İstanbul Kafkas Kültür Derneği, 28 Eylül akşamı, yani Çerkes Milli Kıyafeti Günü’nde, Guser’uk Mahmut Koçer’in “Adigexer/Çerkesler” sergisiyle yeni sezona “merhaba” dedi. Gençlerin katılımının yoğun olduğu gecede Koçer’le sanatı, hedefleri üzerine sohbet ettik.
Fotoğraflar için Nart Ajans’a teşekkürler…
-Jıneps okurları için kendinizi tanıtır mısınız?
-Kayseri-Pınarbaşı, Uzunyaylalıyım, Beserek Köyü’ndenim. Hatıkuey’im. Guser’uk sülalesindenim. 20 yıldır İstanbul’da ikamet ediyorum. Öğretmenim.
-Öğretmenliğiniz hangi alanda?
-Sanatımla tamamen farklı bir alanda; özel eğitim. Mental retarde, yani zihinsel engelli çocuklarla çalışıyorum. Kamuda öğretmenim.
-Bu sanat dalıyla uğraşmaya ne zaman başladınız?
-25 yıldır devam ediyorum. 1994 yılında üniversitede başladım. Bir resme baktığımda o resmin çok da hoşuma gitmediğini gördüm işin açıkçası. Daha sonra yıllar içinde otodidakte olarak gelişti. Yani kendi kendime çok fazla derinlemesine araştırdığımı düşünüyorum ki neticelendirdim ve insanların beğenilerine sunduğumda da geriye dönüşler hep olumlu oldu.
-Uyguladığınız pyrography tekniğinden bahseder misiniz?
-Türkçe karşılığıyla ahşap yakma ve dağlama… Tüm dünyada kullanılan bir teknik. Plastik sanatlar anlamında değerlendirilmeye başlamış, ekonomik değeri olan bir resim tekniği. Ağırlıklı olarak dekorasyon için kullanılmış. Günümüzde tamamen sanatsal boyuta taşınmış ve çağdaş sanatlarda olsun, klasik sanatlarda olsun fazlasıyla yer buluyor. Sepya benim için güçlü bir renk, kahverenginin bütün tonları da; onunla ilgili çok olumlu üretimler olacağına ilişkin enteresan bir karşılaşma oldu. Biraz da detaycılıkla birleşince…
Bazı olaylara ince ve zevkli bakmayı çok seviyorum; bu bir insanın saçı olabilir, bir insanın arabayı kullanışı, duruşu olabilir, bir insanın videoyu çekişi ama bu videoda hangi detaylara girdiği… Bunları o kadar çok önemserim ki… Detaycılık bende çok fazla yer etti. Detaya girdiğim zaman da pyrography sanatında çok iyi işlerin çıktığını gördüm. Dünyada da kabul gören işler olduğunu fark ettim, aynı an ve zeminde virgül atınca sanatın da bir ekonomiye dönüştüğünü gördüm. Belki hayal edilemeyecek rakamlarda resimler sattım, hâlâ da satmaya devam ediyorum. Gerçekten bu beni mutlu eden bir şey. Bu sanatın ilerlemesine katkım olduysa, ki oldu, bunu nasıl türeviyle birleştirebilirim kısmına çok odaklandım. Bugün İtalya’dan ya da Amerika’dan bakan, Romanya’dan bakan insan -ki bu bunlar, bu işlerin iyi olduğu yerler-pyrography sanatına dair bir şey görüyor ama özellikle merak ettiği kültürü soruyor. Diyor ki: Neden bu adam sürekli bunu çalışıyor? Neden bir balık çizmiyor, neden bir kuş çizmiyor ve basitçe bir ekonomiye dönüştürmüyor?
-Peki, neden?
-Hedefim şu: Adige ve Çerkes kültürüne dair olan vurguları daha evrensel bir boyuta taşımak… Bu sergi de tam onun sergisi. Neden Adige kültürü, Kuzey Kafkasya halklarının kültürüne özgü yaşantı bu kadar ilgimi çekiyor ve neden bende bu kadar etkisi var? Şöyle ki; ben 68 pare Adige köyünün beraber olduğu Kayseri’nin Uzunyayla’sında doğdum, büyüdüm. Benim kavgam da Çerkesçe, cenazem de Çerkesçe, bayramım da Çerkesçe ve hayatım hep Çerkesçe ve Çerkesler içerisinde geçti, Adige Xabze içerisinde geçti. Xabze’nin vermiş olduğu bütün o doluluğu yaşadığımı düşünüyorum çünkü babam esnaftı ve Pınarbaşı’nın merkezinde bir işyerimiz vardı, oraya bütün thamade’ler uğrardı. Kabardey’i, Hatıkuey’i, Abaza’sı, Şeşen’i, Jane’si, kim olursa olsun, Uzunyayla’daki bütün Adige köylerinin hepsinden insanlara dair bilgiler ve yaşanmışlıklar oldu… Aynı anda birçok thamade’nin sohbetlerine konu olan o güzel olayların hepsini yaşadığımı düşünüyorum, ki bu benim için çok ayrıcalıklı bir konu.
Dört yıl önce başlamış olduğum bu süreçte bereket (beğuava), motif dediğimiz şeyleri doğadan aldık biz, kalıpların içine koyduk. Aslında kalıplara konmayacak kadar güzeller, ama o kadar güzel yaptı ki atalarımız; bir damganın üstünde, bir giyside (faşe), bir bayrakta, bir yelpazede bu motifleri gördük ve çok sevdik. Ben o motifleri artık doğanın kendisine iade etmek istiyorum. Kalıplardan tekrar alıp çıkardım, o motiflerle önce figürlerimizi yaptım. O Çerkes figürlerinde şimdi, daha comtemporary, yani daha çağdaş sanatlara özgü, daha evrensele doğru bir geçiş var. Ama her evrensele doğru geçiş, içinde bir şeyi barındıracak; bu imgeyi gören kişi, örneğin bu sergiyi gören kişi hissedecek ki o resimlerde bir Adige var, Kuzey Kafkasyalı var. Adige derken benim kapsamım Uzunyayla ağzıdır, bunun içine Oset’i de, Çeçen’i de, Kabardey’i de, Hatukuey’i de, Abaza’sı da girer, onu kastediyorum, 68 pare köyde gördüğüm insanlar benim için eşit. Nasıl ki insanlar gece korktuğunda aynı şekilde ürküyorsa o insanlar da benim için hep güler yüzlü Adige olarak kaldı ve öyle devam ediyor.
-Bu kaçıncı serginiz?
-9. kişisel sergim. Daha önce karma sergilere de, Maykop dahil bazı yurtdışı sergilere de katıldım. 4 yıl önce yine İKKD’de sergim olmuştu. Şunu da çok önemsiyorum, bereket motifi dediğimiz o olguyu kendi tarzımı oluşturmaya çalışarak çiziyorum. Kimseyi kopyalamıyorum, kimsenin yaptığı şeyi asla tekrar etmiyorum. Geçmişte yaptığım reprodüksiyon eserlerim olmuştur, onu da çok seviyorum ama özgün olarak çalışmayı çok değerli buluyorum ve “Adigexer” sergisi tamamen kendi özgün çalışmalarımın ürünü, onun için kendi içimde çok yüceltiyorum. İnsanların anlamasını zaten istiyorum. Ama sonuçta en son çizgi, evrensel boyutta bir cevap olacak bu; o cevabı da yakalamak üzere olduğumu düşünüyorum. Kendi insanımın sevinmesi, mutlu olması o kadar çok hoşuma gidiyor ki…
Buradan belki kimseyle paylaşmadığım şeyi size söyleyeyim… Bu seri bittiğinde 30’dan fazla resim olacak ve tamamı Maykop’taki müzeye hediye edilecek. Diasporanın bir sesi olursa, o çığlığa bir cevap verebilirsek ne mutlu diye düşünüyorum.
-Heyecanınıza bizi de ortak ettiğiniz, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.
-Onur duydum…