Halk topraklarından kopartılmış, çaresiz bırakılmıştı. Çerkesler için bundan sonra acılı günler başlayacak, halkın çok büyük kısmı hayatlarını başka topraklarda geçireceklerdi. 1864 Mayıs’ında, Çarlık, toplu sürgünle, zorunlu göçle, “Dağlı Sorununu” çözdüğünü ilan etmişti. Zor koşullarda, aç-açık durumda bırakılan yüz binlerce insan, zorla Karadeniz sahillerine sürülmüştü. Gemilerle Osmanlı diyarına gönderildi. Çarlık, geride kalan köyleri yakıp yıkıyor, onlardan boşaltılan yerlere, Rus köyleri kuruyordu. Rusları, Kazakları iskân ediyordu. Halkın içerisine düştüğü dehşeti, inanılmaz manzaraları görüp yaşayan bir Çerkes halk ozanı yaşanılan o durumu, o zamanlar;
“Mariykho ormanında, eyvah eyvah!
Toplar gürlüyor.
Vatan elden gidiyor
Ye-wo-wey İstanbul’a yolumuz.”(1) diyerek ifade etmişti. Kuzey Kafkasya halkı, zorunlu göçle, sürgünle yollara düşürülmüştü. Halka, toprağın elden çıkması çok zor gelmişti. Ama insansız bırakılan toprak daha kaygı veriyordu; “İnsan kalır da, toprak giderse tasa etme, toprak geri alınır gene, ama insan gitsin de toprak kalsın dersen, yandığının resmidir; gitti gider ikisi de.”(2)
O yıllarda Rusya’da köylü isyanları yaşanıyordu. Çarlık, toprak reformuyla isyanları durdurmak istiyordu. Rusya merkezinde kapitalist değişmeler yaşanıyordu. Rus köylüleri kişisel özgürlükleriyle toprak kazanırken, Çerkes halkı, köylüleri vatansız bırakılıp topraklarından çıkartılıyor, yabancı diyarlara sürülüyorlardı. 1861’deki Toprak Reformu bir tek Çerkes köylüsünü toprak sahibi yapmadığı gibi, bu sürgünle Çerkes feodal beyleri de topraksız bırakılıyordu. Çerkes halkı için Osmanlı topraklarına sürülmek çok yönlü politik bir dayatmacaydı. Çok yönlü zorbalık, Çerkesleri kuşatma altına almıştı. Kafkasya’nın işgaliyle Çerkesler, topraklarından çıkartıldı, Karadeniz sahillerine sürüldüler. Yüz binlerce insan, sahillerde çaresiz durumda aylarca bekletildiler. Yiyecek, içecekleri tükenmiş, tifo gibi salgın hastalıklarla kitlesel ölümler başlamıştı. Kıyılara irili-ufaklı yüzlerce gemi dolmuştu. Onlar da halkı taşımaya yetmiyordu. Taşıma sırasında, küçük gemiler sularda alabora oluyor, yüzlerce insan denizde boğuluyordu.
Osmanlı İmparatorluğu, sürülen yüz binlerce Çerkesin kendi topraklarına gelmelerini itirazsız kabul etti. Onların insan gücünden, savaşçı yönünden yararlanmak, kendi içindeki azalan Müslüman nüfusu çoğaltmak, Hıristiyan nüfusu seyreltmek istiyordu. Ayrıca Hıristiyan nüfusun yaşadığı Balkanlar’da Osmanlıya karşı isyanlar vardı. Sürgünle Osmanlıya gelen Çerkeslerden önemli bir kitle -elli bin aile- Balkanlar’a yerleştirildi. Pek çok kaynağa göre bir milyon beş yüz bin Kuzey Kafkasyalı topraklarından çıkartıldıktan sonra, o zamanlardaki Osmanlı’nın değişik diyarlarına savruldu. Yaklaşık bir milyon kişi sürgünün çetin koşullarında yaşamını yitirdi. Geride sağ kalan beş yüz bin kişi ise o zamanların İmparatorluk sınırları içerisinde yer alan; Suriye, Ürdün, Balkanlar’a dağıtıldılar. Anadolu’da ise pek çok değişik yörelere yerleştirildiler. O yıllara denk düşen süreçte tersine bir yer değiştirme hareketi de yaşanıyordu. Osmanlı, Anadolu topraklarında yaşayan Rumlarla, Ermeni nüfusun Kafkasya topraklarına yerleştirilmesine izin veriyordu.
Osmanlıya sürülen Çerkesler, hiçbir zaman umutlarını yitirmediler. Kitlesel ölümlere, olumsuzluklara karşı mücadele içerisinde var olma çabasını sürdürdüler. Sahillere adım atanlar, küçük-büyük, kadın-erkek, dağ-taş aşarak yollara dökülmüşlerdi. Birbirlerinden kopartılıp ayrılan aileler, sülaleler farklı bölgelere iskân ettirilmişlerdi. Yollara düşürülenlerin hiç bir güvenceleri yoktu.
Daha karaya çıkmadan salgın hastalığa yakalananlar gemilerle limanlarda bekletiliyor, gıda, ilaç yardımı yapılmıyordu. Osmanlı İmparatorluk yöneticilerinden yardım bekleyenler, umduğunu bulamamışlardı. Limanlarda taşıma işlemleri ilkel koşullarda yapılıyordu. Osmanlı’nın o zamanki büyük gemileri yetmiyor, halk küçük sandallarla taşınıyor, taşıma işlemlerinde kişi başına para alınıyordu. Açlık-susuzluk, hastalık sonucu ölenler gemilerden denize atılıyorlardı. Nice ölümleri yaşayan halk karaya çıkınca barınacak yer arıyor, sahillerde Müslüman, Hıristiyan tüccarların depolarına kendi olanaklarıyla yerleşiyordu. Üstlerindeki kıymetli eşyaları, tüccarlara takas ederek yaşamlarını sağlıyorlardı. Zengin tüccarlar, halkın takas olarak verecekleri bir şeyleri kalmadığını anlayınca, sahil boyunca dükkânların kapısına kilit vurup ortalıktan yok oldular. Osmanlı yönetimi, halkın kitlesel ölümleri yaşamasına, açıkta kalmalarına karşın yardıma muhtaç yüz binlerce insanı, politikaları gereği en verimsiz kıraç ya da bataklık topraklara yerleştirdiler. “Yerleştiğimiz topraklardan bizden beş yıl süreyle vergi alınmayacak sözü yalan çıkmış, bizden hemen toprakların bedeli istenmişti.”(3)
—
1. Çerkeslerin XIX. Yüzyıl Kurtuluş Savaşı Tarihi. A. Kasımov, H. Kasımov. Kafder Yay. 1995, Ankara.
2. Sabah Tufanı, Han Suyin. 1. Cilt. 2. Baskı. Berfin Yay. 1997, İstanbul.
3. Son Ubıh. Bagrat Şinkuba. Çev. Hayri Ersoy. Nart Yay. 1990, İstanbul.