Çalışmak, iş ve meslek sahibi olmak kapitalist üretim sürecinde kutsanan bir statüdür. İş sahibi olmak toplumsal aidiyetin merkezinde yer almaktadır. İş ve meslek eksenli sosyal kimlikler aracılığıyla birey toplumda kabul görmekte, toplumla bağını işi ve mesleği üzerinden kurmaktadır.
Üretim süreci ise en genel anlamda insan, makine, hammadde etkileşiminden oluşan bir örgütlenmedir. Bu örgütlenmeyi yapan sermayedarın amacı kâr, örgütlenmenin olmazsa olmaz koşulunu oluşturan işçi ise gelir elde etmek için bir araya gelmişlerdir. Sermayedar açısından sorun “ekonomik aklın” gereklerine göre çözümlenmeli, en az maliyetle en çok kârı elde edecek şekilde üretim örgütlenmelidir.
İş örgütlenmesini yaratan sermayedar açısından temel itici etki kâr etmek, kârı en üst aşamaya çıkarmaktır. Üretimde kullanılan ve insan sağlığını olumsuz etkileyen kimyasallar, çalışma sırasında ortaya çıkan zehirli boğucu gazlar, tozlar, kulakları sağır eden gürültü, insanın fiziki çalışma gücünün sınırlarını zorlayan iş örgütlenmesinin tamamı aslında kâr etmek için oluşturulmuş bilinçli bir tercihin ürünüdürler. Kâr için üretim yapan sermayedar, iş ortamının yarattığı olumsuzlukların tamamına üretimin doğasından kaynaklanan, katlanılması gereken sonuçlar gözüyle bakmıştır. Yapılan işle sağlığın bozulması arasında doğrudan ilişki bulunduğu, üretimde kullanılan malzemelerin, üretim aşamasında ortaya çıkan gaz ve tozların, gürültü ve yoğun çalışmanın insan sağlığını olumsuz etkilediği çok eski çağlardan beri bilinmesine karşın ısrarla görmezden gelinmiştir.
Üretimin kesintisiz en az maliyetle sürdürülmesi amacı, çalışanın sağlığının korunması amacına tercih edilmiştir. Meslek hastalığı kavramının tarihsel gelişimi, soruna maliyet açısından yaklaşanların maliyet kaygısına binlerce yaşamı nasıl feda ettiklerini göstermesi açısından oldukça öğreticidir. Maliyet kaygısının karşısına, temel bir insan hakkı olarak sağlık hakkının konulması, iş kazalarının, meslek hastalıklarının yaşama hakkına saldırı niteliğinde olduğunun kabulü, sanayi devrimi sonrası verilen haklar mücadelesiyle olanaklı olmuştur.
Hukuki alanda yaşanan bu gelişmeler, çalışma ortamının insan yaşamını tehdit ettiği gerçeğini değiştirmeye yetmemiştir. İşçi sağlığı iş güvenliği hükümlerine birer maliyet kalemi olarak bakma anlayışı bugün de sürmektedir. Bugün de maliyet kaygısına insan yaşamı feda edilebilmekte; işveren çevreleri her sosyal ilerlemeye maliyet kaygısıyla, üstelik de daha da ısrarlı bir şekilde karşı çıkmaya devam etmektedir. Sadece kullanılan sözcükler değişmiş, ana öz değişmemiştir.
Türkiye, kayıtlara giren iş kazaları sıralamasında dünyada ön sıralarda yer almaktadır. Kayıtlara girmeyen iş kazaları en az kayıtlara girenler kadardır. Görünürde yasalar çerçevesinde oluşan işçi sağlığı iş güvenliği sistemi vardır. İşçi sağlığı iş güvenliği sistemi de yasalar da günde ortalama üç işçinin yaşamını yitirmesine engel olamamaktadır.
Üstelik adına kaza denilen bu olaylar sonucu yaralanan, yaşamını yitiren işçi kusurlu olabilmekte, sistem “sakar işçi” tanımı üzerinden kendini aklamaktadır.
Örneğin, işçinin parmaklarının kopmasıyla sonuçlanan bir iş kazasında, ceza dosyasına sunulan belgeler incelendiğinde, işverenin işçiyi işe alırken “Teslim Tutanağı” başlıklı bir belge imzalatmıştır. Teslim tutanağında işçiye verilen malzemelerin sıralandığı bölümün üstünde “Açık kalıplarda ayak pedalı kullanmayacağım” diye bir ifade yer almıştır. Normalde işçinin kaza geçirdiği makinede sensör bulunmaktadır. Sensör devrede olduğunda, işçinin elinin belli bir mesafeyi aşacak kadar makineye yaklaşması halinde makine otomatik olarak durmaktadır. Sık sık makinenin durması ise zaman ve üretim kaybına neden olmaktadır. Oysa sensörün işlemediği ayak pedalıyla çalışılması üretimi hızlandıracaktır. Ancak işveren, ayak pedalıyla çalışıldığında kaza olabileceğini öngörmüştür. Öngördüğü için işçiden taahhüt almıştır. Ne var ki ayak pedalı kullanarak işçiyi çalışmaya zorlayan da işverendir. İşverenin öngörüsü gerçekleşip kaza olduğunda mahkemenin inceleme yaptırdığı bilirkişi kurulu işçiyi ayak pedalı kullanmayacağını belirttiği halde sensörü devre dışı bırakarak çalıştığı için “birinci dereceden” kusurlu bulmuştur.1 İşçinin işverenin talimatı olmadan güvenliğini riske ederek sensörü kapatması her şeyden önce yaşamın olağan akışına aykırıdır. Aksine, işverenin talimatıyla sensörün kapatılmış olma olasılığı maddi gerçekliğe çok daha uygun bir sonuçtur. Ne var ki bu tür detaylar üzerinde hiç kimse durmak gereği duymamıştır.
Bir başka örnek olayda işçi kaza geçirmekle kalmamış, bir de iş güvenliği önlemlerine uymayarak kendisi ve iş arkadaşlarının güvenliğini tehlikeye düşürdüğü için tazminatsız işten çıkarılmıştır.
Bilirkişiler, işverenin emri olmadan işçinin daha seri çalışmada ne tür bir çıkarı olduğunu araştırmamıştır. Görünen gerçekliğe maddi gerçeklik bir kez daha feda edilmiştir.
İş güvenliği önlemine uymamayı işçinin işten atılması için haklı neden olarak gören bu durumun tam tersi bir başka olay da yaşanmıştır. İşçi ısrarla çalıştığı makinedeki basınç göstergesinin bozuk olduğunu, basıncı ölçemediklerini, bir patlama olasılığının olduğunu söyleyip, yazılı olarak durumu bildirince, işe geç başladığı gerekçesiyle işten çıkarılmıştır.2
Diğer yandan bir başka kazada pabuçları olmayan merdivende çalışırken düşüp belini kıran işçi, bilirkişiler tarafından, “Pabucu olmayan merdivene çıkıp çalışmam” demediği için yüzde 50 kusurlu bulunmuştur.
İşçi, bilirkişilere göre ya “Güvenlik önlemi yok, çalışmıyorum” diyecek ve işten atılacak ya da işten atılmamak için itiraz etmeyip canını riske ederek çalışacak, bu kez de en az yüzde 50 kusurlu olacaktır.
Tüm bu sürece bütünsel olarak baktığımızda, iş kazaları, meslek hastalıkları, devlet, işveren, işçi, iş sağlığı iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikacılar tarafından öngörülebilen olaylardır.
Değerli hocam Prof. Dr. Faruk Erem, “Bir Ceza Avukatının Anıları” isimli eserinde “Suçluyu kazıyın, altından insan çıkar” der. Ben de hocamın sözünü çalışma yaşamına uyarlayarak diyorum ki: Adına iş kazaları denilen kavramı kazıyın, altından iş cinayetleri çıkar.
1 Gebze 1. Sulh Ceza Mahkemesi, 2012/180 E. sayılı dosya
2 Yargıtay 9. HD. 2012/9461 E., 2014/14283 K, 05.05.2014 T. Sayılı yayımlanmamış kararı