Gusunatlar’dan Gabis’in Şarkısı
Yine adına şarkılar yazılan efsaneleşmiş bir avcı Gabis…
Gabis ufak tefek bir adamdı. Bir gün yine hazırlanır ve ava gider, arkadaşlarıyla geceleyecekleri bir kulübe yapar ve yerleşirler. Arkadaşları yemeğe oturur ancak Gabis yemez. ‘İyi bir geyik avlamadan yemem’ der. Bir müddet sonra dediğini yapar, bir geyik avlar. Fakat yine yemek yemez. Derdini soran arkadaşlarına, ‘Nartlara yakışan kadeh (Vasamonge – Nartların kutsal kadehi) olmadan yemek yemem’ der. Ertesi sabah bakar yamçısının üzerinde kadeh duruyor. O zaman oturur ve karnını doyurur.
Nartlarda Vasamonge ile içmek dostluk, doğruluk, erkeklik ve kahramanlığın sembolü idi.
İnanışa göre Gabis küçükken akrabalarıyla ot biçmeye gidiyor ve orada unutuluyor. Gabis orada oynarken bir yılanı yutuyor. O anda oradan geçmekte olan zengin bir aristokrat onu alıyor ve evlat ediniyor. Büyüdüğü zaman iyi bir avcı oluyor ve namı duyuluyor. Avladığı avdan başkalarına ikram etmeden asla yemezdi. Av sırlarını ve başarılarını da yuttuğu yılandan aldığı söylenirdi.
Hetektı Guyman
Nartlar toplantı halinde idiler. O sırada karlı dağlardan patlamaya benzer gürültüler gelmeye başlar. Nartlar hayretle ‘bu ulaşılmaz dağlarda kim olabilir’ diye düşünürken bazıları ‘bereket ve yıldırım ilahı Elia’dır’ veya ‘şudur budur’ diye tahminlerde bulunurlar.
Art niyetli kimliğiyle bilinen Gaşaytı Kazbolat ‘ben gider bakar öğrenirim’ der ve dağlara doğru yola çıkar. Bir mağarada ışık görür, içeride birisi et pişirmektedir, ‘bereketli olsun’ diyerek içeri girer ve hoşbeşten sonra yemeğe katılır. Kazbolat yemekten sonra Guyman’a, gelirken dağların alt tarafında kalabalık bir geyik sürüsü gördüğünü, sürüde ayrı renkte ve güzellikte farklı bir geyik olduğunu söyler.
Kazbolat’a kanan Guyman ‘O halde gidelim de o güzel geyiği senin için avlayayım’ der ve yola çıkarlar. Bir uçuruma gelince kayadan aşağı inmek için Kazbolat’ın elindeki sopaya tutunup aşağı inmeye çalışan Guyman, Kazbolat’ın sopayı bırakmasıyla uçuruma düşerek ölür. Guyman’ın avladıklarını yüklenen Kazbolat etleri Nartlara getirir, onlar da Kazbolat’ın onuruna ziyafet düzenlerler. Havlayarak köye gelen Guyman’ın köpeği Selem, Guyman’ın öldüğünü belli edercesine öyle bir saldırır ki Kazbolat köpeğin elinden zor kurtulur. Nartlar köpeğin davranışlardan olan biteni anlarlar.
Osetler’in av kültüründe bunlara benzer birçok isim adına hikâyeler ve şarkılar mevcuttur.
bKafkas dağlarında son derece tehlikeli olan avcılık, şüphe ve kıskançlığı da barındırınca ister istemez gizli bir avcı dili ve değişik hikâyeler, avcılara özgü âdetler ve şarkılar oluştu. Güney ve Kuzey Osetya avcıları arasında töreler benzerlik gösterse de önemli farklılıklar görülebiliyor.
İletişimin zor olduğu dönemleri göz önüne alırsak bu farklılıklar son derece normaldir. Çünkü köyden köye dahi insanlar aylarca birbirlerini göremiyor, gidip gelemiyorlardı. Köyden köye şive değişikliklerini dahi gördük.
Avcılar, avladıkları bir avın yanına gelenlere ‘rastlamalık’ denilen bir ikramda bulunurlardı. Bu ikram bazı bölgelerde hayvanın sağ kaburgalarından üç tanesiyle yapılırken başka bir bölgede sol üç kaburgasıyla yapılırdı; başkaları hayvanın butlarından veya sırt etlerinden yaparlardı. Töre olan bu ayrıntılar önemli değildi çünkü temel kanunlar önemli benzerlik gösteriyor. Dini inanışlar ve temel davranış biçimleri gibi.
Değişmez olan ilah Efşati ve onun gücü idi. Yardımseverlik, misafirperverlik, ikram gibi temel değerler önemli benzerlikler gösteriyordu. Avcılar kendi aralarında av diliyle konuşurlardı. Buna bir nevi argo dili de diyebiliriz. Osetler bireysel av yaptıkları gibi gruplar halinde de ava giderlerdi. Otuz kişiye kadar gruplar olduğu gibi, av süresinin on beş güne kadar uzadığı da oluyordu.
Avcılık Osetler için adeta kutsal bir işti. Dini bir ayine gider gibi ciddiyetle hazırlanır ve ava giderlerdi.
Ava gidilirken gençler, özellikle acemi gençler ava götürülür ve eğitilirken, av hayvanlarını ürkütüp usta avcıların bulundukları tarafa sürmek için de kullanılırlardı. Gençler avcılığı ustalardan öğrenirken, avla ilgili âdetleri de öğrenirlerdi. Örneğin; yanında hizmet etmesi için küçük çocuk götüren bir avcı, avladığı geyiğin pirzola kısımlarını pişirir ve çocuğa da ikram eder. Eti yiyen çocuk kemiğini ateşe atar. Avcı çabucak kemiği ateşten kapar ve çocuğa kemik yakmanın törelere aykırı olduğunu anlatır. ‘Bu hayvan topraktan geldi ve kemiğini toprağa gömmek gerekir, toprak yenisini versin’ der. Gençler bu şekilde büyüklerinden görerek avcılığı ve av töresini öğrenirlerdi.
Avcılıkta babadan oğula geçerek usta ve namlı avcılar yetiştiren birçok sülale vardır.
Bunlardan birkaçı;
-Tatrate ve Bekoyte sülaleleri – Tırşı Kom denilen vadide;
-Abayte sülalesi – Tseyi Kom vadisinde;
-Eşiyate, Zağote ve Mırjagan sülaleleri – Kurttatı Kom vadisinde tanınmış avcılardı.
Tırşı Kom vadisinde avcıların en tanınmışı Bekoyteler’den Şaban adında biri olup 120 sene yaşamıştı. Sağlığında 990 geyik avlamıştı ve geyiklerin tamamı erkekti. İyi avcılar dişi geyik avlamazdı.
Şaban’ın adı avcıların dinlendiği bir mağaraya verilmişti. Avcılar av başlangıcı av ilahı Efşati’ye dua ederken ‘Şaban’ın şansını ver’ derlerdi. Şaban avladıklarını evine götürmez halka dağıtırdı. Bu yönüyle çok saygı görmüş ve adına şarkılar yapılmıştır.
Vurulan av hayvanının başının üstüne dikilmiş vaziyette kalmış olması da av kurallarına aykırı idi, böyle durumda avcı avı bırakır, bir daha da ava gitmezdi.
Alan (Oset) avcılardan Françesko Alaro, 1395 yılında yazdığı hatıratında Alan avcıların ava giderken, kemerlerine ayı pençeleri taktıklarından söz etmektedir. Kendilerine şans ve cesaret verdiğine inandıkları bu alışkanlıkları günümüze kadar az da olsa devam ettirmişlerdir.
Bazı avcılar da ayı dişleri taşırlardı. Şans getirdiğine inanılırdı. Hatta ayı dişlerini nazardan koruyor inancıyla küçük çocukların boyunlarına ve beşiklerine asarlardı. Kurt dişlerinin musibetlerden koruduğuna inanılırdı.
Ünlü akademisyen Miller 1882’de yazığı Alanlarla ilgili kitabında avcılıktan söz eder.
Nartlarda olduğu gibi Alanlarda da grup halinde gidildiğinde avı vuran kişi keser ve derisiyle en kıymetli yeri sayılan başını da alırdı.
Avı vuran kişi konusunda itilafa düşüldüğünde en ilginç av veya en tehlikeli av hikâyesini anlatan, deri ve başı alırdı.
Ava sabahın erken saatlerinde veya akşamdan çıkılırdı. Ava giderken bir kadına rastlamak uğursuzluk getirir inancıyla eğer rastlarlarsa geri dönerlerdi. Bu nedenle kimseye rastlamamak için erken çıkarlardı. Avcılar özellikle bir kadının küfür ve bedduasından çok korkar ve sakınırlardı.
Rastlayanların ‘nereye gidiyorsun’ diye sorması bile uğursuzluk sayılıyordu.
Avcılar çıkmadan mutlaka yıkanır ve temiz elbiseyle ava gitmeye dikkat ederlerdi. Çünkü hayvanların alabileceği koku işlerini zorlaştırıyordu, hatta ava rüzgârın ters tarafından yaklaşırlardı.
Av bölgelerinde belirli yerler mevcuttu. Örneğin belirli bir bölgeye ulaşıldığında ayakkabı değiştirilen yerler vardı, dinlenilen ve dua edilen mabetler vardı.
Av bölgesine yaklaşılınca konuşulmaz ve silah bakımı yapılmaz, köpeklere yemek verilmezdi.
Av bölgesine yaklaşılınca ağırlıklar başında bir nöbetçi ile bir yere bırakılırdı. Malzemeleri bekleyen, arkadaşları gelene kadar ateş yakmak için odun toplardı. Beklerken konuşmaz, şarkı söylemez, ıslık çalamazdı, hatta arkadaşları gelene kadar yiyip içmesi de geleneklere aykırıydı.
Avdan en yaşlı avcı biraz daha fazla pay alır, diğerlerine eşit pay edilirdi. Avı vuran kişi fazladan deri ve başı da alırken, ilk rastlayacak kişiye ‘rastlamalık’ adıyla bir pay ayrılırdı.
İlk rastlayan ve payını alan kişi avcılara daha bereketli avlar yapmaları dileğinde bulunurken yerden aldığı ot parçalarını avcıların üzerine doğru atardı. Avcılara atılan o otlar ve güzel temenni sözlerinin avcılar ilahı Efşati’ye ulaştığına inanılırdı. Avcılar birbirlerine rastladıklarında iyi temennilerde bulunurlardı. Bir avcı avıyla uğraşırken yanına gelen başka bir avcı yerden otlar alıp avlanmış hayvana doğru savurarak ‘Xutsav bereketini artırsın’ derken, av sahibi ‘Xutsav sana da nasip etsin’ diye cevap verirdi.
Geyiklerin yedi ve daha fazla çatallı boynuzlusu çok kıymetliydi. Böyle bir geyik avlayan avcı, evinde ziyafet verirdi. Ava çıkacak avcılara ‘ağırlığınca yükle dön’ şeklinde dua niteliğinde sözler söylenirdi. İlk avını avlayan avcılar Xutsav ve av ilahı için ziyafet düzenlerdi. Daha sonra o ilk avın kafatası bütünüyle avcılar mabetlerinden birinin duvarına asılırdı.
Av eti paylaşımının birçok yöntemi vardı ama hiç değişmeyen önemli yöntem; grup halinde gidildiğinde hiç avlanamamış olanlar da diğerleriyle eşit pay alırlardı. Gözcüler, avı istenilen yöne yönlendirenler, eşyalara bekçilik edenler hepsi eşit pay alırdı. Aksi halde Efşati avda bir daha yardım etmez inancı vardı.
Av etleri parçalanıp avcıların sayısı kadar pay edildikten sonra herkes sırtını döner, içlerinden biri paylardan birini tutarak sorar ‘bu et kimin’, sırtı dönük olan biri bir isim söyler, o isim payını alır ve bu durum tekrarlanarak etler pay edilirdi. Böylece herkes hakkına razı olurdu.
Avcıların senede bir gün anma bayramları vardı. Mabetlerine götürdükleri büyükbaş bir hayvanı keserek yer, içer ve eğlenirlerdi.
Avcılar sofralarında büyük bir ciddiyetle dualar ederek kumel denilen (Adigeler’in maksimesi gibi) bir içki türü ve kendi imalatları bira gibi içkilerle dua ederlerdi. Dua niteliğindeki konuşmalar yapılırken sağ elde içecek, sol elde velibah veya ekmek olurdu. Bunun dışında asla av etini ellerine almazlardı. Ava başlarken de bitirdikten sonra da dua ederlerdi. İron avcılar av ilahi Efşati’ye dua ederken Digoron bölgelerinde Xutsav’a dua edilirdi. (İron ve Digoron Oset kabileleridir).
MS 70’li yıllarda Alan (Oset) avcılarına özgü dua örneği şöyleydi:
“Ey Efşati ben Xutsav’ın yarattığı bir fakirim. Sana geldim, dualarımı işit ve bana bir ceylan veya bir geyik ver. Yüce makamından bak bana ve silahımın payını gönder. Sana buradan yalvarıyorum, artık işime yaramıyor diyeceğin bir keçi de olur. Sana üç velibahla dua ediyorum, dualarımı daha önce aldığın değerli dualara eş kıl. Beni kırık bir kalple bomboş gönderme. Öyle bir av gönder ki taşımakta zorlanacağım bir av olsun. Evime neşeyle dönerken mutlu döneyim. Sen zengine de fakire de avını esirgemeyensin. Hayvanlarından yırtıcı hayvanların payını dahi verensin. Benden de esirgeme ve güzel, temiz bir keçi gönder”.
Oset avcıları eskiden beri avladıklarını da evcil hayvanları da keserlerdi. Avlandıklarında da ilk yaptıkları hayvanların boğazını kesmekti. Av sonrası teşekkür mahiyetinde arfe denilen dualar devam ederdi. Avcılar grup halinde av bölgesine girdikleri andan itibaren gereksiz konuşmaz, gürültü etmezlerdi. Grup başından aldıkları emirleri harfiyen yerine getirirlerdi. Avcılar ortak tecrübe, ortak akıl ve beceriyle hareket etmedikleri, av sırlarına ve kanunlarına uymadıklarında başarısız oldukları gibi, büyük tehlike arz eden Kafkas dağlarında zor durumlarda kalabilirlerdi.
Arkadaşlarını kıskanarak hileli durumlara giren ve arkadaşlarını zor durumlarda bırakanlar asla gruplara alınmazdı.
Özellikle Güney Osetya’da ilk av yapan kişi, avının sağ tarafından bir kısım etleri keserek alır ve kalanını av yapamayan arkadaşlarına verirdi. Bu tip yardımlaşma, paylaşım alışkanlığı ve misafirperverlik Oset kültüründe günümüzde de geçerlidir. Osetler günümüzde dahi tuz ve ekmeklerini birileriyle paylaşmaktan, atalarından kalan bu gelenekleri sürdürmekten gururlanırlar.
Grup avında, grup lideri en önde yürürken arkadan gelenler öndekinin ayak izlerine basarak yürür ve ses çıkarmazlardı. Grup lideri ilk atışı şöhretli avcılara verirdi. Osetler avladıkları hayvana büyük saygı duyar, onu sürüklemez veya beğenmemezlik etmezlerdi.
İlk avını vuran avcının işaret sağ parmağı (yani tetik çeken parmak) avın kanına batırılırdı. İyi avcı olsun amacıyla.
Oset avcıları hileden, göze gelmekten (nazar) ve büyüden korkar ve bunlara inanırlardı.
Avcılar ilk avlarının sol tarafından bir bölüm keserek av ilahının payı olarak ilk rastladıkları kişiye verirlerdi. Bu değişmez kuraldı. Aksi davranışların av ilahını küstüreceğine inanılırdı.
Grup avında av hayvanlarını yönlendirenle gözcü bu işi sırayla yaparlardı, çünkü yönlendirme/çevirme işi yorucu bir işti.
Avla ilgili tüm inanç ve töreler harfiyen yerine getirilirdi.
Avı vuran kişi, paylaşım işini de yaptığı gibi, ilk payı alma hakkına da sahipti. Bu kişi avın baş, boyun ve derisini de alırdı.
Nartlarda da olduğu gibi, paylaşım işi grup sayısının dışında, yaşlının (thamade) payı, arkadaş payı, ilk rastlayanın payı gibi paylara da bölüştürülüyordu. Avcılar paylarına düşeni yalnız yemez, ya çevresine dağıtır, ya da ziyafet verirdi. Aksi durumda ayıplanırdı.
İlk avdan sonra avcılar birbirlerine arfe konuşmaları yaparlardı, ‘yüzüncünün ilki’ olsun derlerdi.
Avcılar birbirlerine ‘avlayabildin mi?’ diye değil, ‘Efşati (av ilahı) payını verdi mi?’ diye sorardı.
Avcılar bir şeyi gösterirken, işaret ederken parmaklarını değil yumruklarını kullanırlardı. Avı vuran kişinin adı av süresince telaffuz edilmezdi. ‘O’ diye gösterilirdi. Onun kim olduğu bilinirdi. Av ilahına dua edilirken ateş edilmezdi. Beyaz geyikleri avlamak inançlara aykırı idi. Avcı avladığı av kadar elindeki sopaya çentik atardı. O değnek kaybolur veya bir yerde unutulursa avcı bir hafta ava gitmezdi. Avlarını kaybetmiş gibi yas tutardı. Avladıklarının her beş tanesi için ziyafetler düzenlerlerdi. Avcıların geceleyecekleri dağ evleri veya mağara türü yerlerde yemek ve et pişirmek için ateş yakma aparatından yakacağa kadar tüm eşyalar mevcut olurdu. İşleri bittiğinde kullandıkları odun kadarını tekrar yerine koyar, kap kacakları tertemiz olarak tekrar yerlerine bırakırlardı. Bu mekânlardan bir şey çalmak, götürmek, inançlarına tersti.
Avcı dilinden örnekler
-Ayakkabı “yürüyen”,
-Eller “dokunan”,
-Baston “arkadaş”,
-Gözler “görenler”,
-Kan “kırmızı”…
(Bitti)
Kaynak: Osetler’lerde Av Gelenekleri ve Dili – Keşatı Voladia, 1998
Özetleyerek çeviren: Muammer Tekin, 2016