Mızağe Dergi
2005 yılı Aralık ayında yayımlanmıştı gazetemiz Jıneps. O tarihte, Kafkas Dernekleri Federasyonu yayın organı Nart dergisi ile birlikte Çerkeslere dair iki süreli yayındık. Bir süre sonra Nart dergisi yayımını durdurdu.
Arada, 2017 yılı Ağustos ayında, İstanbul Kafkas Çeçen Kültür Derneği tarafından 6 aylık periyotta Daymohk dergisi yayımlandı.
Ve 2018 yılı başında Mızağe Dergi kamuoyumuza merhaba dedi. Gazetemiz sütunlarında, yeni derginin çıkışını haber yapmıştık. Üç aylık periyotlarla yılda 4 kez çıkmayı hedefleyen dergi logosunda kendisini “Siyasi, Politik, Kültürel, Düşünce Dergisi – Çerkeslere ve gündeme dair…” diyerek tanımlamıştı. İlk sayıdan “Yola Çıkarken” ve Janset Demircan imzalı “Kentleşmenin Geleneksel Çerkes Kültürü Üzerine Etkileri” yazılarını veriyoruz. “Yola Çıkarken” yazısındaki iki cümleyi buraya almak istedim:
“Özgürlükçüyüz; kimseye hakaret etmeden, dokunulmaz kabul edilen konuları gündeme getirmeyi amaçlıyoruz”.
“Kendimiz için istediğimizi başkaları için de isteyecek demokrat ve adil bir zihni inşa etmek gibi dertlerimiz de var”.
İki yıl, son 6 ay birleşik sayı (7-8) olarak yayımlandı Mızağe. Son sayıdan “Mızağe’ye dair; Bu veda değil, yeni bir başlangıç…” yazısını da veriyoruz. “Bir veda metni değil aslında bu yazdığımız. Bir yere gittiğimiz yok yani, sadece muhit değiştiriyoruz… basılı yayın hayatımıza son verirken yeni bir çalışmanın arifesindeyiz… Mızağe kapanmıyor, sadece internete taşınıyor.” der Mızağe.
Gazetemizin de sıkıntılı olduğu, sıklıkla okuyucularımızla paylaştığımız soruna da değinilmiş bu yazıda; POSTA İDARESİNİN ULAŞTIRMAMA sorunu.
Taşınacağı yeni muhitinde başarılar Mızağe’ye…
Mızağe Dergi
Sayı:1
Yola Çıkarken
1864 yılında yaşadıkları soykırımın ardından bu coğrafyaya savrulan ve o zamandan beri madun bir kimlik olarak kendisini ifade etmekte zorlanan Çerkeslerin, Türkiye’deki yayın serüveni de 100 yılı aşmış durumda. Büyük fedakârlıklar ile farklı siyasi görüşlerden Çerkesler tarafından çıkartılan dergi ve gazeteler, arşivdeki yerlerini aldılar. Süreli yayınların dışında birçok kitap da yayınlandı geçen bu zaman zarfında. Son yıllarda ise Çerkesleri gündemine alan akademik yayınlarda görece bir artış var.
İnternetin hayatımıza girmesiyle, web siteleri büyük ölçüde basılı mecraların yerini almış olsa da, matbu yayınların kalıcılığı ve sürdürülebilir oldukları takdirde, etkileri yadsınamaz. Online yayınların yaygınlığı ve matbu entelektüel üretim çabalarına rağmen, bir birikim sorunumuzun olduğu da hala bir vaka.
Kafkasya – Rusya – Diaspora ekseninde gelişen güncel olayları değerlendirmenin yanı sıra, tarihsel, sosyal, kültürel ve siyasal gündemini inşa edecek bir Çerkes diasporası ise hepimizin özlemi…
Çerkes diasporasının tüm bu tecrübesini dikkate alarak ve güncel koşulları da değerlendirerek, tabiri caizse zora talip olarak çıkıyor MIZAĞE yola.
Bütün yazarlarımızın tabi ki farklı siyasi görüşleri var ancak bagajlarımızı önceleyerek hareket etmiyoruz.
Tartışmak ve üretmek gibi bir derdimiz var.
Özgürlükçüyüz; kimseye hakaret etmeden, dokunulmaz kabul edilen konuları gündeme getirmeyi amaçlıyoruz.
Özgünüz; üretimlerimiz bize özgü ama herkese hitap edecek tarzda olacak.
Kendimiz için istediğimizi başkaları için de isteyecek demokrat ve adil bir zihni inşa etmek gibi dertlerimiz de var.
Kavramların yozlaştığı, konuşmanın zorlaştığı, tartışmanın sinir harbine dönüştüğü dönemlerden geçtiğimizin, kimilerine göre sözün değerini yitirdiği zamanları idrak ettiğimizin farkındayız. Gerek Çerkes diasporasındaki kısır tartışmaları, gerekse yaşamakta olduğumuz dönemin boğucu atmosferini de teneffüs ediyoruz.
Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen;
Söyleyecek sözümüz, kuracak cümlelerimiz var.
Hiçbir kurumsal bağı olmayan, özgürlüğünü özgünlüğü ile perçinleyen bir yayın olmak üzere çıkıyor MIZAĞE yola.
Adıyla müsemma bir tarafı da var;
Pek ele avuca gelecek, kontrol edilebilecek, yönlendirilebilecek bir yayın olmayacak
MIZAĞE…
Silkindik, geliyoruz…
Kentleşmenin Geleneksel Çerkes Kültürü Üzerine Etkileri
Janset Demircan
“İnsanlık, doğasından, hiçbir yerde, büyük kentlerin yaşam koşulları altında olduğundan daha fazla uzaklaşmadı” – Louis Wirth
Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarım sektöründe hızlı bir makineleşme süreci başlamıştır. Sanayileşmeyle birlikte yürüyen bu süreç, köylerden kentlere doğru hızlı bir göç dalgasını da tetiklemiştir. Bu gelişmeler kültür üzerinde hızlı bir değişim meydana getirmiş ve “kent kültürü“nün yükselmesine zemin hazırlamıştır.
“… kent, tarihsel olarak, ırkları, halkları, kültürleri eritme potası işlevini görürken, yeni biyolojik ve kültürel kaynaşmalar için çok uygundur.”¹
Köyden kente göç eden bireyler de zaman içinde sanayileşmenin getirdiği yeni toplumsal hayata entegre olmuş, eklemlenmiş ve bütünleşmeye başlamıştır. Her toplumsal değişme gibi bu kültürel uyum meselesi de zamana yayılmış, yaşanan sorunlu entegrasyon sürecinin ardından, köylerde yaşayan alt kültürlerin, kentte hâkim kültür içinde asimile olmalarını beraberinde getirmiştir.
Nitekim tam anlamıyla bir köy kültürü olan Çerkes kültürü de, bu kentleşme sürecinde kent kültürü içerisinde erimeye ve çözülmeye başlamıştır. Kent hayatının getirdiği modernite kalıpları, giyim – kuşam geleneklerinden düğün ritüellerine kadar birçok alanda değişimi bir gereksinim olarak dayatmıştır. Ayrıca bununla birlikte Çerkes toplumu, Tönnies’in kavramsallaştırmasıyla zaman içinde “cemaat” olmaktan çıkıp “cemiyet”e doğru evrilmiştir. Durkheim’ın dayanışma kavramı ile meseleye bakılacak olursa; kente göçün ardından yavaş yavaş toplumsal dayanışma bağlarının zayıflayıp “mekanik dayanışma”dan “organik dayanışma”ya evrilen bir toplum yapısının oluşmaya başladığı söylenebilir.
Diğer yandan kenti yabancılaşma mekânı olarak tanımlayan Simmel’e göre; kentli insan, davranışlarını kendisi olarak gerçekleştirmez ve bununla birlikte bölünmüş bir kişiliğe sahip olmasından dolayı, bir yabancıdır.² Dolayısıyla Çerkeslerin kentsel mekânda hem birbirlerine hem de kültürlerine yabancılaşmakta olduğu söylenebilir.
Elbette, köyden kente göçle birlikte köylerin kentle olan iletişiminin, etkileşiminin artması, köylerin de sosyokültürel yapısını etkilemiştir. Diğer yandan, kültürel değişmede etkili olan başka değişkenler de söz konusudur. Fakat bu yazıda kentte yaşam süresi değişkenine odaklanılarak, artık kentli olan Çerkes toplumunun, köylerden farklı olarak kültürel aidiyetlerindeki ve Çerkes dilindeki değişimler ortaya konmaya çalışılmıştır.
Geleneksel köy yaşamında özel alan ve kamusal alan arasındaki çizgi oldukça saydamken, kentte, özel alan ve kamusal alan çok net, keskin bir çizgi ile birbirinden ayrılmaktadır. Bu yeni durum ise kamusal alanda ve özel alanda farklı kimlikler oluşturulmasına sebep olabilmektedir.
İsmail Berkok³, Tarihte Kafkasya adlı kitabında, Kafkasya’da halkın kabile hayatını muhafaza ettiğini, büyük şehirler, ticaret ve sanayi şebekeleri kurmadığını ve daima köylü olarak kaldığını söylemektedir. Dolayısıyla Çerkesler, Türkiye topraklarına sürgün edilmeden önce de herhangi bir kentsel kimlik geliştirmemişlerdir. Mehmet Eser⁴ de 1999 yılında yayınladığı çalışmasında, Çerkes kültürünün köylü bir karaktere sahip olduğunu ifade etmektedir.
Nitekim göç sonucunda geldikleri kentte ilk defa kamusal alanla tanışan Çerkesler, köylü özellikler taşıyan ve köyde gerçekleştirilmeye elverişli olan geleneklerini, kente entegre edemedikleri takdirde yaşatamayacaklardı. Nihayetinde geçmişten gelen bir kent deneyimi olmayan Çerkesler, kültürel ritüellerini kentte gerçekleştirme alanı bulamadılar. Ayrıca, kentte farklı kültürlerle etkileşimde bulunmak – gerek evlilik yoluyla, gerek komşuluk ilişkileriyle- Çerkeslerin toplumsal yapısını etkilemiş ve değişimi hızlandırmıştır. Bu etkileşim sonucu gerçekleşen değişimi Çerkesler genel olarak “Türklere karıştık” şeklinde ifade etmektedir.
Kentleşmenin Çerkes kültürü üzerindeki etkileri düğün, cenaze ritüelleri ve Çerkes dilini konuşma oranıyla değerlendirildiğinde, kentte yaşama süresindeki artış ile geleneklerin uygulanma sıklığı arasında ters yönlü bir ilişkinin ortaya çıkması mümkündür. Yani kentte yaşam süresi arttıkça, düğün ve cenaze ritüellerinde uygulanan geleneklerin yaşatılma sıklığında ve Çerkes dilinin konuşulma oranında azalış olduğu söylenebilir.
Ancak son yıllarda kitle iletişim araçlarının kullanımının yaygınlaşması, ulaşımın gelişmesi gibi etkenler Kafkasya ile diaspora arasındaki ilişkilerin gelişmesine katkı sağlamıştır. Böylelikle, özellikle genç bireylerin Kafkasya ile iletişiminin artması, Kafkasya’nın ulaşılabilir bir vatan konumuna gelmesine neden olmuştur. Bu durumun Çerkes dilinin öğrenilmesi konusunda teşvik edici bir unsur olduğu söylenebilir.
Düğünler ise Çerkesler için önemli toplumsallaşma alanlarıdır. Kentte de köyde olduğu gibi, Çerkes düğünleri insanların bir araya geldiği, tanıştığı, birbirini tanıdığı dahası eş seçimlerini yaptığı önemli bir toplumsal alandır. Bunun dışında Çerkes düğünlerinde gerçekleştirilen pek çok farklı ritüel vardır. Ancak, Çerkesler kentte yaşamaya ve kentte düğünler tertip etmeye başladığından beri bu ritüellerin pek çoğunu gerçekleştirecek mekânsal alan bulamamaktadırlar. Bu ritüellerin pek çoğunun bugün artık yaşamadığı görülebilir. Örneğin, “Nısaşe Wored/Tasagara” adı verilen gelin getirme ritüelinde söylenen şarkı günümüzde söylenemez olmuştur.
Çerkeslerde cenazeler de toplumsal dayanışmanın varlığını güçlendiren ritüeller arasındadır. Durkheim ritüellerin, grubun ortak hafızasını önemli ölçüde tekrar harekete geçirdiğini ve toplumsal temsillerin yok olmalarını ve güç kaybetmelerini önlediğini söyler.⁵ Cenaze ritüelleri için de düğün ritüellerindeki değişmenin geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Kentte ortaya çıkan ikincil ilişkiler, çalışma saatlerinin artması, cenazelere katılma sıklığının düşmesinde önemli değişkenlerdir. Bununla birlikte cenazelere katılan bireylerin yaş ortalamasının da gittikçe yükseldiği gözlemlenebilir. Bu durum, Çerkes kültüründe önemli bir yere sahip olan cenaze ritüelinin bu önemini zamanla yitirmekte olduğunu göstermektedir. Cenaze ritüellerinin birçoğu yine kentte gerçekleştirilmediği gibi, bu gelenekler artık köylerde de gerçekleştirilmemeye başlanmıştır.
Çerkesler kente yerleştikten sonra kamusal alanda var olabilme mücadelesini ön planda tutmuşlardır. Ekonomik kaygıların yanı sıra orta sınıf olma çabası da Çerkes dilini ve geleneklerini yaşatma gereksinimini azaltmıştır. Çünkü orta sınıf olmanın büyük ölçüde yolu eğitimdir. Eğitim dilinin ve kamusal alanda kullanılan dilin Türkçe olması, iletişim için Çerkes dilini kullanma ihtiyacını ortadan kaldırmış, dolayısıyla özel alanda da tercih edilmemesine sebep olmuştur.
Sonuç olarak; kentleşme ve kentli kimliği, Çerkes kültürüne ait birçok ritüelin uygulanmasına olanak tanımasa da Çerkes toplumunun, modern kent yaşamı içerisinde diğer toplumlara kıyasla kolektivizmi ve toplumsal kaygıları koruma eğilimi içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Çerkesler kültürel değişim konusunda olumsuz bir tutum göstererek, kültürel değişime karşı bir direnç gösteriyor olsa da, kültürün dinamik bir yapısı vardır ve değişime ayak uydurmak durumundadır. Kültürel kaygıların yanında, siyasal temsiliyet kaygısının da ön plana çıkarılmasıyla, gelecekte Çerkesler açısından daha olumlu gelişmeler sağlanabileceğini söylemek mümkündür.
1.Wirth, L. (1938) Urbanism as a Way Of Life. Paul K., Hatt ve Albert J. Reiss, Jr. (der.), Cities and Society, The Free Press, Glenceo, Illionis, 1957, s.46-63.
2.Güllüpınar, F. (2012). Kent Sosyolojisi Kuramları üzerine Bir Literatür Değerlendirmesi, Çağdaş Yerel Yöntemler, 21(3), 1-29.
3.Berkok, İ. (1958) Tarihte Kafkasya, İstanbul: İstanbul Matbaası.
4.Eser, M. (1999) Uzunyayla Bölgesinde Yaşayan Çerkes Köylerinde Sosyokültürel Değişme, Yüksek Lisans Tezi. Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi.
5.Ritzer G. (2014) Klasik Sosyoloji Kuramları. Ankara: Tercan Matbaası.
***
Mızağe Dergi
Sayı: 7-8
Mızağe’ye dair
Bu veda değil, yeni bir başlangıç…
Uzun bir hazırlık sürecinin ardından 2018 yılı başında yola çıkmıştı Mızağe Dergi. Çerkes Diasporasının kısıtlı entelektüel alanına katkı sunmak, etkili ve sarsıcı tartışmalar ile zihinsel kalıplarımızı zorlamak ve yaşadığımız ülkenin gündemine dair cümlelerimiz olduğunu haykırmaktı hedefimiz. Emek yoğun bir çaba içine girdiğimizin farkındaydık, karşılaşabileceğimiz sorunları da öngörebiliyorduk aslında.
Basılı mecraların gözden düştüğü bir dönemde, bir nevi akıntıya karşı kürek çekmeye karar vermiştik o dönem. Sosyal mecraların günlük bilgi paylaşımındaki hızına kapılmak ile basılı yayınların kalıcılığı arasındaki tercihimiz kalıcılıktan yana oldu. Özellikle çok nitelikli bir yazar kadromuz oluştu süreç içinde. Zamanlarının en değerli kısımlarını Mızağe sayfalarının nitelikli metinleri için harcadılar.
Erol Köroğlu’nun Çerkes Ethem’in edebiyattaki yansımalarını irdelediği yazıları, yeni bir Çerkes Ethem okumasının da kapılarını araladı bizim için. Ferhat Kentel’in Türkiye ve Dünya hallerini görünür kılan ve zihin titreten metinleri ufuk açıcıydı. Erol Gergin Uzunyayla’nın Çerkes hikâyelerine yolculuğa çıkartırken bizi, başka bir Uzunyaylalı Erdoğan Boz’un diaspora gündemine akademik perspektiften bakan yazıları ile kendi gerçekliğimize biraz daha yaklaştık. Abidin İnci ise titiz çalışmalarıyla hurafelerden ve hezeyanlardan arınmak, Kafkasya’nın gerçek tarihine yolculuk yapmak isteyenler için nitelikli metinleriyle bizim yanımızda oldu. Kadromuza sonradan dahil olan Murat Elbeg ise iğneli diliyle diaspora hallerimizi görünür kıldı, acımadan… Wuneutra Rıckhun çoğu zaman Kafkasya’daki insan hakları ihlallerinden bizleri haberdar ederken zaman zaman da soyadı gibi önemli meselelere değindi. Furkan Dzapş sarsıcı metinleriyle diasporayı incelerken Türkiye ve Dünya’dan sunduğu örneklerle algılarımızı açmaya çalıştı. Orhan Doğbay ise kaynak sayılabilecek içerikli diaspora okumaları yaptı ve sundu okurları için. Zaman zaman yazı gönderen Elbruz Aksoy, Murat Atrışba, Zeynep Ansukka, Ece Trapş, Ketse Yasin Durmaz, Leyla Önlü, Melih Özel Ubıh, Abrek Önlü, Fatih Ersem, Dijan Özkurt, Nail Sönmez ve Ayça Atçı da Mızağe’nin içeriğinde yeri doldurulamayacak kalemler olarak yer aldılar. Öte yandan yaptığımız röportajlarla Diaspora’nın sıcak gündemlerini de göz ardı etmemeye gayret ettik.
Mızağe’nin her hafta toplantı yapan yayın kurulu da vardı bu süreçte. Okuyucuların daha çok yazılarıyla gördükleri Aydın Çıf, Caner Yelbaşı, Janset Demircan ve Timur Şahan yayın kurulunun emektarlarıydılar. Bir de hiç görünmeyen ve esas emeği geçenler var tabi. İlk sayılarımızda yazıların redaksiyonunu yapan Setenay Bayçora, dergi tasarımları konusunda bizim isteklerimize teknolojinin imkânlarını zorlayarak çözüm üreten Barış Aydoğdu, görsel tasarım desteğiyle Tolga Tekdemir ve bütün yazıları titizlikle okuyan ve dipnotlar dahil tamamını redakte eden sevgili editörümüz Setenay Karaçay. En büyük övgüyü yazarlarımızla birlikte hiç görünmeyen bu Mızağe emektarları hak ediyor belki de…
Bir veda metni değil aslında bu yazdığımız. Bir yere gittiğimiz yok yani, sadece muhit değiştiriyoruz… Evet, biz yedi ve sekizinci sayıyı bugün sizlere birlikte sunarak basılı yayın hayatımıza son verirken yeni bir çalışmanın arifesindeyiz… Mızağe kapanmıyor, sadece internete taşınıyor. Ev sahibi kiraya çok zam yaptı, PTT önümüze taş koydu, mürekkep kokusundan sıkılmaya başladık:-) vs. Velhasıl-ı kelâm; maliyeti düşük ve ufku geniş bir eve taşınıyoruz… Yeni web sitemizin (ya da evimizin) hazırlıkları sürüyor… Yakında daha güncel ve içerikli metinlerimiz ve tabi mevcut yazarlarımıza katılacak yeni yazarlarımız ile karşınızda olacağız. Üstelik bu kez size ulaşmamızın önünde PTT’nin kargo teslimlerindeki başarısızlıkları gibi bir engelimiz de olmayacak…
Son olarak; işi gücü polemik olan Tartışıyoruz kadrosu da teliflerde anlaşabilirsek gelecekler yeni eve…