Bağımsızlık Demokrasi Özgürlük Eşitlik Birlik

Yeni Zelanda ya da hepimiz “ne”yiz?

Hani şu “biz” ve “onlar” karşılaştırmaları vardır ya… Bunun en basit düzeyi herhalde aileler arası karşılaştırmalardır… “Bak adam karısına neler alıyor”, “bak, karısı ne güzel yemekler yapıyor”, “evleri ne güzel”, “evleri ne pis”, “bak elâlemin çocuğu senin gibi haytalık yapıyor mu?”, “gördün mü, karşı komşuyu, balkona çamaşır asmışlar güya; leş gibi” benzeri olumlu ya da olumsuz tespitler yapılır bu karşılaştırmalarda… Ya da bir takım memleketlerle bizimkini karşılaştırıp, kâh gurur duyarız, kâh kendimizi eksik görüp hayıflanırız. “Bizde böyle, onlarda böyle” diyerek… Bazen aşağılık kompleksinden içimiz içimizi kemirir, bazen de başkalarını nasıl aşağılayacağımızı bilemeyiz.

Beğensek de beğenmesek de, her ailenin, her ülkenin kendi koşulları ve dinamikleri karşılaştırma yapmayı zorlaştırsa da, her ülkeyi kendi içinde değerlendirmek varken, böylesine karşılaştırmalar çok anlamlı olmasa da bu tür karşılaştırmalardan kaçınmak çok kolay değildir.

Kendi hesabıma, evet, tabii ben de karşılaştırırım, ama üstünlük ve aşağılanma duygusunu pek yaşamam. Yaşadığım memleketin huzurlu ve güzel yaşanan bir memleket olmasını, başkaları öyle olduğu için değil, bizzat doğru dürüst bir yerde yaşamak istediğim için isterim.

Ancak, Yeni Zelanda’daki ırkçı katliam sonrası, ülkenin gencecik (38 yaşında) başbakanı ve siyasi yöneticilerinin, aynı zamanda sokaktaki vatandaşın göstermiş olduğu sağduyu ve feraset karşısında yaşadığım ülke açısından içim acımadı desem yalan olur.

Öncelikle şunu tespit edelim; her ülkede, her insan topluluğunda Yeni Zelanda’daki aşağılık birtakım eylemleri yapabilecek tıynette ve ideolojide insanlar bulunabilir. Bu insanların oranı tabii ki değişebilir ama bu yüzden herhangi bir ülkeyi zihnimizde toptan çöpe atmanın ya da göklere çıkarmanın pek bir âlemi yoktur.

Mühim olan o tıynette olmayan insanların ne yaptığıdır; mühim olan o tıynetteki insanlar karşısında o ülkenin yöneticilerinin yani o ülkeyi temsil eden insanların ne yaptığıdır; mühim olan o ülkeyi “temsil eden” yöneticilerin, o aşağılık eyleme maruz kalan insanların ruhlarına iyi gelecek, onları biraz olsun iyileştirecek tutum ve tavırları gösterip göstermediğidir…

“Hepimiz Müslümanız”

İşte Yeni Zelanda’nın Başbakanı, 50 üyesini korkunç bir katliama kurban vermiş Müslüman cemaatinin yasına ortak olmak için yaptığı konuşma ve aldığı tavırla, sadece Müslüman ülkelerde değil, bütün dünyada adeta bir kahraman oldu.

Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, yüzüne sinmiş olan acı ve örttüğü başörtüsü ile her şeyden önce, Yeni Zelanda’da katliam sonrasında kendilerini alabildiğine kırılganlaşmış hisseden, tedirgin ve korkmuş Müslüman azınlığa tarifsiz bir dayanışma göstermiş oldu.

Bilgisayar oyunlarından fırlamış bir görsellik ve mizansene ilave olarak, sanki böylesine bir eylemin ucuna takıştırdığı bir “manifesto” eşliğinde, mühim ve herhalde kahraman olma hayalindeki adamın adını ağzına almadı Ardern… O “teröristin” ismi yerine, hayatını kaybeden Müslümanların adlarını hatırlamaya çağırdı insanları.

Yaşının özellikle altını çizelim; “38 yaşındaki” Başbakan, katliamdan sonra Meclis’teki açılış konuşmasına “Es selamün aleyküm” diye başladı… Nice ihtiyarlara, ihtiyar ruhlulara ve soğuk savaş artığı siyasetçilere inat, olgunluk dersi verdi. Laf olsun diye değildi bu “selamün aleyküm”… Hani anlamını bilmeyiz ama kimliği göstermenin bir yoludur, cemaatimizin kimlik işaretidir; biraz alışkanlıktır ya bu Arapça selam; işte Ardern’in selamı öyle değildi, “Barış üzerinize olsun, barış hepimizin üzerine olsun” diyerek tercümesini de yaptı verdiği selamın.

Yeni Zelanda Başbakanı, kriz zamanlarında bir ülkeye nasıl mesaj verileceğinin dersini verdi. Azınlık vatandaşlarıyla “birlikte toplum” olmanın dersini verdi; Müslüman ya da Hıristiyan Yeni Zelanda’nın tüm vatandaşları nezdinde değeri bir kat daha arttı.

Jacinda Ardern başörtüsünü örterken, ülkenin birçok bölgesinde, Müslüman olmayan kadınlar da, her türlü nefret ve kin karşısında Müslüman cemaatle dayanışmalarını sergilemek için başlarını örttüler. Hatta polisler bile… Camilere gittiler, Müslüman komşularını ziyaret ettiler, onlara çiçekler, hediyeler, dayanışma mesajları götürdüler… Müslümanların acısına, yasına ortak olarak…

Müslümanlar, kendi ifadeleriyle, bu saygı ve sevgi karşısında yaslarını paylaştılar ve azalttılar. Yeni Zelanda’nın Müslüman olmayan vatandaşlarının bu davranışı ne demektir, ne anlama gelir, farkındayız değil mi? Bu davranış, “hepimiz Müslümanız” demektir… ***

“Hepimiz Ermeniyiz”

Hani Hrant öldürüldüğü zaman, onun cenazesine katılan yüzbinlerce insanın, bağırmadan ama derin bir acıyla ve sessizce “Hepimiz Ermeniyiz” diye haykırması gibi bir şeydir.

Hani toplumun milliyetçi ve de derin muhafazakâr kesimine bir türlü anlatılamamıştı ya… Bir ara Solingen’de evleri yakılan Türklerin arkasından Almanlar “hepimiz Türk’üz” diye sloganlar atmıştı ve bu örnek de pek işe yaramamıştı. İşte o anlatılamayan şeyi bu sefer Yeni Zelandalılar çok daha çarpıcı bir şekilde anlattılar.

Almanların “hepimiz Türk’üz” ya da Yeni Zelandalıların “hepimiz Müslümanız” şeklinde anlattıkları acı paylaşımını bizim ülkemizde birileri çok gördü; “hepimiz Ermeniyiz” diyenlere karşı “Siz Ermeni piçisiniz; biz hepimiz Türk’üz” diyerek öfke kustular…

Biraz ayrıntılandıralım; Yeni Zelandalılar, başörtü takarak ya da “selamün aleyküm” diyerek Müslüman olmadılar… “Dönmediler” yani… Bazılarının “hidayete erecekleri” beklentilerinin tersine…

Bu vesileyle, “hepimiz Ermeniyiz” deyince Ermeni olmaktan korkmakla, başkalarının da başörtü takınca Müslüman olacağından umutlanmanın aynı zihniyetin ürünü olduğunu anlamak çok zor değil. Yani aslında kendisini sorgulamayı bir türlü beceremeyen, cemaatleşmiş bir toplumun gayet simetrik olarak hissettiği bir duygu hali de bu vesileyle karşımıza çıkıyor. Böyle bir cemaatçi yapı için tabii ki esas mesele “bizim cemaat ile öteki cemaat arasında maç kaç kaç bitecek?” meselesinden daha öte bir şey değil…

Karşılaştırma başladı, devam edeyim… Hani Hrant’ı öldüren katile dönüştürülmüş çocukla, bayraklı fotoğraflar çektirmişti bir takım devlet elemanları… İnternete beyaz bereli katil adaylarının şarkıları ve videoları düşmüştü; Hrant’ı öldürenlere övgüler düzen videolar falan… Hani Malatya’da savunmasız Protestanlar katledilirken, bizim ülkemizin Hıristiyan vatandaşlarının ruhunu serinletmek üzere kimsenin kılı kıpırdamamıştı… O Protestanların adı “misyonerler” kalmıştı… Öldürülmelerinde “biraz da kendi kabahatleri” olduğunun altını çizer gibi sanki…

Popülizme karşı hepimiz “Yeni Zelandalıyız”

Yeni Zelanda’da siyasetçiler ve vatandaşlar, “hepimiz Müslümanız” diyerek, bilgece tavır sergilerken, bizim toprakların yetkilileri, savaşa döndürdükleri “yerel” seçimler için bu fırsattan malzeme derliyorlar… Bir yandan döndüre döndüre katliamın görüntülerini gösterirken, diğer yandan Çanakkale savaşından en korkunç ölüm mesajlarını üretmekte beis görmüyorlar.

“Terörün milliyeti falan yoktur” derken, terörün başka memleketlerde yarattığı korkunç sonuçlar hiçbir zaman bizim buralarda, gerçekten “barış üzerinize olsun, barış hepimizin üzerine olsun” kıvamında bir mesaj eşliğinde karşılanmadı.

Charlie Hebdo’ya saldırdı bir takım “Müslümanlar”… Yeni Zelanda’da Christchurch kentindeki camilere saldıran “Hıristiyan” ile çok benzer bir performans sergileyerek… Hatırlayalım; bizim memlekette bir takım insanlar bu cinayetlerin niçin “anlaşılması” gerektiğine ikna etmeye çalıştılar bizi.

Not edelim; Yeni Zelanda’da benzer bir gerekçelendirme yapmaya çalışan bir ırkçının kafasına gencecik bir adam yumurta yapıştırdı.

Avrupa kentlerinde kamyonlarla kalabalıkların ortasına dalan IŞİD’çi elemanların katlettiği insanlar için de çok fazla bir empati üretmedik bizim buralarda… Mesela Fransa’nın Nice şehrinde, 14 Temmuz 2016’da, kamyonla kalabalığa dalan bir “terörist”, aralarına 10 tane çocuğun da bulunduğu 86 kişiyi öldürüp 400 kişiyi yaralarken, bizim buralarda en fazla “gerçek İslam bu değil” demekle yetindi etkili yetkililer…

Yeni Zelanda’da kaç tane kadın başörtü taktı? Nüfusa oranı neydi bu insanların? Bu konuda istatistiki bilgim yok; ancak Yeni Zelanda halkı, bizzat kendisi ve onu temsil eden en yetkili ağızdan olağanüstü bir mesaj verdi. “Ulvi” olduğuna inandırmaya çalıştıkları çıkarları için dünyayı her anlamda şiddetleriyle yakmayı göze alan sağcı popülist Trumpgil devlet ve siyaset adamlarının yaydığı kötümser havaya karşı bir umut ışığı yaktılar.

Yeni Zelandalılar sadece kendilerini kurtarmadılar; on binlerce kilometre uzaklardan dünyanın dört bir yanındaki insanlara –ve bize de- kendimizi kurtarmamız için muhteşem bir mesaj gönderdiler.

Not: Bu yazı Jıneps’te yayınlandığında seçimler bitmiş olacak. Sonuçlar nasıl olacak bilmiyorum ama barışın hepimizin üzerine olması umuduyla…

Sayı: 2019 04
Yayınlanma Tarihi: 2019-04-01 00:00:00

Ferhat Kentel
Ferhat Kentel
Son olarak, kapatılan İstanbul Şehir Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi olan Ferhat Kentel 1981’de ODTÜ’de işletmecilik lisans eğitimini tamamladıktan sonra 1983’te Ankara Üniversitesi SBF’den yüksek lisans ve 1989’da Paris, Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’den sosyoloji doktora derecesi aldı. 1990-1999 arasında Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü’nde, 2001-2010 arasında İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalıştı. Fransa’da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales (EHESS)’de ve Université de Paris I’de çeşitli dönemlerde misafir öğretim üyesi ve araştırmacı olarak bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli kitap ve dergilerde modernite, gündelik hayat, yeni sosyal hareketler, din, İslâmi hareketler, aydınlar, etnik cemaatler üzerine makaleleri yayımlandı. Yayınlanmış araştırma ve kitapları şunlardır: Ermenistan ve Türkiye Vatandaşları. Karşılıklı Algılama ve Diyalog Projesi (Gevorg Poghosyan ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2005; Euro-Türkler: Türkiye ile Avrupa Birliği Arasında Köprü mü Engel mi? (Ayhan Kaya ile birlikte) İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2005; Milletin bölünmez bütünlüğü: Demokratikleşme sürecinde parçalayan milliyetçilik(ler) (Meltem Ahıska ve Fırat Genç ile birlikte), TESEV, İstanbul, 2007; Belgian-Turks: A Bridge, or a Breach, between Turkey and the European Union? (Ayhan Kaya ile birlikte), King Baudoin Foundation, Brüksel, 2007; Ehlileşmemek, düzleşmemek, direnmek, (Söyleşi: Esra Elmas), Hayykitap, İstanbul, 2008, Türkiye’de Ermeniler. Cemaat-Birey-Yurttaş (Füsun Üstel, Günay Göksu Özdoğan, Karin Karakaşlı ile birlikte), İstanbul Bilgi Üniversitesi yayınları, İstanbul, 2009; Yeni Bir Dil - Yeni bir Toplum, (Söyleşi: M.Talha Çiçek, Gülçin Tunalı Koç), Bilsam yay., Malatya, 2012; “Kır Mekânının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekânlar ve Anlamlar” (Murat Öztürk ile birlikte), TÜBİTAK araştırması, 2017.

Yazarın Diğer Yazıları

Neoliberal popülist ahlaksızlığa karşı evrensel ahlak

Biraz sayılarla konuşalım. Türkiye’de asgari ücret civarında maaş alan insanların genel çalışan nüfusa oranı yüzde 55’ten çok. AB ortalamasında bu oran yüzde 10’dan az. Türkiye’ye...

“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan "Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli" adını taşıyan yeni bir müfredat taslağı toplumun ne kadarına ulaşabildi, bilmiyorum. Ama MEB’in duyurusunda şöyle...

Küresel iktidara karşı küresel direnişler

Bazı şeyleri tekrar tekrar yazmak çok anlamsız geliyor bazen… Ama şöyle düşünüyorum; birileri aynı baskıları, totaliter bir plan dahilindeki uygulamaları tekrar tekrar yaptıklarına göre...

Sosyal Medyalarımız

4,890BeğenenlerBeğen
1,353TakipçilerTakip Et
4,000TakipçilerTakip Et

Son Yazılar

- Advertisement -spot_img