Müziğin tarihsel evrimi içinde en önemli birliktelik, müzik ve toplum ilişkisidir. Bu ilişkiden yeni bir kavram ortaya çıkar: Ulusçu müzik. Ulusçuluk, müziğin yerel öğeleriyle beslenmiş tarzıdır. Dünya müzik tarihine baktığımızda, bu kavramın sık sık karşımıza çıktığına tanık oluruz. Özellikle 18. yy sonlarıyla 19. yy başlarında Rusya, Çekoslovakya, Norveç, Finlandiya ve kısmen Fransa, İspanya İngiltere, Macaristan müziklerinde ulusçu tarz senfonik uzun müzik yapıtları şiirsel dille bestelenir. Ayrıca opera eserlerinde de etnik öğelere rastlanmaktadır. Zaman içinde bu etnik öğelerle birlikte yeni bir oluşum başladı. Otantik ve otantik olmayan motifler 19. yy’ın ortalarında müziğe damgasını vurdu. Bu yüzyılın başlarında ikinci plana atılmış gibi görünen, ulusal müzik kimliği üzerine çalışanlar, ulus kimliğinin vurgulanmasının kaçınılmaz olduğunu öngörmüşlerdi. Buna dünya müziğinden iki örnek verirsek; ilki, Doğu Avrupa ülkesi olan Rusya, Polonya’dan başlayan, Slav ulusçuluğun operaya olumlu yansıyışıdır. İkincisi, Kızılderili folklorundan etkilenerek ulusal müzik besteciliği gelişmiş ve bu durum Amerikan müziğinde romantizmi şekillendirmiştir.
Müzik tarihi araştırmacısı İlhan Mimaroğlu “Müzik Tarihi” adlı eserinde, Rusya’daki ulusal müziğe şöyle değinmiştir. “19. yy’dan önce Rusya’nın üstünde önemle durulacak, kendine özgü bir sanat müziği yoktu. İtalyan ve Fransız operacıları, Alman konser müziği severleri, Rusya’nın müzik kültürünü dışarıdan besliyorlardı. Bu ara Katerino Kavos adlı bir Venedikli de Rus folklorundan yararlanarak bir müzik bestelemiştir.” (4;104) Bu bağlamda ilk ulusal Rus müziğini yazan besteci Mihail İvanoviç Glinka’dır (1844-1857). “Çar için Bir Hayat” ve “Ruslan ve Ludmilla” adlı yapıtlar, ilk etnik motiflerin işlenebildiği, Rus operasının temel çizgisini belirlemiş eserlerdir.
Ulusçu müzik kavramına bir başka örnek olan, Çekoslovakya müziği ve onun kurucusu Bedrich Smetana’nın yazdığı “Vatanım” (1824-1884) adlı eser etnik motiflerle süslenmiş, ancak etnik müzik tanımından kelime olarak kaçınılmıştır. Bunun da müzikle uğraşanlar açısından o dönemde belki geçerli bir nedeni vardır.
Günümüzde ise etnik müzik kavramı; etno müzikoloji, müzik folkloru, müzikoloji, ergoloji, orgoloji gibi bilimsel terminoloji kullanılarak ifade edilirken müziğin hangi halklara ait olduğu vurgulanabilir bir netlik kazanmıştır. Yukarıda saydığımız bu dalların yardımı olmadan, teorik ya da pratik, hiçbir halk müziği tarihi, halk şarkıları ya da dansları derinlemesine incelenemez. Etnik müziğin beslendiği yer folklordur. Folklor ise halka ait olan, halktan gelen ve yine halka dönen dil, edebiyat, etnoloji, tarih ve hatta dinsel verilerin yardımıyla çözümlenebilecek bir bilim dalıdır.
Dil asimilasyonuyla halk şarkıları unutulmaya başlamıştır
Bilindiği üzere 1864 Çerkes sürgünü ve sonrası gerçekleşen yabancı topraklardaki yaşam savaşı, Çerkeslerin büyük trajedisidir. Bu katastrofik durumu yaşayan Abhaz, Adige halkları, doğal yaşam yatağından koparılmıştır. Tüm bunlara rağmen, sosyal hayatın içinde dans ve müzik varlığını sürdürdü. Sürgün sonucu gittikleri topraklarda; Osmanlı’da da, halen yaşadıkları 40’ı aşkın ülkede de müzik, sosyal yaşamlarının her yerindedir. Bilindiği üzere en büyük Çerkes diasporası Türkiye’dedir. Son yirmi yıldır Türkiye’deki Çerkesler hakkında birçok araştırma, belgesel yapılmakta ve dilleri incelenmektedir.
Dil, toplumsal bir üretim, kendini ifade edebilme ve gelişim aracıdır. Bugün hepimizin bildiği, asimilasyonun en etkin olduğu alan “dil asimilasyonu”dur. Dil asimilasyonuyla, özellikle halk şarkıları unutulmaya başlamış, çoksesli müzik “polifoni” Abhaz-Adige müziğindeki güçlü yerini diasporada yavaş yavaş kaybederken, yerine yeni ezgiler ve melodiler, enstrümantal kültür geçmiştir. Bunu takiben dans kültürü hâlâ ilk günkü gibi canlıdır.
Enstrümantal kültür, birçok otantik müzik aletinin kullanılamaması neticesinde zaman zaman inişler yaşamaktadır. Vurmalı, yaylı ve nefesli çalgılar Çerkeslerin temel enstrüman gruplarıdır. Buna rağmen akordeon ya da mızıka sesini duyan hiçbir Çerkes, bu sese kayıtsız kalamaz (Mızıka, amırzakan, pşıne, garmon, akordeon gibi tuşlu çalgılarla ilgili detaylı bilgiyi bir sonraki yazımda ele alacağım); bu adeta genlerimize işlenmiştir.
Nart mitolojisinde, hastaları iyileştirmek için düzenlenen törenlerde enstrümanlar eşliğinde müzik ve dans icra edilirdi. Bir anlamda, modern dünyamızda ve tıp alanında sık sık kullanılan “müzikle terapi” binlerce yıl önce Abhaz-Adige halklarının tarihinde ve yaşamında hep vardı. Acının, sevincin, hüznün anlatılabildiği en iyi yoldu müzik. Anavatanları olmasına karşın, şu anda diasporik bir toplum olarak, dünyanın her yerine dağılmış halde yaşayan bu halkların kendilerini müzik ve dans geleneğiyle tanıttıkları, etnisitelerini bu yolla korudukları yadsınamaz.
Kısa bir tarihsel gezinti yaptığımızda; 1908’de İstanbul’da kurulan Çerkes Teavün Cemiyeti birçok entelektüelin yardımıyla değişik konularda çalışmalar yapmıştır. 1908-1918 yılları arası ekonomik ve politik açıdan asimilasyonun hızlı olduğu ve buna karşı direncin başladığı bir dönemdi. 1950’li yıllara gelindiğinde Samsun, Düzce, Adapazarı bölgelerinde Kuzey Kafkas kültür dernekleri açılmaya başlarken, 1960 ve 1970’lerde liberal ve politik rejim kendini gösterdi ve bu durum Çerkes kültürünü değiştirmeye başladı. Tarih aralıkları hızlı geçerken, müziğimiz, danslarımız tabii ki bu durumdan etkilendi.
Tarihsel analiz
2003-2008 yılları arasında Türkiye’nin yedi bölgesinde, değişik şehirlerde ve onların köylerinde yaşayan Abhaz-Adige folklorunu ve müziğini analiz ettiğimde şu tablo ortaya çıkmıştır: Sırasıyla bu bölgelerde; Uzunyayla, Eskişehir, Düzce, Adapazarı, Çanakkale, Balıkesir, Gönen, Manyas ve Samsun çevresinde (38 köyde) yapılan araştırma sonucu ortaya çıkan tablonun kısa analizi şöyledir:
1- 1945-1955: Folklorik derlemelerin yapılmaya başlaması ve bu bağlamda kolektif çalışmaların ortaya çıkışı. Özellikle dans janrları (türleri) ve geleneksel enstrümantal müziğin arşivlenmesi.
2- 1955-1965: Geleneksel dansların ve enstrümantal müziğin sahneye taşınması, yarı profesyonel sahne sanatlarına geçiş denemeleri.
3- 1965-1970: Çerkes dansları ve sanatının kavram olarak kendini göstermesi ve profesyonel kadrolar kurulması.
4- 1970-1975: Tiyatroyla dansın birleşmesi ve kullanılmasıyla koreografi tanımının Çerkes folklorunda ortaya çıkışı.
5- 1975-1990: Etnik dans ve müziğin, geleneksel ve sahnesel dille ifade edilmesi ve birlikteliği, kaybolan halk şarkılarının yeniden kazanılmaya çalışılması ve kayıt altına alınması; derlemeler.
1990’lı yılların başında da, anavatan Kuzey Kafkasya’yla temasların başlaması Çerkes diasporasının etnik müziğine değişik bir ivme kazandırmıştır ve bu süreç halen devam etmektedir. 1993 yılında Uzunyayla’daki 7 köyde, 160 hanede değişen ve kaybolan Çerkes kültürü üzerine yapılan bir anket, şu istatistik bilgiyi ortaya çıkarmıştır. Bu örneği aşağıda vermemizin nedeni, sosyal ve kültürel bağlamda değişen birçok şeyin içinde, bugün diasporada nispeten kendini koruyan en önemli folklorik değerin etnik müzik olmasıdır. Yüzdelere göre, nelerin değiştiğini gösteren sosyolojik anket sonuçları şöyledir:
-% 23.2 – gelenek ve göreneklerin
-% 18.9 – düğün törenlerinin
-% 16.1 – sosyal ilişkilerin
-% 15.5 – yaşlılarının konumunun
-% 12.6 – wuneyşe-gelin getirme şeklinin değiştiği
-% 4.5 – müziklerin değişikliğe uğradığı belirlenmiştir. (1;132)
Bugün Abhaz-Adige diasporasının 6-7 milyon olduğu kesindir. Türkiye’de gerçek bir istatistik yapılmamış olmasına rağmen, vereceğim şu belge, biraz olsun bizleri düşündürmeye zorlayacaktır. Bu bilgi, Genelkurmay’ın 1978’de yayımladığı dergiden alıntıdır.
1921 yılında Çerkesler Şark-ı Karib Cemiyeti’ni kurmuştur. Bu cemiyetin yazılı olarak dünya milletlerine bir bildirisi olmuştur. O da, o tarihte genel Çerkes nüfusunun 1.5 milyon olduğu, Türkiye nüfusunun ise 7.5 milyon olduğudur (3;6). Şimdi düşünelim ve küçük bir matematik hesabı… Daha düne kadar 72 milyon nüfusundan bahsedilen Türkiye, yukarıdaki bilgiye göre 10 kata yakın bir artış göstermiştir ki bugün nüfus 82 milyona ulaşmıştır. Bu nüfus değişimi ve artışı, normal düşünen her bireye herhalde şu soruyu da sordurur: Çerkeslerin nüfusu hiç mi değişmedi? Bu hesaplamaya göre sadece o tarihte 1.5 milyon olan Çerkes nüfusunun bugün 15 milyon olması hiç de ütopik değildir. Bu konu bizim dışımızda olmakla beraber, araştırılması ve sonuçların alınması gereken önemli bir konudur. Biz yine de en kötü şartta, geç evlilikler ve geç doğumların toplumumuzda ağırlıklı olmasını bir neden olarak görüp hesaba kattığımızda bile, en kötümser haliyle Türkiye’deki Çerkes nüfusunun 7 milyon olma ihtimalini gerçekçi buluyoruz. Etnik kimliğin ve kültürün sağlıklı gelişmesi, korunması ve tanımlanabilmesi için bu istatistiklerin zaman zaman yapılabilmesi, profesyonel araştırmalar açısından önemli olup, dünya insanlık tarihi açısından da mecburidir.
Sonuç olarak, Türkiye’de yaşayan Abhaz-Adige halkları, müzik kültürleriyle sosyal yapılarını ve kimliklerini korumaya çalışmış ve halen çalışmaktadırlar. Kökleri binlerce yıla dayanan, hatta Hitit dönemiyle önemli bağı olan, etimolojik açıdan birlikteliği bulunan bu halkların önemle incelenmesi gerekir.
Bir arkeolojik çalışmanın sonucu ulaşılan, bu döneme ait şarkı sözüyle konuyu bağlamak istiyorum. Şarkı sözünü vererek, Türkçe nasıl yorumlandığını ve bunun Çerkesçe tercümesinin karşılaştırmasını siz okurlara bırakıyoruz. Türkiye Çerkes diasporasının kolu kanadı, kendini ifade edebilme biçiminin en güçlü sesi, müzik ve folklordur.
Hititçe bir şarkı
Neşaş wespes, neşaş wespes
Tiya – mu – tiya
Numu uwaş – maş – katta – arnut
Tiya – mu – tiya
Türkçe çeviri
Neşa giysileri, neşa giysileri
Gel bana gel
Götür beni anama
Gel bana gel
Neşaş (Nisaşe) = Çerkesçe: Gelin adayı.
Wespes (We- dıppes) = Seni, sizi, bekliyoruz.
Tiya-mu-tiya (Ti-ar-we-rı) = Sahip olduğumuz varlığımız.
Nu-mu-uwaş (Nı-hunuş) = Anne adayı.
Mas-katta-arnut (Mes-ketı-ar-nıt) = Geç kalmadan yetiş, yetişiniz. (2;16-17)
*Abhazya Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi
Kaynaklar
1- Türkiye Çerkeslerinde Sosyo-Kültürel Değişme, KAFDER Yayınları, Ankara, 1996
2- Ali Çurey, Hatti-Hititlerde Müzik ve Dans, İstanbul, 2009
3- Dıjın Çurey, Eknik Müzik Kültürü ile Türkiye Adige-Abhaz Diasporası, Nalçik
4- İlhan Mimaroğlu, Müzik Tarihi, İstanbul, 1990
5- Fırat Kutluk, Müziğin Tarihsel Evrimi, İstanbul, 1997
6- Ayhan Kaya, Türkiye’de Çerkesler-Diasporada Geleneğin Yeniden İcadı, İstanbul, 2011
7- Nuray Gök Aksamaz, Kuzey Kafkasya Mitolojisi-Nartlardan Beri, İstanbul, 2001
8- Fatih Atan, Türkiye’deki Abhazlar, İstanbul, 2009
9- Çerkeslerin Sürgünü 21 Mayıs 1864 Tebliğler, Belgeler, Makaleler, Ankara, 2001