Başlangıçta diller yoktu, dil de yoktu. İlk insan, uzun bir zaman dilimi içerisinde, kendisinden önce var olan tabiatın ve çeşitli canlıların sesleriyle tanıştı. Tabiattaki her bir varlığın ve her bir canlının ses(ler)iyle yani onların söylemiş olduğu birer ses ya da kelime, sesin sahibiyle bütünleşerek anlam kazanmaya başladı. Böylece İlk ilk insan/ lar, işitme, koklama, dokunma, tatma, görme duyularıyla tabiatı okumasını öğrendi. Yani ilk önce işitti (zexex: зэхэх); sonra da söyledi (o: 1уэ). [Otej teoremi.] Bunlarla birlikte hayal etme, hissetme ve algılama yetisi ile birlikte düşünme, eyleme geçme ve üretme melekesi de aktif halde gelişti. Böylece insanoğlu önce işitme ve söyleme yani kulak ve dil melekesiyle isimleri öğrendi. Yani varlığa isim koymasını öğrendi ve isimler doğdu. Bunlara diğer duyularımızla algıladıklarımız da eklendi. İnsanda, somut varlıklar üzerinden soyut algısı gelişti. Sonsuzluk ve uzaklık olgusu, gök üzerinden; zaman, yıl ve devinim olgusu, gök gürlemesi üzerinden; çokluk ve sayılamazlık olgusu, deniz üzerinden; hayat bulma, var olma olgusu, hava ve nefes üzerinden; büyüme, bitme, yenilenme, kazıma olgusu, toprak üzerinden anlaşılabileceğini sanıyorum. Tanımlama yapmasını öğrendi. Böylece her ses bir kelime değeri kazandı. Bu süreç insanoğlunun tarihiyle birlikte dilin birinci evresini oluşturdu. Bu evre, dilin, İlksel Dil [Pere Bze: Пэрэ Бзэ] ve Orijinal Dil [ Wunаyе Bze: Унае Бзэ] evresidir. Bu evrede dillerde ek olmaz. Çünkü, ek diye nitelendirdiğimiz kavramlar tek heceli, ayrı ayrı kelimelerdir.
Zamanla sesler başka bir ifadeyle kelimeler, birleşik kelime mantığıyla, farklı biçimlerde birleşerek yeni kelimeler meydana getirdi. Aradan geçen, belki binlerce yıl içerisinde farklı iki sesin yani kelimenin birleşerek yeni kelimeler üretti. Bunlardan kimi kelimeler zamanla kaynaştı ve kök kelime halini aldı. Bazı kelimeler tek sesli kelime olma özelliklerini yitirdi. Böylece iki heceli kelimeler meydana geldi. Yıllar geçtikçe insanlar çoğaldı. İnsanoğlunu nitelik ve nicelik yönünden geliştikçe kelime sayılarında da ciddi artışlar meydana geldi. Aynı zamanda, toplumların artması beraberinde bölünmeyi de getirdi. Bölünen toplumlar hem yeni kelimeler üretmeye devam etti hem de yeni gelişen yeni diksiyon ve dil kuralları farklılaştı. Bu, dillerin farklılaşmasına ve yeni dillerin oluşumunda önemli bir etken oldu. İnsanoğlu ayrıştıkça farklı şekilde birleşen seslerle farklı kelimeler ve dillerin çoğalması devam etti. Böylece dillerin ikinci evresi meydana gelmiş oldu. Bu evrede tamamı olmasa bile oldukça çok sayıda kelime kök halini alarak iki heceli kelimeleri meydana getirdi.
Yukarıda bahsettiğimiz bu yapılanma şekli hiçbir zaman durmadı üç heceli diller evresi gelişti; Aramice, İbranice, Arapça dilleri vb gibi. Ancak bütün bu evrelerde bile kimi dillerin ilksel özelliklerini her daim içlerinde barındırdıkların görmek mümkündür.
Günümüz modern dilin bu son evresi tamamen kendi terminolojisiyle devam etmektedir. Ne var ki kodlama sistemi harflere de sirayet edecek ve tek sesli birinci evresiyle yazılım ve matematiğin seslerle buluşmasıyla inanılmaz bir beşinci evre yaşanacağı kanısındayım. Bunun için birinci dil evresinin tam anlamıyla hak ettiği ilgiyi görmesine büyük ihtiyaç vardır.
Bu çalışma proje haline getirilmeye büyük ihtiyaç duymaktadır. Bir proje dahilinde, olabildiğince çok dilleri ve sesleri tarayarak, ölü diller dâhil, seslerin kaynağını ilksel dil evresinin izlerini keşfetmiş yeniden keşfetmek mümkün olacaktır. Kim bilir böylece ilk insanların konuşma biçimlerine ulaşabileceğiz. Böylesi bir yolculuk ne kadar da heyecan verici olur. Böylesi ciddi bir proje çalışması içerisinde, farklı dillere sahip paydaşlara, özel yazılım programına, ciddi bir maddi desteğe ve üniversite ortamına ihtiyaç duyacaktır.