Kadim zamanlarda doğaya uyumlu yaşardı insanlar. Doğada var olanlardan beslenmenin, yararlanmanın bir yolunu bulurlardı. Doğanın kendini onarabileceği küçük müdahalelerle fazlasını elde ediyorlardı. Âşık Veysel demiş ya işte öyle; “Karnın yardım kazmayınan belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/Yine beni karşıladı gülünen/Benim sadık yârim kara topraktır”. Anlamaya da çalışırlardı etraflarında olanı biteni. Anlayamadıkları ama kendilerine iyi geldiğini anladıkları şeylere saygı duyar, bunu bir şekilde ifade ederlerdi; güneş gibi. Korktukları ve nedenini bilmedikleri şeylere de saygı duydular; yıldırım gibi…
Kendilerine yetecek kadarının peşinde oldular. Fazlası gereksizdi. Birlikte topladılar, ürettiler, avladılar, birlikte tükettiler.
Doğayla uyumlu, barışık, kavgası doğadan gelene karşı yaşamaya çalışmak için kadar, birlikte yaşadıkları canlılarla yaşadıkları çevreyi paylaşan, doğaya saygılı, saygı ötesi doğaya tapan, pagan…
Amerika’ya yerleşmeye çalışan beyazlar vahşi dedikleri Kızılderililere, Çarlık Rusyası’nın aynı zaman dilimi içinde dağlı dediği Çerkeslere uyguladığı soykırımı ve sürgünü uygulayıp sonra da yok ettiği yerli halkı araba markası yapıp ardından sinema filmlerine konu ettiğinde, vahşi dediklerinin hakkını teslim etmek durumunda kaldı. Kabile bizon avlıyordu, kışlık gereksinimine yetecek kadar. Üç ise gereksinim üç, dört değil. Tırnağından, boynuzundan, derisinden, dişinden… her şeyinden bir şekilde yararlanıyorlardı. Sonra bir beyaz, Buffalo Bil türedi, onun mitleştirilen kişiliğinde beyazlar “farklı ihtiyaçlar” için katletti bizonları.
Sonra homosapiens yıldırımı anladı, güneşi çözdü, bir yandan da doğaya hükmetti, akıllıydı. Hemen her şeyi tüketerek yol aldı, çekirge sürüsü gibi; tü-ke-te-rek…
Doğaya zarar veren; havasını, suyunu, toprağını zehirleyen, …
Şimdi iklim krizi yaşıyor dünyamız, iklim değişikliği değil, iklim krizi. 15-20 yıl içinde önlem alınmazsa geriye dönüşsüz bir noktaya ulaşacak. Çocuklar; ilkokul, ortaokul ve lise öğrencileri “geleceğimizi çaldınız” diyerek cuma günleri okul grevi yapmaya başladı, hem de küresel ölçekte.
Dersim’de bir çalıştaya katılmanın sonucu bütün bu yazdıklarım.
Yaşadıkları doğayı, paylaştıkları taşı, suyu, güneşi, hayvanı, bitkiyi kutsamış Munzur’un insanları, kutsamaya devam ediyor. İhtiyacı olanı doğadan alırken, doğayı paylaştıklarının da ihtiyacını alması gerektiğini biliyor ve saygı duyuyor. Yaşlanmış dağ keçisinin para karşılığı, “farklı ihtiyaçlar” için avlanmasını istemiyor, bir kurdun ihtiyacıdır, diyelim öldü toprağın, börtü böceğin ihtiyacıdır; “farklı ihtiyaçlar” için avlamaya gerek yoktur kısaca.
“Farklı ihtiyaçlar” için doğayla uyumlu yaşamı bozmaya, altın için, enerji için dengeleri değiştirmeye gerek yoktur. Yoktur ya, “farklı ihtiyaçları” olanlar kör, sağır ve dilsiz doğaya karşı.
Hangi yaşam vahşi? “Akıllı homosapiens”in her şeyi tüketen yaşamı mı, Kızılderili’nin doğayla uyumlu yaşamı mı? “Dünya bize çocuklarımızın mirasıdır” diyerek en azından buldukları gibi bir dünyayı çocuklarına bırakmak felsefesini üreten Kızılderililerin yaşamı mı; çocukların “bize yaşanacak dünya bırakmadınız, bitirdiniz dünyayı” çığlığına “hadi ordan” diyen vahşi kapitalistlerin yaşamı mı?
Sadece doğa mı? Ya “öteki”ne yaşam hakkı tanımayan anlayış, katleden-yok eden anlayış. 1915, 1938… İnsanın insana reva gördükleri lal etmez mi insanı? Dersim insanları, ninelerinin dedelerinin yaşadıklarını, terteleyi anlatırken lal olmaz mı insan?
Balkanlar-Ortadoğu ve Kafkasya gibi çokkültürlü, çok inançlı, çokdilli ve dünya politikalarında ağırlığı olan enerji kaynaklarına sahip bölgeler arasındaki Anadolu da çoklara sahip elbet. Tekçi anlayışlar silip süpürmeye çalışsa da halen öyle. Yaklaşık bir asırlık Cumhuriyet tarihinde belleklerde derin izler bırakan birçok kötü olay yaşandı.
Gönen-Manyas Çerkesleri doğuya sürgün edildi, Dersim’de canlara kıyıldı, 6-7 Eylül olaylarında Hıristiyan inançlılarımız katledildi ve malları yağmalandı, 60 ve 70’li askeri cunta yıllarında insanlar ipe gönderildi, 1 Mayıslar yani emekçi bayramları ülkenin tarihine kanla yazıldı, Sivas’ta ülkenin değeri aydınlar ortaçağın engizisyon uygulaması örneği ateşe atıldı, Kahramanmaraş’ta vahşet uygulandı, 80’li yıllarda yine bir askeri cunta döneminde ‘asmayalım da besleyelim mi’ anlayışıyla gençlere kıyıldı, cezaevleri işkencehanelere dönüştürüldü…
Ne çok kötü şey yaşadı Anadolu’nun insanı, hâlâ yaşamaya devam ediyor. O kadar çok yüzleşecek şey var ki ülkede, ya dünyada…
İnsanlarının birbirleriyle barışık olmadığı ama aslında kendi hallerine bırakılsalar hemen barışabilecekleri bir ülkede yaşıyoruz. İşte Dersim; Zaza, Türkmen, Kürt, Alevi, Sünni…
Aksayan demokraside iç dinamikleri körelten her olumsuz girişim sonrasında umutları yarınlara taşıyarak yaşamaya devam ediyoruz.