve kafa karıştırıcı tacizi anlatamazsınız. Bu yüzden söz konusu insana her türlü “hainlik” sıfatını yapıştırırsanız, yani onu “başörtülü bacı” sıfatının dışına çekerseniz, zihinsel olarak çok fazla yorulmaz ve zaten herkes gibi çok yorgun olan kendi hedef kitlenizi de daha fazla yormazsınız.

Ya da Aydın’da Kızılcaköy’de jeotermal enerji santralı yapılmasına tepki gösteren köylülerin kendilerine jandarmanın biber gazı sıkması üzerine vali yardımcısına şikayette bulunmaları üzerine, bu bürokratımızın sözlerini hatırlarsınız: “Bir şey olmaz yaa, biber gazından ne olacak?”

“Bir şey olmaz yaa…” Bu kadar basit!

“İlahiyatçı” ve “yazar” olduğu belirtilen bir adam “Sünni âlimlere inanmayanların kâfir olacağını ve cehenneme gideceğini” yazmış mesela… Bu kadar yani… Basit… Ya “sünni”sin ya da cehennemlik…

Bu tür çaresiz ve basitleştirici dil sadece devletin, güç sahiplerinin Olimpos’unda söz konusu değil; sıradan hayatlarımıza da sirayet etmiş durumda. Mesela Suriyelilere karşı gösterilen ırkçılık da benzer bir mantık taşıyor. İnternette videolarını yayınlayan delikanlı kabadayı milliyetçiler, Taksim meydanında bayraklarıyla eğlenen Suriyelilere tahammül edemiyorlar. Bu milliyetçi tosunların o Suriyelileri anlaması çok zor. Doğup büyüdüğü toprakları terk etmek zorunda kalmış, uzak bir diyarda varlık göstermeye çalışıp, aşkları, korkuları, geride bıraktıkları ölümleri ruhlarında barındıran, hayata tutunmaya çalışan, bunun için bir araya gelen, cemaatleşen, kimliğini yeniden kuran, geri dönmek, dönmemek, Avrupa’ya gitmek gibi üçlemlerde sıkışan, hem iyi hem kötü olan insanlardan oluşan bir grubu anlamaya çalışmak çok yorucu bir iş. Kendisi de bir bakıma dünya kadar travmanın ürünü olan milliyetçi delikanlı da işin kolay yolunu biliyor; Taksim’e çıkmayı Suriyeliye yasaklamak ve “bunu ancak biz yaparız!” demek…

Öte yandan bu çokbilmişlerin Brezilya şubesi olan adamın da benzer bir dil kullandığını unutmayalım. Bu ve benzeri bilgisiz (ya da baskı teknikleri konusunda çok bilgili) iktidarlar, sofistike iktidar teknolojileri aşındıkça, aynı iktidar alanları alternatif bilgi ve söylemlerle işgal edilmeye başladıkça, “asarız, keseriz, zaten bunlara az bile yapılmış, gene yaparız” türünden iktidarın en kaba ama en zayıf ve zavallı halinden salvo atışı yapmaya çalışıyorlar.

Evet, karmaşık bir dünyada, bilgi patlaması yaşanan bir dünyada yolunu bulmak çok kolay değil, hele sahip olduğunuz analiz yöntemleri sınırlıysa… İşte bu sınırlılık içinde işin kolayına kaçmak en “akıllıca” yöntem… Kimisi dünya kadar veriyi bir arada ele alıp analiz etmeye çalışıyor, kimisi de kendi göbeğini şişirmek ve sahip olduğu o muhteşem imtiyazları kaybetmekten deli gibi korktuğu için ve gene kendi göbek deliğinden başka bir bilgi sahibi olmadığı için alabildiğine, en çıplak haliyle o bilgiyi dayatmaya çalışıyor.

Kaybetmekten çok korktukları için, kısa vadede bir miktar kazanıyormuş gibi görülebilirler ama akılda tutmakta yarar var: başa çıkamayacakları kadar çok bilgi var ortalıkta; o bilgilerin hepsi alternatif iktidar demek…

Sayı: 2019 03
Yayınlanma Tarihi: 2019-03-01 00:00:00

Önceki İçerik
Sonraki İçerik
Ferhat Kentel
Ferhat Kentel
Son olarak, kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Ferhat Kentel 1981’de ODTÜ’de işletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’den sosyoloji doktora derecesi aldı. 1990-1999 arasında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde, 2001-2010 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de ve Université de Paris I’de çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, gündelik hayat, yeni sosyal hareketler, din, İslâmi hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayımlandı. Yayınlanmış araştırma ve kitapları şunlardır: Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları. Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi (Gevorg Poghosyan ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2005; Euro-Türkler: Türkiye ile Avrupa Birliği Arasında Köprü mü Engel mi? (Ayhan Kaya ile birlikte) İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2005; Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilik(ler) (Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2007; Belgian-Turks: A Bridge, or a Breach, between Turkey and the European Union? (Ayhan Kaya ile birlikte), King Baudoin Foundation, Brüksel, 2007; Ehlileşmemek, düzleşmemek, direnmek, (Söyleşi: Esra Elmas), Hayykitap, İstanbul, 2008, Türkiye’de Ermeniler. Cemaat-Birey-Yurttaş (Füsun Üstel, Günay Göksu Özdoğan, Karin Karakaşlı ile birlikte), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2009; Yeni Bir Dil - Yeni bir Toplum, (Söyleşi: M.Talha Çiçek, Gülçin Tunalı Koç), Bilsam yay., Malatya, 2012; “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” (Murat Öztürk ile birlikte), TÜBİTAK araştırması, 2017.

Yazarın Diğer Yazıları

Birlikte yaşamın metaforu olarak aşk

Epey zamandır zor günler yaşıyoruz. Ortalık gri… Her şey kötüye gidiyor gibi sanki… Güçlü ve sevgisiz bir insanlık hali içimizi karartıyor… Ama bu sadece işin...

“Özgür” Suriye ve yarattığı “imajlar”

Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi üzerine, Apaçık Radyo’da Waseem Ahmad ile birlikte yaptığımız “Hüsnükabul” programında Türkiye’de yaşayan Suriyeli genç bir mimar olan Üveys (Ouaess) ile...

Coğrafya ya da kötülük kader mi?

Hani “Coğrafya kaderdir” diye bir laf var ya… Tabii ki öyle bir şey yok… Ya da tabii ki yaşadığımız coğrafyanın, iklimin alışkanlıklarımız ve giyim...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img