Ütopyasız Bir Çağda Yüzyıllık Yalnızlık

0
689

Sevdiğiniz herhangi bir yazarı anlatmak kolay olabilir. Fakat tanıdıkça sadeliğine ve zenginliğine hayranlık duyduğunuz birini; Latin Amerika gerçeğini ironi ve hüzünle işlediği romanlarında, tarihin unutmayı tercih ettiğini edebiyatla hatırlatmakta ısrarcı usta bir yazarı, ülkesi ve hatta Güney Amerika’nın geleceği için taşıdığı umudu yitirmeye başladığı dönemlerde dahi solcu devrimlere destek vermekten geri durmayan bir aktivist ve gazeteciyi, çocukluğunun hayaletleriyle ömür boyu uğraşan ve yaşadığını duyumsamak için şarkı söyleyen1, dünya çapındaki ününe rağmen kendi dünyasına yakın kalmayı başarmış Gabo’yu, yani 17 Nisan 2014’te yaşama veda eden Gabriel García Márquez’i hakkını vererek anlatmak oldukça güç. Hiç bu zorlu yola girmeden, eserlerinde belirleyici bir dönem olan çocukluğuna kısaca değinip, ölüm yıldönümünde onu en ünlü eseri Yüzyıllık Yalnızlık’la analım.
Kolombiya’nın kıyı kesimindeki bir muz plantasyonu olan küçük bir kasabada, 11 çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak dedesinin evinde dünyaya gelir ve anne-babasından ayrı, yedi yılını geçirdiği bu ev yaşamında ve yazarlık kariyerinde belirleyici bir yer eder. Ölümünün ardından başına kayda değer hiçbir şey gelmediğini söylediği dedesi gibi, ürkütücü hikâyeleriyle karanlık bastıktan sonra yerinden kımıldayamamasına neden olan anneannesi de üzerinde büyük bir etki bırakır. İki tarihi olay, Bin Gün Savaşı ve 1928 yılında Ciénaga’da (muz bölgesinde) grev yapan United Fruit Company işçilerinin Kolombiya ordusu tarafından katledilmesi, ilerleyen yıllarda edebi eserlerinde önemli referans noktaları haline gelir. Yaprak Fırtınası, Şer Saati ve Albaya Mektup Yok romanlarının ardından 1967 yılında Yüzyıllık Yalnızlık’ın yayımlanmasıyla ünü dünya çapına yayılır.
Anlaşılması ve bu nedenle de çözümü güç bir roman olan Yüzyıllık Yalnızlık; yalnızlıktan kahrolan bir hayaletin hüzünlü bakışlarından kaçıp kendilerine vaat edilmemiş topraklarda Macondo adında bir köy kuran, akraba evliliği nedeniyle domuz kuyruklu çocuklarının olacağı korkusunu taşıyan ve bu korkunun gerçeğe dönüşmesiyle, bir tufanla yeryüzünden silinen Buendía ailesinin dört neslinin hikâyesini Kolombiya’nın yüz yılı üzerinden anlatır. Öncülerin, ideallerinden uzaklaşmış “kahraman”ların, hainlerin, despotların, mücadelenin, sömürünün, başkaldırı ve yenilginin, yani neredeyse her türlü insanın ve yaşamın bütün olası yanlarının yer aldığı bu dünya, okuyucuya sıradışı bir serüven sunar.
Romanda geçen olayların neredeyse hemen hepsi tarihsel gerçekliği referans alır. Öyle ki Macondo ve Buendía’ların tarihine; kıtanın İspanyollarca sömürgeleştirilmesinin ilk dönemleri, yazının başında da söylediğimiz gibi iki tarih olay; 1899-1902 yılları arasında yaşanan ve en az yüz bin kişinin hayatını kaybettiği Muhafazakâr ve Liberaller arasındaki Bin Gün Savaşı ve 1928 yılında United Fruit Company’nin bölgedeki muz çiftliklerinde gerçekleşen ve hükümetin askeri zorla bastırdığı grev damgasını vurur. Yazarın dedesinin de Liberal cephede katıldığı ülkenin iki cephesi arasındaki savaş 20. yüzyıla da sirayet eder. 1946’da yeniden başlayan ve 1948 yılında Liberal Parti’nin güçlü lideri Jorge Eliécer Gaitán’ın öldürülmesiyle alevlenen gayriresmi iç savaş 1964’e kadar sürer ve iki yüz bin kişinin yaşamını yitirmesine neden olur. La Violencia (şiddet)2 dönemi olarak anılan bu şiddet ve acı dolu dönem de romanın ana kahramanı Albay Aureliano Buendía’nın bitmeyen savaşına dahildir.
García Márquez, eserine yalnız Kolombiya’nın değil bütün ailesinin hikâyesini de katar. Eserlerinin pek çoğunda ele aldığı ana tema iktidar, yalnızlık ve siyasi şiddet olan Márquez, Yüzyıllık Yalnızlık’ta bu temaları derinlemesine işler. Ülkesindeki bitmek bilmez savaşın taraflarının ikiyüzlü ve oportünist tavrını eleştirir. İktidar ve şiddet ilişkisini, hayal kırıklıklarını, yozlaşmayı, yabancılaşma ve yalnızlığı; kendini tebeşirle çizilmiş bir daireye mahkûm eden, ölmeden çürüyen Albay Aureliano Buendía karakteriyle çarpıcı biçimde yansıtır.
Márquez, bir röportajında, Macondo’nun (Kolombiya’nın/Latin Amerika’nın) hayal kırıklıklarının da yenilgisinin de nedeni olarak çok önemli bir olgunun; dayanışmanın zıddı olarak yalnızlığın siyasal bir kavram oluşunun altını çizer.3 Romanın, Macondo’nun yenilgisiyle sona ermesi okurları ikiye böler. Okurların büyük çoğunluğuna göre bu son, sosyalist bir yazarın elinden çıkan bir kitap için oldukça kötümserdir. Romanın sonu da Latin Amerika gerçekliği de böyle bir okumaya imkân vermektedir. Ancak Márquez’e göre; Yüzyıllık Yalnızlık ilerlemenin mümkün olmadığını söylemez; tam tersine, Latin Amerika tarihinin ve toplumunun her ne pahasına olursa olsun değiştirilmesi gerekecek kadar ezici bir gerçekliği olduğu fikrini iletmek niyeti taşır.4 Romanda uykusuzluk hastalığıyla baş gösteren bellek kaybı (unutkanlık hastalığı), işçilerin grevinin bir gecede hafızalardan silinmesi de Latin Amerika toplumunun bu ezici gerçekliğinde önemli payı olan tarihsel/siyasal bilinç yoksunluğunu simgeler. Yok olup giden tüm Buendía’ların aksine kasabadan ayrılmış olan ve resmi tarihin reddettiği gerçeğin bilgisine sahip olan Gabriel’in (yazarın kendi) varlığı, olup biten her şeyin hatırlanacağı, Latin Amerikalıların kendi tarihlerinin bilincine eninde sonunda sahip olacakları yönünde yorumlanabilir.
Dünya da denilen “küçük köy!” Maconda’daki durum pek de değişmediği için romanın sonu bugün hâlâ önemini koruyor. Toplumsal hafızadan ve dayanışmadan yoksun olanların yalnızlığı yüz yılı aşıyor. 20. yüzyılın acıları henüz tazeyken, insanlık yine belleğini yitirmiş olmalı ki, otoriter, ırkçı, faşist ideolojilerin tüm dünyada yükselişe geçtiğine şahit oluyor, ütopyalardan çoktan vazgeçmiş bir dünyada korkularımızla baş başa ve yenilgiye mahkûm yaşıyoruz.
Márquez, bu mahkûmiyetten kurtulmanın ve ikinci bir şansa sahip olabilmenin yolunu “yeni ve kuşatıcı bir hayat ütopyası” yaratmakta görür. Distopyalar çağında bu tek olasılığın mümkünlüğüne inanmak belki güç, ama bizi kuşatan, hareketsiz ve umutsuz kılan bu politik ve ideolojik yalıtıma; yalnızlığımıza karşı bir şey yapmak gerektiği yakıcı bir gerçek…

https://youtu.be/SJ1aTPM-dyE*

1Gabriel García Márquez, Anlatmak İçin Yaşamak, Çev. Pınar Savaş, Can Yayınları, İstanbul, 2005, s.112
2Gene H.Bell-Villada, Bir Söz Büyücüsü: GarcíaMárquez, Çev. İlknur Özdemir, Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul, 2011. s.47-49.
3Gene H.Bell-Villada, Gabriel García Márquez’le Konuşmalar, Çev. Osman Akınhay, Agora Kitaplığı, İstanbul, 2017, s.12
4Bell-Villada, a.g.e., 2017, s.146.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz