Anlamaya devam etmeli

0
1307

“… yeni kahramanların görevi daha önce yaşayan güçlü kahramanlarınkinden daha yorucu ama daha doyurucudur. Önce, doğmasına yardım ettiklerinin ne olduğunu bilmeleri gerekir, bunu bilince de onu var edebileceklerini, bunu gerçekleştirmek için şansa, tanrısal ilhama ya da geçmişe ait bir Afrodit’e değil, Evrenin kendini belirlemesi olan nedenselliğe bağımlı olduklarını da bileceklerdir. Bu, izleyicilerine anlattığı mitler ya da peri masallarıyla yaşayan kahramanın sonudur. İnsanlığın çocukluk çağı tüm çekici basitliği ve güzel masallarıyla beraber geçmiştir, artık kahramanların da büyüme zamanı gelmiştir.”

1907 yılında İngiltere’de doğup, İspanya İç Savaşı’nda bir çarpışmada ölen Christopher Caudwell, 1940’lı yıllarda ölen bir kültür üzerine yaptığı çalışmalarında doğmakta olan ‘kahraman’ı bu şekilde tanımlıyor.

16 yaşındaki İsveçli aktivist Greta Thunberg’in bir Cuma günü okula gitmeyerek ‘iklim değişikliğine’ dikkat çekmek için başlattığı eylemi izlemeye çalışıyorum. Önce, Türkiye dahil, dünyanın çeşitli yerlerindeki çocukları kendisine katılmaya çağırdı ve başarılı oldu. Eylül’ün son haftasındaki eylemler için ise tüm yetişkinlere yapıldı davet.

Londra, Manchester, Glasgow, Avrupa kentleri, New York, Tayland, Afrika, Avustralya, Yeni Zelanda, Türkiye… Davet karşılığını bulmuştu.

Greta’nın ilham veren konuşmalarını, fosil yakıtlara karşı oluşunun arkasında durabilmek için kıtalar arası bir zirveye yelkenli gemi ile gitme cesaretini göstermesini, birçoğumuz takip ediyoruz. Greta’nın davetine Türkiye’den ilk karşılığı veren 11 yaşındaki Atlas’ın Kadıköy’deki mitingde yaptığı konuşma, bana bir kez daha Caudwell’in yukarıdaki ‘kahraman’ tanımlamasını hatırlattı. Bu çocukların yaşları küçüktü ancak kahramanların büyüme zamanının geldiğini ve doğmasına yardım ettiklerinin ne olduğunu biliyor gibiydiler. Atlas, tehlikenin ne olduğunu ve ne yapmaya çalıştıklarını anlattıktan sonra ‘anladınız mı?’ diye sordu ve ‘anlamaya devam edin’ dedi. Çarpıcıydı bu ifade. Dünyanın eskisi gibi olmayışına nostaljik bir hayıflanmaya değil, çok daha fazlasına ihtiyaç var dünya üzerindeki her canlı, her kimlik için. Amazon’daki kadınlar da bu nedenle sokakta. Aslına bakarsanız Fransa’daki sarı yeleklilerin ekonomik talepleri de Kadıköy’deki iklim grevcisi gençlerin ‘Şirketleri değil Gezegeni kurtar’ sloganı ile aynı noktayı işaret ediyor. Mevcut haliyle kapitalizm; bildiğimiz sistem eleştirileri bir yana, ‘sürdürülemez’ bir noktaya gelmekte. Yoksulluğun oranı ve derinliği o kadar büyüdü ki; sistemin ihtiyaç duyduğu talebi oluşturamıyor. Piramidin en tepesindekilerin kurduğu en alttakilere destek organizasyonları her zaman salt ‘iyilik’ten kaynaklanmıyor olabilir. Olup biten her şey vahşi. İnsan ‘iyi’ olmaktan uzaklaşıyor. Bunca yolsuzluk tesadüf değil. Eric Beinhocker, The Guardian’daki yazısında; ‘kölelik kaldırılırken Maliyet-Fayda analizi yapılmadı’ diyor ve insan olanın etik olanı seçmiş olduğuna ve tekrar seçebileceğine vurgu yapıyor. ‘Maliyet-Fayda’ analizi yapılıp yapılmadığını bilmiyorum ancak sistemlerin, üretim ilişkilerinin dinamiği ile değiştiğini yazıyor ekonomi tarihi. Mevcut üretim ilişkilerinin sonuçlarından biridir iklim değişikliği. Üniter devlet gibi, dünya savaşları gibi, kimliklerin tek potada eritilmesi gibi… kök nedeni ekonomiktir.

İnsanoğlu ve kızı, iklim değişikliğine müdahil olmak ister, ‘0’ karbon ister, sarı yelek giyip iş ister, zam ister, sağlıklı gıda ister, Amazonlar yakılmasın ister, Kaz Dağları’nda siyanür havuzu olmasın ister, anadilini unutmamak ister, yok sayılmamak ister, yaşadığı toplumda temsil edilmek ister, çağdaş eğitim ister, temiz doğa ister, bir kadın olarak güvenli ve özgür yaşamak ister, inanç ve düşüncelerinden ötürü suçlu konumuna düşmemek ister… niyeti muhalif olmak olmasa da objektif olarak muhaliftir bu durumda. İstediklerini mümkün kılmayan sistemin ta kendisidir çünkü.

Belki bizden çok sonra, bir şeyler değişmek zorunda kalacaktır. Tarih boyunca böyle olmuştur, nedensellik bunu gerektirir. Bu dönüşümün ne şekilde ve hangi yöne olacağını öngörebilecek noktada değilim. Ancak Greta’nın işaret ettiği gibi ’etik’ nedenlerle veya sistem ekonomik olarak sürdürülemediği için ortaya çıkacak bir değişim ya gitgide daha insanlık dışı olanın araçlarını tanımlayacak ki; birçokları bunun kendi kendini yok etmek olduğunu düşünüyor ya da, insanla, doğayla barışık bir yoldan ‘sürdürülebilir’ ekonomik bir sisteme varılacaktır. Kendi kendini yok edecek olan adımların mimarları zaten işbaşında. ‘Sürdürülebilir’ bir sistem tanımlamasında ise doğayla barışık yaşam kültürleri önemli bir anahtardır. Tohum ve Gıda’nın geleceği üzerine yazılanlar küçük ve sürdürülebilir üretimleri işaret ediyor. O üretimler ve doğa ilişkisi; kadim halkların, kültürlerin, dillerin işidir. İnsanlık mirasının tek tipleşmeden önceki bilgi birikimidir kaynak. Bizler kültürel asimilasyondan, gençlerin anadillerini öğrenemediklerinden, kadim olandan uzak düştüklerinden dert yanarken bir yandan da bugünkü dünyada bunlara pek de ihtiyaç duymayacakları durumu ile yüzleşmek zorunda kalıyorduk belki ancak dünya da değişiyor.

Bu yazıyı; tıpkı Çerkesler gibi doğa ile uyumlu bir kültürün parçası olan Kızılderililerin atasözü ile bitirelim;

“Sular yükselince balıklar karıncaları yer… Sular çekilince de karıncalar balıkları… Bugünkü üstünlüğüne güvenme, kimin kimi yiyeceğine suların durumu karar veriyor gördüğün gibi…”