Yine kendimle konuştum bugün

0
839

 

Bazen bir bezginlik ve ümitsizlik hali… Hep var olan kötü niyet, haset, fesat, samimiyetsizlik daha mı batıyor ne gözüme?

Yanlışların doğru kabulü, bu sözüm ona doğrulara talebin çokluğu, şablonlar, at gözlükleri, tabular, düşünememek, algılayamamak, muhakeme edememek, elifi görüp mertek sanmak, saygının yerini işgal etmiş kamuflajlı küstahlık içimi karartıyor enikonu!

Kendimi sorguluyorum, düzeltilmesi gereken neler neler bulup çıkarıyorum. Bıktım zaten kendimi düzeltmekten, bu kadar mı defosu olur bir insanın? Sıkılıyorum…

Diyorum ki, eskiden olduğu gibi haset ve fesadın gizlice icra edilmesine neden gerek duyulmaz? Bu kadar pervasızlığa nereden bulunuyor bu cesaret? Daha da fenası alkışlanıyor, alkışlanıyor, ayakta alkışlanıyor.

Yalan söyler herkes küçük veya büyük. Başkalarını aldatmak için söylenen yalanı insani bir hata olarak kabul edelim. Bir insan yalan söyleyerek, kendisini aldattığını bilerek, kendi yalanına bu kadar yürekten nasıl inanıyor?

Samimiyet çetrefilli bir hal! Doğruda da samimi olabiliriz yanlışta da, iyide de kötüde de.

İşte burada allak bullak oluyor benim idrakim. Doğruda samimiyet pamuk ipliğine bağlıyken, yanlıştaki bu inat, bu kavi hal, bu sarsılmazlık, bu şeksiz şüphesiz iman ve teslimiyet niye?

Şimdi sorular hazırdır! “Doğru ne yanlış ne, kime göre doğru, kime göre yanlış?” Geçiniz bunları!

 

İnsan olmanın gerektirdiği evrensel doğru ve yanlışlardan söz ediyorum.

Kişinin kendi yanlışı kendisine dersiniz geçersiniz belki, ya ardına saf duygularla düşenleri kendisiyle birlikte, bilerek, ifsat ederek sürüklüyor olmasına, toplumun tümüne zarar vermesine ve bu tahripkâr eyleme göz yumulmasına, onay verilmesine, seyirci kalınmasına hatta bir ucundan tutulmasına ne buyrulur?

Şeytanın neferlerinin işi değil miydi bu gibi şeyler?

Ya şu umursamazlık? Ah şu vurdumduymazlık! Hiç girmeyelim o konuya…

Herhangi bir mesajım yok! Yalnızca kendimle dertleşiyorum bugün!

 

Başka halkları yargılamak

İstisnai dünya görüşü olan kişilerin dışında hemen hemen herkes kendi mensubu olduğu halkı, açıkça veya gizliden gizliye farklı konumlandırır. Belki kendisi bile bilmez bunu yaptığını. Hatta “Ben asla öyle şey yapmam” diyebilir, ama yapar. Bana göre ölçüsünü kaçırmamak kaydıylayapmalıdır da. Bunun mantıki bir nedeninin olması gerekmez. Tamamen duygusal bir yaklaşım! Önemli olan hastalıklı bir hale gelip gelmediği…

 

Bir halk düşünün, bu halkın kimi mensupları kendi halklarını daha iyi anlatmak yerine, yetersiz bilgilerinin güdümüyle ve önyargıyla ya da nedensiz bir sinsilikle başka bir halkın (ya da halkların) olmayan veya olan açıklarını arayıp sorgulama çabası içinde.

Ne gerek var bunlara? Geniş bir gözlükle baktığımızda, farklılıklarımızla, birbirimize göre artı ve eksilerimizle bir bütünü oluşturmuyor muyuz hep birlikte?

Meselâ ben veya bir başkası, o halkı masaya yatırırsak, nice şeyler bulup çıkarabiliriz. Çok kolay yaparız üstelik bunu. Tarihini didikleriz, kültürünü sorgularız, neler neler buluruz deştiğimizde.

Ama yapmayız…

Çünkü o halk öyledir, öyle olduğu için kendine özgü bir halktır. Kendine özgü olduğu için değerlidir. Bizim onları layıkıyla anlamamız mümkün değildir.

Ne yaparız? Müştereklerimizi ararız. Farklılıklarımıza bakarız. O halkta bize ilham verecek şeyler varsa yararlanmaya çalışırız. Bünyemize uygun olmayan şeylere karşı da kendimizi koruruz. Hiçbir ortak yönümüz yoksa “İnsanlık” ortak paydasında buluşmaya gayret ederiz.

Uzatmayalım!

Bırakın gereksiz işleri ey falan ya da filân halkın sevgili mensupları! Kendinizin gerçekten gurur duyulacak özelliklerinizle gurur duyun, eleştirilecek özellikleriniz varsa görmezden gelmeyin, ya olduğunuz gibi görünün, ya göründüğünüz gibi olun. Başka halkların müşterek kabulle kültürlerinde yer alan, ne olduğunu tam idrak edemediğiniz, asla da edemeyeceğiniz kavramları cımbızla çekip çıkararak “Onlarda bu var bizde yok!” diye kendinize zorlama payeler vermeyin.

Şunu deneyin!

Senin halkın güzel bir halk, benimki de…

Senin halkın değerli, benimki de…

Senin halkının kendine özgü kültürel değerleri var, benim halkımın da…

Ama sen, senin kültüründe yeri olmayan, benim halkıma özgü her değeri, kolay kolay anlayamazsın, ben de seninkini…

Beni asla yargılayamazsın, benim sana yapmadığım gibi!

Birbirimizi her bakımdan beğenmemiz, her konuda anlaşmamız da gerekmez.

Netice itibariyle gayemiz, barış içinde yaşayacağımız, eşitlikçi, huzurlu ve daha adil bir dünya değil mi?

Hepimiz aynı gemideyiz yani…

 

Sayı: 2020 03
Yayınlanma Tarihi: 2020-03-01 00:00:00

Önceki İçerikAbhazya’nın Seçimi ve Diasporanın Oy Hakkı
Sonraki İçerikАланты Хъæлæс – Osetlerin Sesi – Mart 2020
Süha Baytekin
1965 Almanya doğumlu. Baba İstanbul, anne Eskişehirli. Haydarpaşa Lisesi ve Marmara Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik mezunu. Yüksek lisansını ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Uluslararası İşletmecilik'te yaptı. Koç Holding ile başlayıp sayısız firmada yöneticilik, Hamoğlu Holding ile sonlanan, pazarlama, iletişim kordinatörlüğü... Şu anda emekli. Uzun yıllardır sosyal medya ve çeşitli mecralarda yazarlık... 5.000 fotoğraflık eski Çerkes fotoğrafları arşivi var. Kitapları: "Diasporada Çerkes Olmak", "Çerkes Sürgünnamesi", "Kutsal Ay’ın Kızları-1". Basılacak Kitapları: "Kutsal Ay'ın Kızları-2", "Kutsal Güneşin Çocukları", "Diasporik Hikayeler". Medeni durum: Bekâr.