Yeniden merhaba…
Bu ayki konumuz, modern çağın kâbus hastalıklarından panik atak ve bozukluk. Toplumda her 100 kişiden 3-4’ü bu hastalığı geçirmiş veya halen yaşıyor. Peki neden son yıllarda bu kadar popüler hale geldi panik atak? Sanırım artık beden sağlığı kadar ruh sağlını da önemser olduk.
“Ay bende panik atak var, asansöre binemem, topluluk önünde konuşamam”dan daha fazlasını bilmek gerekiyor. Bir de kişilik özelliği olarak telaşlı, heyecanlı yapıdaki kişilere toplumun yakıştırdığı “panik atak” tanımlaması var ki (yanlış tabir diyelim)!
“Karnınızdan beyninize doğru fırlayan alev topu”, “Kendinizden nefret ediyorsunuz nasıl bu kadar aciz olabiliyorum diye”, “Sizi sürekli ezmeye çalışan biri, alttan aldıkça daha çok ezecek sizi”, “Bu hastalık var ya, sizi tanımadığınız insana bile yardım eder misiniz diye yalvartır”, “Televizyonda ıssız adaya düşen ve annesini kaybeden be¬beğin başına gelenleri konu alan filmi izliyordum. Ya filmdeki gibi, ‘Ben ölürsem oğlum ne olur?’ diye düşünürken fenalaştım. Anneme ‘Galiba kalp krizi geçiriyorum’ dediğimi hatırlıyorum. Kendime geldiğimde hastanedeydim. Sonra içime bir ölüm, bayılma korkusu yerleşti. Oğlumla birlik¬te sokağa çıkamaz oldum”. Bunlar gerçek panik hastalarının anlatımları…
Türkiye Psikiyatri Derneği ise panik atağı “aniden ortaya çıkan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleri” şeklinde tanımlamaktadır. Hastaların “kriz” diye nitelendirdikleri bu nöbetlere PANİK ATAĞI (PA) deniyor.
PA genellikle ilk kez 20-35 yaş aralığında başlıyor. Kadınlarda 2-3 kat fazla görülüyor. Toplumun kadına yüklediği sorumluluk ve beklentinin fazla olması, kadınların stres atacağı sosyal ortamların kısıtlı olması, özverili davranıp kendini ikinci plana atmasının etken olabileceği düşünülüyor.
PA’nın nedeni tam bilinmemekle birlikte bazı teoriler ileri sürülmektedir. Beynimizde dışarı ile duyusal alışverişi sağlayan yönetici merkezler gerçekte bir tehlike uyaranı olmamasına rağmen yanlış sinyal veriyor ve beynimizdeki nöronlardan (sinir hücreleri) salgılanan (duygusal yaşantımızı düzenleyen) maddeler anormal biçimde çalışıyor. Günlük aktivitelerimiz sonucu ortaya çıkan çarpıntı-terleme-baş dönmesi-sık nefes alma gibi normal vücut tepkilerimizin, hasta tarafından yanlış algılanarak, “Kalp krizi geçiriyorum, öleceğim”, “Çıldırıyorum”, “Felç olacağım” şeklinde yanlış yorumlanması sonucu PA geliştiği düşünülmekte.
Genetik yatkınlık, çevresel faktörler ve bazı kişilik özelliklerinin hastalığın ortaya çıkışını kolaylaştırdığı düşünülüyor. “Mükemmeliyetçi” dediğimiz, kurallara uyan, dakik, yaşamının her alanında her şeye çok dikkat eden, ilişkilerinde sınırlar çizen, her soruna çözüm üreten kişilerde; sorumluluk duygusu fazla yöneticiler, kendi işinin patronlarında sık görülüyor.
Bunun yanı sıra hassas, alıngan, telaşlı, güvensiz, her şeyi kafasına takan, kendini baskı altında hisseden, engellenmiş ve bağımlı kişilerde, aşırı korumacı ailede büyüyen çocuklarda da PA görülüyor. Araştırmalara göre düşük eğitim düzeyi, yalnız yaşamak hastalığın sıklığını artırıyor.
PA depresyon, sosyal fobi, travma sonrası stres bozukluğu, madde bağımlılığı gibi durumlara eşlik edebiliyor. Hatta bazı uyarıcı maddeler tek kullanımda bile panik atağa neden olabiliyor.
Panik atağı aniden başlar, giderek şiddetlenir,10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar; sıklıkla 10-30 dakika (nadiren 1 saate kadar) sürdükten sonra kendiliğinden geçer, temelinde ölüm korkusu vardır.
Psikiyatri Derneği’nin tanımladığı PANİK ATAĞININ BELİRTİLERİ şunlardır:
Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma,
Çarpıntı, kalbin kuvvetli ya da hızlı vurması,
Terleme, Nefes darlığı ya da boğulur gibi olma,
Soluğun kesilmesi,
Baş dönmesi, sersemlik, düşecek ya da bayılacak gibi olma,
Uyuşma ya da karıncalanma,
Üşüme, ürperme ya da ateş basması,
Bulantı veya karın ağrısı,
Titreme veya sarsılma,
Kendini ya da çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme,
Kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu,
Ölüm korkusu.
Bu belirtilerden dördü varsa, tebrikler, sizde panik atak var! Tabii ki öyle değil . Bu belirtiler varsa ve sürekli bunları yaşama kaygısı içindeyseniz bir psikolog veya psikiyatrla görüşmenizde fayda var!
Panik bozukluğu nedir?
Panik bozukluğu ise; panik atakların tekrarlaması, ataklar arasındaki dönemlerde kişinin atak olacağına dair kaygılanması, atak ve olası sonuçlarına karşı kendince önlem geliştirmesi (işe gitmeme, evde yalnız kalmama, çantasında ilaç taşıma gibi) ile seyreden, kişinin günlük yaşamını kısıtlayan bir kaygı bozukluğudur.
Peki, panik atak nasıl panik bozukluğa ilerliyor? İlk atak geliştiğinde; kişi sebepsiz başlayan göğüs ağrısı, göğüste sıkışma, çarpıntı, nefes alamama, terleme, titreme, üşüme, bulantı-karın ağrısı, baş dönmesi-dengesizlik, düşme veya bayılma hissi, uyuşma, karıncalanma gibi belirtilerden şikâyet eder. Bu esnada “kalp krizi veya felç geçirdiğini” zannedip ölüm korkusu yaşar. Bazen başında tuhaflık, sersemlik hissi tarifler, kendisini ve çevresindekileri farklı algılar ve “kontrolünü kaybetme-delirme, kendisi veya çevresindekilere zarar verme” kaygısı yaşar.
Nadiren atak benzer semptomlarla kişiyi uykudan uyandırır. Bu belirtilerle kişi, yakınları tarafından acile götürülür. Muayene, EKG vs. sonrası hastada belirgin bir fiziksel rahatsızlık saptanmaz ve strese bağlanarak “sakinleştirici iğne” yapılıp evine gönderilir.
Atakların tekrarlamasıyla hasta her atakta yeniden muayene, tetkik döngüsüne girer, rahatsızlığını açıklayacak fiziksel bir sorun saptanmamasına rağmen kalbinde veya beyninde hastalık olduğuna ve “doktorların bunu bulamadığına” inanmaya başlar.
Atakların sıklığı arttıkça hasta gergin, korku içinde yeni panik atağını bekler. Atakların düzensiz aralıklarla ve farklı ortamlarda gelmesi bu kaygıyı tetikler. Sıklaştıkça da kalp krizi geçirip ölme, felçli kalma, delirme gibi kaygılar pekişir, yani beklenti anksiyetesi gelişir.
Hastalar evde yalnızken kalp krizi geçirmekten, hastaneye yetişemeden ölmekten, kontrolü kaybedip kendisi veya bir başkasına zarar vermekten, toplum içinde rezil olmaktan korkar hale gelirler, günlük yaşamında bunu sorun haline getirirler (yoğun ve sürekli üzüntü dönemi).
Zamanla atakların sebep olabileceği senaryo felaketlere kendince önlem almak için kişi davranışlarını değiştirmeye başlar. Örneğin atak sırasında kontrolünü kaybedip çocuklarına zarar vereceğini düşünen anne, çocuklarıyla evde yalnız kalmaktan kaçınır, acil yardımı daha çabuk alabilmek için günlerini hastane bahçesinde geçirmeye, gideceği yerin güzergâhını eczane veya hastaneye yakın yerlerden geçecek şekilde ayarlamaya çalışır.
Hastaların bazıları atakların başlayacağını düşündükleri yer ve durumdan kaçınmak ister, PA yaşanan yer ve duruma özgü fobi geliştirirler. Yalnız evde kalamaz, işe gidemez, asansöre binemez; toplu taşıma araçları- alışveriş merkezleri gibi kalabalık ortamlardan kaçarlar. Bu ortamlara yanlarında biri olsa dahi büyük kaygı ve korku içinde giderler. Bu ortamlarda atak gelirse yardım alamamaktan, hastaneye yetişememekten, rezil olmaktan korkarlar. Zamanla tatile-işe gidemeyen (bu durumun kişinin yaşamını ne kadar sınırlayacağını düşünsenize!) bu kişilerde iş ve sosyal hayatı sınırladığında depresyona, alkol ve madde bağımlılığına hatta intihar girişimlerine neden olabiliyor.
Bu noktada panik atakla baş etmek, onun günlük hayatımızı ele geçirmesine engel olmamız önemli! Peki, panik atak sırasında neler yapılmalı? Yavaş ve derin nefes almak, kasları gevşetmeye çalışmak, gözleri kapatmak (ortamdaki farklı uyaranlara maruziyeti önler), belli bir imaja (güvenli-mutlu olunan yer) odaklanmak, olayın “kısa süreli bir endişe hali” olduğunu kendine telkin ederek kontrolü elden bırakmamaya gayret göstermek paniğin daha kolay atlatılmasını sağlayabilir.
PA kişinin kendisinin çözebileceği bir durum değildir. Profesyonel destek alındığında PA tedavi edilebilir bir kaygı bozukluğudur.
İlaç tedavisi ile beyin sinir hücrelerindeki anormal hormonal aktivite düzenlenir. Doktorunuz size uygun ilaçları kontrollerle size uygun dozda ayarlayacak ve gerektiğinde dozu azaltarak ilacınızı kesecektir. Lütfen tedavi sürecindeyken kendinizi iyi hissettiğinizi düşünüp ilacınızı kendiniz kesmeyin. Bu durum, geri dönüşü olmayan sonuçlara neden olabilir.
Bilişsel-davranış tedavisi ile aslında zararsız ve doğal olan PA belirtileri hakkında kişinin yanlış bilgi ve inanışlarının düzeltilerek, kişinin bu belirtilerle baş edebilmesi öğretilir. PA geleceğini düşünerek kaçındığı yer ve durumlarla aşamalı olarak yüzleşmesi ve korkularının “üstüne gitme” ; dışarı çıkma, pazara gitme gibi basitten başlayarak zora doğru “alıştırma ödevleri” ile kaçındığı korkularını yenmesi sağlanır. Gevşeme egzersizleri ve doğru nefes alma yöntemleri gibi farklı teknikler öğretilerek atakla daha kolay baş etmesi sağlanır.
En iyi sonuçların, ikisinin birlikte uygulanmasıyla alındığı bildirilmektedir. Tedavi sürecinde kafeinli içecekler, sigara ve alkolden uzak durarak, sosyal hayattan kopmamak önemli. Bu arada hasta yakınlarının da PA belirtilerini ve bu hastalığın öldürmediğini bilmesi (her atakta hastaneye gidilmesi gereksiz) ve hastanın tedavisinin düzenli olmasını sağlamaları gerekir.
Özetle; panik atak, kesinlikle ölüme, felce, çıldırmaya neden olan bir hastalık değildir. Beynimizin bizi tehlikelerden korumaya yarayan alarm merkezinin bir nevi bozulmasıdır, yani araba alarmının kediye çalmasıdır. Ancak hafife alınmaması gereken, kişinin yaşam kalitesini bozan, tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Lütfen sizde veya yakınınızda yukarıdaki belirtiler varsa bir psikolog veya psikiyatrla görüşün. Eksik bilgilerle belirtilerden korunmak için tansiyon, kalp ilacı içmeyin, gerekirse düşüncesiyle yanınızda taşımayın. Sadece doktorunuzun önerdiği ilaçları size önerilen dozda kullanın, ilacı kendinizi iyi hissetiğiniz için kesmeyin.
Ataksız, akıl ve ruhunuzun sağlam olduğu günler diliyorum…
http://www.psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/27/panik-bozuklugu
https://www.e-psikiyatri.com/panik-atak-nedir-belirtileri-nelerdir
https://www.e-psikiyatri.com/HER-YONUYLEPANIK-ATAK
https://www.e-psikiyatri.com/BENDE-PANIKATAK-VAR WUZİNŞEW Dr. Hajbeviko Fatma Yılmaz