Neden yok oluyoruz? Ne yapabiliriz?

0
1071

UNESCO verilerine göre Dünya üzerinde 7 binden fazla dil konuşuluyor. Bu dillerin yüzde 40’ı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Peki diller neden yok oluyor? Bu gidişat geri döndürülmeli mi? Geri döndürülebilir mi?

Dillerin hızla yok olmaya başlamasının ekonomik ve siyasal sebepleri var. Ekonomik sebeplerin başında elbette neredeyse bütün dünyanın bütünleşmiş bir pazara dönüşmesi yer alıyor. Uluslararası tekeller, dünyanın neredeyse her yerinde üretim yapıp, her yerine ürettiklerini satıyorlar. Bu ekonomik yapı ister istemez ortak bir uluslararası dilin ortaya çıkmasına yol açıyor. Bugün dünyada İngilizce, böylesi bir dünya pazarı ortak dili işlevi görüyor. İngilizcenin yanı sıra farklı ağırlıklarda olmak üzere Çince, İspanyolca, Fransızca, Almanca, Arapça gibi dillerin de uluslararası pazarın dilleri olduğunu söyleyebiliriz.

Uluslararası ekonominin dilleri olduğu gibi ulusal pazarların da dilleri var. Dünyada 7 binden fazla dile karşılık BM’ye üye 193, toplam 206 devlet bulunmaktadır. İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Arapça dillerinin birçok devletin ortak resmi dili olduğu düşünüldüğünde ulusal resmi dil avantajına sahip dil sayısının ne kadar az olduğu anlaşılacaktır. Ulusal resmi dillerin yanında birçok devletin bölgesel resmi dilleri vardır. Örneğin Rusya’ya bağlı özerk cumhuriyet ve bölgelerde birçok dil bölgesel resmi dil veya yasal olarak tanınmış dil statüsündedir. Bu durumda olan diller de nispeten yerel ekonomi içerisinde bir statü sahibi oldukları için avantajlı durumdadırlar.

Uluslararası ve ulusal ekonomik bir alanı bulunmayan diller ise yok olma tehlikesini en çok yaşayan dillerdir. Bu dillerin kendilerini var ettikleri nispeten kapalı ekonomik birimler bugün büyük oranda ulusal ve uluslararası pazarlara entegre olmuş durumda. Dolayısıyla bu diller kendi yaşam alanlarını kaybetmiş durumdalar.

Hemşincenin Durumu

Hemşince için konuşacak olursak dilin gelecek kuşaklara aktarıldığı iki dilsel mekân vardı. Bunlar yayla ve köylerimizdi. Yaylalar eskiden torunların neneleriyle 3 ay boyunca birlikte vakit geçirdikleri bir alandı. Bunun nedeni yaylanın köy ekonomisi içinde bir işlevinin olmasıydı. Köylü ailenin geçiminde önemli yeri olan hayvanların beslenmesi, kışlık yağ, peynir, kaymak gibi ürünlerin yapılması yaylayı ekonomik açıdan önemli hale getiriyordu. Böylelikle çocuklar anadilinin egemen olduğu bir mekân olan köy ile yine anadilinin egemen olduğu yayla arasında büyüyordu. Büyüklerimizin anlattığı ‘Türkçeyi okulda öğrendim’ hikâyelerinin arkasında işte bu durum vardır.

Bugün Hemşin yaylaları üretim alanı olmaktan ziyade geçici yazlık dinlenme merkezlerine dönüşmüş durumda. Çocuklarımız ulusal pazarın ortak dilinin egemen olduğu kentlerde yaşıyor ve köylere ancak çay tarımının yapıldığı dönemlerde geçici sürelerle gidiyorlar. Yaylalara çıkma süreleri haftalık ziyaretlerle sınırlanmış hatta bazı durumlarda artık günübirlik ziyaretlere dönüşmüş durumda.

Ulusal bir pazarı olmasa bile kendi kapalı ekonomi alanının olması dilin yaşamasının en önemli dayanağı gibi görünüyor. Devletin bütün tek dilci, asimilasyoncu politikalarına karşın dillerimizin bugüne kadar direnebilmiş olmasının en önemli nedeni de bu ekonomik alandı. Bugün dillerin yok oluşunun hız kazanmasının en önemli nedeni de bu ekonomik alanın kaybedilmesidir. İşin ekonomik boyutu yaşamın olağan akışı olarak değerlendirilebilir. Peki, bu durumda bizim yapmamız gereken nedir? Bu olağan akışa teslim mi olmalıyız? Yok oluşumuzu olağan mı karşılamalıyız?

Hemşinlilerin önemli bir bölümü bu akışa teslim olma eğiliminde maalesef. Dilin yaşamlarında ekonomik bir karşılığının olmaması, çoğunun yalnızca Hemşince konuşulan yerleşimlerde yaşamıyor oluşu, eğitim ve basın yayın alanında Hemşince ile çok sınırlı bir karşılaşma, resmi düzeyde dille hiçbir temasın olmaması kaçınılmaz olarak bu eğilime neden oluyor.

Bu durumu tersine çevirebilir miyiz?

Elbette yapabiliriz. Sorunun kaynağını ve çözüm yollarını doğru tespit edersek ve bir an önce harekete geçersek tabi. Yukarıda yazdıklarımızdan çıkaracağımız sonuçlar durumu tersine çevirmek için gerekli tutamakları verebilir belki.

Dilimizin yok olmasının en önemli nedenlerinden biri yüzyıllarca kendini yaşattığı mekânlarını yitirmesi. Buna karşı yapılabilecek en az iki şey var. Öncelikle köylerimiz ve yaylalarımızla bağlarımızı ne kadar azalmış olsa da sürdürmeliyiz ancak yaşadığımız her yerde, başta köylerimizin bulunduğu şehir merkezlerinde dilimizi kullanmaya devam etmeliyiz. Dükkânlarımız, kahvelerimiz, restoranlarımız, menülerimiz Hemşince ile dolmalı. İkinci olarak sosyal medya dilin yaşayacağı ikinci bir mekân olarak çok yoğun şekilde kullanılmalıdır. Coğrafi sınırları anlamsız hale getirerek sosyal medya mekânları Hemşinlileri uluslararası düzeyde Hıristiyanı, Müslümanı, Hemşince bileni bilmeyeni ile aynı mekânda buluşturuyor. Bu buluşmalar birbirlerinden öğrenmelerini ve kimliklerinin derinlik kazanmasını mümkün kılıyor.

Şehir mekânına yerleşen bir dil mutlaka basın yayın alanında da kendini göstermek zorundadır. Şehirliliğin olmazsa olmazlarından biri yazılı iletişimdir. Dolayısıyla dilin ölümünün önüne geçmenin en önemli yollarından biri onu yazılı olarak kullanmaktan geçer. Son yıllarda Hemşincenin yazılı hale gelmesi ile ilgili mütevazı çalışmalar yapıldı. Bunlar bugün için yetersiz görünüyorlar. Bu çalışmaların hızla artırılması gerekiyor.

Bugün ortaya çıkan tabloda yukarıda bahsettiklerimizin yapılabilmesini mümkün kılacak şey ise aslında siyaset alanında atılacak adımlara bağlıdır. Yer adlarımızı biz kendimiz kullanmalıyız ama bu asla yeterli olmayacaktır. Resmi olarak kabul edilmesini sağlamak gerekir. İlk adım olarak şehirlerimizde köy tabelalarımızın iki dilli olarak yapılmasını sağlayabiliriz. Dilimizin kullanımında ısrarcı olmalıyız ama bu yeterli olmayacaktır. Belediye hizmetlerinde dilimizin kullanılmasını sağlamamız gerekir. Çocuklarımıza dilimizi öğretmeliyiz ancak bu da dilimizi yaşatmaya yetmez. Hemşinlilerin yoğun yaşadığı yerlerde Hemşincenin okullarda öğretilmesini talep etmeliyiz. Bunun olabilmesi için öğretmen yetiştirilmesi dâhil olmak üzere.

Hemşince konuşmayı tercih ediyorum!

Sonuç olarak Hemşincenin yaşaması, işin akışına bırakılmamasına bağlıdır. Doğal bir kimlik olarak Hemşinlilik alan kaybetmeye devam ediyor. Artık dilin ve kimliğin yaşaması siyasal yapının aldığı, alacağı şekle çok daha fazla bağlı durumda. Doğal alanını kaybedince hızlı bir erime yaşaması, yaşamasına elverişsiz siyasal ortamın etkilerine daha açık hale gelmesinden kaynaklanıyor. Bu yüzden yok olmaktan kurtulmanın, yukarıdaki talepleri gerçekleştirebilmenin yolu da artık siyasal olarak da Hemşinli kimliğini savunmaktan geçiyor. “Hemşince konuştuğum için Hemşinliyim”in yanına “Hemşinli olduğum için Hemşince konuşmayı tercih ediyorum, yaşamın her alanında kullanabilmeyi talep ediyorum”u eklemek lazım.

Sayı: 2020 05
Yayınlanma Tarihi: 2020-05-02 00:00:00
Önceki İçerik‘Travmalarla başa çıkmanın en temel yollarından birisi kuşkusuz sanat’
Sonraki İçerikMerasimden direnişe 21 Mayıs
Mahir Özkan
Artvin İli Makriyal / Noğedi (Kemalpaşa ) ilçesinde 1978 yılında dünyaya geldi. Çukurova Üniversitesi Felsefe Öğretmenliği Bölümü'nden 1999 yılında mezun oldu. 2008-2011 tarihleri arasında Agos gazetesinde yayınlanan öyküleri 2014 Eylül'ünde 'Hemşin Öyküleri' adıyla Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. 2016'da Hemşince çevirisini yaptığı Küçük Prens, 'Bidzig Pirens' adıyla yine Aras Yayıncılık tarafından yayınlandı. Derlemelerini Uğur Biryol'un yaptığı İletişim Yayınları tarafından yayınlanan 'Karardı Karadeniz' ve 'Karadeniz'in Kaybolan Kimliği' adlı kitaplara makaleleri ile ve Leyla Çelik ile Elif Yıldırım'ın derlediği, Nika Yayınları tarafından yayınlanan 'Yeşilden Maviye Karadeniz'den Kadın Portreleri' adlı ortak kitaba bir öyküsü ile katkıda bulundu. 2009-2014 yılları arasında Norradyo adlı internet radyosunda 'Hemşin Öyküleri' adlı bir program hazırlayıp sundu. 2014 yılında bu yana yayınlanan Gor dergisinin yayın ekibinde yer alıyor. Evli ve bir kız çocuğu babası.