Tarihsel sıralamaya göre Çeçenistan dergisi konumuz olmalı. Arşivimizde yer almadığı için yayınlandığı kent Sivas’la irtibata geçtik. Bulunabilen dergilerin kargo edilmesini rica ettik, beklemedeyiz. Elimize ulaştığında yer vereceğiz.
Arşivimizde sadece ilk sayısı olan Dağıstan dergisi için de Yalova ile irtibata geçtik, bilgi bekliyoruz. Derginin ilk sayısından “Merhaba”, “Dağıstanlılar 1944 Sürgününden Nasıl Kurtuldu?” ve “Türkiye’deki Dağıstan” yazılarını veriyoruz.
Öncesinde her iki dergi için, “Kafkasya Bibliyografyası – Sefer E. Berzeg, Chiviyazıları, 2004” kitabındaki bilgileri aktaralım.
Dağıstan
Sayı 1 Ağustos, Eylül, Ekim 1996
DAĞISTAN
Üç Aylık Kültür Dergisi
Yalova Dağıstanlılar Kültür Derneği adına sahibi:
Şahabettin Özden
Yazı İşleri Müdürü: Memet Karakan
Sayın okurlar, değerli hemşerilerimiz,
DAĞISTAN dergisinin ilk sayısı ile sizlere merhaba demenin mutluluğunu yaşıyoruz.
Eksikliğini hissettiğimiz ve ihtiyaç olarak gördüğümüz DAĞISTAN dergisinin yayını ile siz okur ve hemşerilerimizin beklentilerine de cevap verebileceğimiz inancıyla yola çıktık.
Çünkü Dağıstan ve Dağıstanlılarla ilgili konular yeterince yayınlanamıyor. Yayınlananlar da çoğu eksik ya da çarpık bilgileri ihtiva ediyor.
Amacımız:
Zengin kültürümüz ve şanlı tarihimizle ilgili araştırmalar yapmak, Dağıstan ile irtibatı daha da geliştirerek hemşerilerimizin akrabalık bağlarının gelişmesine ve kopuk ailelerin tanışmasına vesile olmak,
Kuzey Kafkasya ile ilgili tarihi ve kültürel konuları araştırarak güncel olaylarla birlikte okurlarımıza aktarabilmek,
Diasporadaki hemşerilerimizle mümkün olduğu kadar irtibatı geliştirerek tanışmalara aracı olmak,
Güzel geleneklerimizin unutulmamasına ve yaşatılmasına katkıda bulunmak vb.
Bu tür konuları dergimizde yayınlayarak kültürel faaliyetlerimizi sürdürmek azmindeyiz.
Hatalarımız ve eksikliklerimiz mutlaka olacaktır. Bu noksanlıkları sizlerle birlikte aşacağız. Uyarılarınız, tavsiyeleriniz, olumlu veya olumsuz eleştirileriniz bizlere güç katacaktır.
DAĞISTAN dergisinin daha sağlıklı ve daha güçlü olabilmesi için dergimize ilgi duyan ve daha iyi olmasını arzulayan tüm okurlarımızı göreve davet ediyoruz ve katkılarını bekliyoruz.
Nasıl mı?
-Kafkasya-Dağıstan ve yörenizle ilgili bilgi birikimi olanlar, konuyla ilgili bilgileri dergiye ulaştırarak,
-Abone olarak, abone bularak ve reklam vererek dergimize en büyük katkıyı sağlamış olursunuz.
DAĞISTAN dergisinin hayırlı ve uzun ömürlü olması dileğiyle, en derin sevgi ve saygılarımızı sunarız.
DERGİ
***
Dağıstanlılar, 1944 Sürgününden Nasıl Kurtuldu?
Murtaza Ali Duğruçilov
Hür Dağlı Gazetesi Başyazarı
Çeviri: Musa Ramazan
23 Şubat tarihi Çeçen-İnguşlar için; 8 Mart tarihi de Karaçay-Balkarlar için milli yas günleridir. 1944 senesinin bu tarihlere isabet eden günlerinde, Kafkasya’nın onurlu milletleri Çeçen-İnguşlar ve Karaçay-Balkarlar öz yurtlarından koparılmış, bir gece içinde Asya’nın buzlu steplerine sürülmüşlerdir.
O tarihlerde J. Stalin’in elindeki “Sürülecek milletler” listesinin ilk sırasında Dağıstanlıların yer aldığını bugün dahi bilen pek kimse yoktur. Peki, Dağıstanlılar bu zalimce düzenlenmiş sürgün planının kendilerine hazırladığı akıbetten nasıl kurtuldular?
Dağıstanlıların bu gizli geçmişini Prof. Dr. G. A. Daniyalov’un açıklamalarından öğreniyoruz.
1944 senesinde Sovyet ordusu, ülkenin batı hudutlarında kaybettiği toprakları geri kazanmak için karşı hücuma geçmişti. Ben o tarihlerde Dağıstan’ın Gunip yöresinde Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak görev yapıyordum.
Parti bürosunda bulunduğum soğuk bir mart gecesi telefonum acı acı çaldı. Ahizeyi kulağıma götürdüğümde karşımda konuşanın sesini hemen tanımıştım. Bu Profesör Abdurrahman Daniyalov idi.
Daniyalov’un ilk sözü bir soru oldu:
-Mohaçkale’ye gelecek kadar paran var mı?
-Evet var.
-Öyleyse hemen gel.
…
Ertesi sabah erkenden Mohaçkale’ye, Abdurrahman Daniyalov’un yanına gittim. Selamlaştıktan sonra ilk cümlesi, “Bugün Moskova’ya gideceğim” oldu.
Sordum:
-Hayrola, acelen nedir? Bir anormallik mi var?
Tedirgin bir şekilde cevaplandırdı:
-Şimdilik bir şey söyleyemem. Ama yakında duyarsın. Yalnız şu kadarını bil ve kendini hazır tut ki, bir ay sonra hepimiz Kaspi Denizinin öbür tarafında olabiliriz.
Tepeden tırnağa ürperdim. Kafam allak bullak olmuştu. Yüreğim düşmanla karşı karşıya gelmiş gibi çarpıyordu. Kötü bir şeyler olacağını hissetmiştim ama ne olacağını tam kestiremedim.
Bu kısa konuşmanın ardından Abdurrahman sessizce Moskova’nın yolunu tuttu. Abdurrahman Daniyalov’a telefon edilerek, bazı Kafkas milletlerinin sürgüne yollanması için hazırlıklar yapıldığını, mutlaka Moskova’ya gelmesi gerektiğini söylerler. Bu Daniyalov’u telaşa sevk eden mesajdır.
Bu haber üzerine benimle görüştükten sonra endişeyle yollara düşen Abdurrahman, ülke o tarihlerde harp halinde olduğu için 15 gün süren zorlu bir seyahat sonrasında Moskova’ya varır ve Moskova Oteline yerleşir. Abdurrahman vakit geçirmeksizin faaliyetlerine başlar.
Bir hafta süren yoğun temaslar sonucu Politbüro üyeleri Malenkov, Voroşilov ve Kalinin ile görüşerek, kendisinin Dağıstanlıların sürgün planına karşı çıkacağını, onların da destek vermesini ister.
Bu arada bazı Parti Merkez Komite İdarecileri ile de görüşen Daniyalov, Stalin’in bulunduğu Politbüro toplantısına kendisinin de davet edilmesi için ikna eder. Sonra oteline giderek beklemeye başlar. 4 gün süreyle her an Kremlin’e çağrılabilirim ümidiyle elbiselerini dahi üzerinden çıkarmaksızın odasında hazır vaziyette bekler. Sonunda da beklediği an gelir. Daniyalov o dakikaları şöyle anlatır:
“Ve nihayet çağrıldım. Gece saat ikide beni otelimden aldılar. Toplantıya girmeden önce kabul sekreteri Poskerbişev, toplantıda fazla kalamayacağımı, en çok 7 dakika zamanım olduğunu sıkı sıkıya hatırlattı”.
Hovardaca harcadığımız zamanın en küçük dilimlerinin bile bazen ne kadar kıymetli olduğunu tahmin edemezsiniz.
Dağıstan halkını da uğrayacağı büyük sürgün felaketinden işte bu altın kıymetindeki 7 dakika kurtarmıştır.
Abdurrahman Daniyalov bu 7 dakikalık zaman zarfında Politbüro üyelerine Dağıstanlıların harpte gösterdiği üstün yararlılıkları, sürgünü hak etmediklerini anlatır ve şöyle der:
“Çok zor şartlar altında hayat mücadelesi veren Dağıstan halkı, dişinden tırnağından arttırdığı 350 milyon rubleyi vatan savunmasında kullanılmak üzere devlete vermiştir. Bu para ile hava kuvvetleri takviye edilmiş, tank imalatı hızlandırılmıştır. Bu arada 130 bin Dağıstanlı genç savaşmak üzere cepheye gitmiştir. 40 Dağıstanlıya da ‘Sovyet Kahramanı’ unvanı verilmiştir.
Öte yandan 140 bin Dağıstanlı, Hazar Denizi düzlüğünde yer alan Sulak ve Terek nehirleri arasındaki bölgede cansiperane çalışarak vatan savunmasında kullanılacak siperler kazmışlardır. Yine 3 bin Dağıstanlı’dan oluşan gönüllü süvari birliği cephenin en ön saflarında düşmanla göğüs göğüse çarpışmaktadır…”
Abdurrahman Daniyalov’u dinleyen Stalin, toplantıda yer alan diğerlerine dönerek sorar:
-Yoldaşlar, acaba Dağıstanlılar vatanlarından sürülürse, sizce bu Doğu Halkları üzerinde ne gibi tesirler uyandırır?
İlk cevap Molotov’dan gelir:
-Tovariş (yoldaş) Stalin; Dağıstanlıları vatanlarından sürersek, eminim ki Doğu Halklarında büyük bir Rusya aleyhtarlığı ortaya çıkacaktır.
Hemen ardından söz alan Voroşilov da, Molotov’un görüşüne katıldığını belirtir. Voroşilov, Dağıstanlıların Vladimir İlyiç Lenin’in portresini imzalayarak hediye ettiği tek millet olduğunu, yani Dağıstan’ın her zaman “Kızıl Dağıstan” olarak kaldığını söyler ve ekler: “Ben şahidim, Sovyet İhtilalinde Dağıstanlıların nasıl savaştıklarını, Denikin’in ordularını nasıl darmadağın ettiklerini gözlerimle gördüm.”
Daha sonra söz alan Kalinin de; “Ben de Dağıstanlıların çalışma hayatında büyük başarılar gösterdiğine, büyük fedakârlıklarda bulunduklarına şahidim. Çalışma cephesinde de aynı başarıyı göstermişlerdir. Üretim sahasında Kızıl Sancak alan ilk Cumhuriyetin Dağıstan Cumhuriyeti olduğunu da unutmayalım” diyerek diğerlerini destekler mahiyette konuşur.
Tüm bu açıklamaları dinleyen Stalin, Abdurrahman Daniyalov’a döner ve sorar:
“Tovariş Abdurrahman Daniyalov… Dağıstanlılar devrime bağlılıklarını bir kere daha ispat ederler mi sence? Yani dağlardan inip düzlükteki yeni yerleşim yerlerinde oturmayı benimserler mi?”
Daniyalov hiç düşünmeden “Evet” cevabını verir.
Bu cevabı alan Stalin masasına uzanır ve daha evvel hazırlanmış sürgün edilecek milletler listesini eline alarak kalemiyle Dağıstan’ın üzerini çizer. Bu sırada bir şeyler kırılır. Stalin odada bulunanlara gülümseyerek:
“Bu Dağıstanlılar da amma kavi milletmiş. Kalemin ucu bile isimlerini çizmeye dayanamayıp kırıldı” der.
(*) Bu makale Dağıstan’da yayınlanan Hür Dağlı Gazetesinin Haziran 1994 tarihli 2. sayısından alınmıştır.
***
Türkiye’deki Dağıstan
Semih Seyyid Dağıstanlı
Dağıstan, dünya çapında en büyük göçü -eski Sovyet toprakları dışında- Türkiye’ye vermiştir. Türkiye’ye Dağıstan göçünün aydınlanmış ve bilinen tarihi 1800’lü yılların başından itibaren görülür. Mutlak olarak tarihin çok eski dönemlerinden bu günlere kadar Kafkasya’nın yakın komşusu olan Anadolu’ya diğer Kafkas boylarının göçleri olduğu gibi, Dağıstanlıların da olmuştur.
Anadolu’ya kara girişinin görüldüğü kadarıyla 3 kapıdan olduğu düşünülürse, Kafkasya ve dolayısıyla Derbent kapısının ve Dağıstanlıların bu topraklara girişinin önemi anlaşılır. (Anadolu’ya girişin diğer iki kapısı Balkanlar ve Ortadoğu’dur, ayrıca deniz girişi de olmuştur.)
İlkin küçük gruplar halinde başlayan Dağıstanlı göçleri, hiçbir zaman büyük kitlesel göçlere dönüşmedi. Gelen büyük gruplar 1859’da Şamil’in silah bırakmasının ardından, 1877-78 ayaklanması ardından oluşan göçlerdir. 1877-78 göçlerinden sonra ivme düşmeye başlamıştır. Rusya’da Çarlığın Bolşevikler tarafından devrilip, bağımsız Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti yıkıldıktan sonra 1920-1928 arasında da göçler küçük gruplar halinde süregelmiş. II. Dünya Savaşıyla 1945’teki bireysel göçlerle sona ermiştir. 1800 yılından başlayarak 1945’e kadar süren 1,5 yüzyıllık zaman diliminde yaklaşık 60 bin göçmen Anadolu topraklarına göçmüştür.
Göçlerde politik, dini baskıların yanında ekonomik amaçlı göçlere de rastlanmaktadır. Göç sırasında bir köyden yola çıkan grup, yol üzerindeki yerleşim birimlerinden gelen katılımlarla ve büyük çoğunluğu karayolundan yapılmaktaydı. Göçler, sıklıkla Gürcistan üzerinden ve engebeli dağlık alanlardan Rus kolluk güçlerine gözükmeden, zor koşullar altında gerçekleşmekteydi. (Sadece 1945’deki bireysel göçler Avrupa üzerinden yapıldı.)
Güzergâh genellikle Batum-Artvin ya da Kars- Erzurum yolu idi. Göçmenlerin yoğun olarak yerleştikleri iller; Tokat ve Sivas olmakla birlikte Kars, Balıkesir, Yalova, Muş, Çanakkale, Kahramanmaraş’ta da geniş yerleşmelere rastlanmaktadır. Sınırlı çalışmalar sonucunda elde edilen toplam köy sayısı (Türkiye sınırları içinde) 68’dir. Fakat gerçekte sayı bunun çok üzerinde olsa gerektir. Türkiye’de yerleşik Dağıstan kökenli insanların sayısının 150 ila 200 bin arasında olduğunu tahmin etmekteyiz.
Türkiye’deki Dağıstan göçmenleri içinde aynı ana yurtlarında olduğu gibi Avarlar, en kalabalık grup kimliğini koruyabilen topluluktur. Avarlar’ı, Lezgi, Kumuk, Dargi, Lak ve Tatlar izler. Türkiye’deki Nogaylar’ın Kafkasya’nın hangi yöresinden geldikleri hakkında elimizdeki bilgiler zayıftır. Örneğin; Adana yöresinde yoğun olarak yaşadıkları söylense de kaç birime dağıldıkları belirsizdir. Bu yüzden listemize Nogay, Terekeme ve Tabasaranlar dahil edilmemiştir.
Bu konuda geniş çaplı çalışmalar yapılarak ya da hemşeriler arasında yayın organları kanalıyla iletişim ve bilgilendirmelerle yukarıdaki tablo muğlaklıktan gittikçe uzaklaşacak, bilgiler kesin ve daha güvenilir olacaktır.
Dağıstan göçmenlerinin tamamı Müslümandır. Tatlar (Şii), Terekemeler (Hanefi) dışında hepsi Şafii mezhebine bağlıdır. Gelenek ve göreneklerinde İslam inançlarının açık ve büyük etkileri görülmektedir.
Göçmenler özellikle son 50 yılda ve genellikle kentleşme, farklı dilleri konuşan gruplar arası evlilikler gibi sosyolojik ve politik sebeplerden dolayı hızla özümlenmekte ve kendi etno-kültürel özelliklerini kaybetmektedirler. Göreli olarak köylerde yaşayanlar kendi dil ve kültür özelliklerini koruyabilmektedirler.
Göçmenler arasında Avarlar, diğerlerine göre özelliklerini saklamada nüfus avantajlarım kullanabilmektedirler. Türkiye’de baskı altında olmama ve ortak dini inanç ve adetler diğer etnik gruplarla karışma olgusunu desteklemekte ve asimilasyona yardımcı olmaktadır.
Türkiye’nin hiçbir yerinde (bölge ya da il) çoğunluk olmamaları, dağınık olarak yerleşmiş olmaları, farklı dil ve lehçeleri kullanmaları ve nüfus dezavantajları asimilasyonu ileride muhtemelen hızlandıracak sebepler olarak sayılabilir.
Türkiye’deki Dağıstanlılar, çeşitli meslek gruplarında faaliyette bulunmaktadırlar. Ancak anayurtlarından getirdikleri kuyumculuk gibi sanatları da sürdürenlere rastlanmaktadır.
Bugün Dağıstan göçmenleri, ülkenin büyük kentlerinde bulunan kuyumculuk merkezlerinde altın, gümüş, bakır gibi değerli madenlerin işleme ve ticaretiyle uğraşa gelmektedirler.
Sadece İstanbul Kapalıçarşı’da 200’ün üzerinde Dağıstanlı sarraf-kuyumcu faaliyet göstermektedir.
Dağıstan göçmenleri Türkiye’de diğer Kafkas boylarıyla beraber Kuzey Kafkas Derneklerinde yüzyılın başından beri beraber organize olmaya çalışmışlardır. İstanbul’daki İKKK Yardımlaşma Derneği ve Şamil Vakfı çoğunlukla Dağıstanlıların katkılarıyla kurulmuş organizasyonlardır.
Halen 5 ilde (Ankara, Muş, K. Maraş, Balıkesir, Yalova) Dağıstan adını yaşatan ve hepsi de 1990’dan sonra oluşturulmuş derneklerde faaliyet göstermektedirler.
Umarız bu dernekler, Dağıstanlıların ülkemizdeki etno-kültürel sorunlarına çözümler arayarak, çareler ve projeler üretecek bir çalışma zemini haline getirirler. Böyle bir çalışma Türkiye’deki toplumsal barışa doğrudan hizmet edecek ve diğer gruplar için güzel bir örnek oluşturacaktır.