Bu kaçıncı sürgün: Suriyeli Çerkes sığınmacıların yaşama tutunma hikâyesi

0
25330

Suriye’deki savaş, Çerkesleri de bir kez daha yerinden etti. Türkiye’ye sığınanlar belki savaştan kurtuldu ama başka savaşlarla yüzleşti. Ayrımcılık, nefret söylemi ve dışlanma mustarip oldukları ortak sorunlardan birkaçı. Biri, içinde bulunduğu koşulları “Hapishanede gibiydim” diyerek tasvir ediyor. Bir başkası ise Araplara kıyasla ayrımcılığı daha az deneyimlediği için kendini “şanslı” görüyor.

Suriye’deki savaş milyonlarca insanı mülteci durumuna düşürürken 19. yüzyılda anavatanları Kafkasya’dan sürüldükten sonra bu ülkeye yerleştirilmiş olan Çerkesleri de bir kez daha yerlerinden etti. Nüfusu 100 bin civarında olan Çerkeslerin bir kısmı Golan-Kuneytra bölgesinden Şam’a geçerken Türkiye’ye gelenler ve Kafkasya’ya dönenler de oldu.

Savaşın üstünden yaklaşık 10 yıl geçti. 2011’den itibaren çatışmadan kaçan Suriyeliler hem ülke içine dağıldı hem de başta Türkiye ve Lübnan olmak üzere çevre ülkelere sığındı.

Savaşın başka coğrafyalara sürdüğü çocuklar ise mülteci oldukları ülkelerde büyüdü.

Mülteciler Derneği’nin verilerine göre, 11 Haziran 2020 itibarıyla Türkiye’de 15-24 yaş aralığındaki genç nüfusun 750 bin 757’sini Suriye uyruklular oluşturuyor. Bu sayı, toplam nüfusun %20,9’una tekabül ediyor. (https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/)

Suriyeli mülteciler, geçici koruma statüsü veya oturma izni ile Türkiye’de yaşamını sürdürüyor. Mülteciler Derneği’nin verilerine göre, Türkiye’de geçici koruma statüsüyle yaşayan Suriyeli mülteci sayısı 3 milyon 585 bin 198. (https://multeciler.org.tr/turkiyedeki-suriyeli-sayisi/) Oturma izni ile Türkiye’de bulunanlar ise Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 2018 yılı verilerine göre 99 bin 643 kişi.

Bunun yanı sıra, ülkede geçici koruma statüsü veya oturma izni olmayan düzensiz göçmenler de var. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 1 Ocak – 14 Ağustos 2019 arasında 21 bin 988 Suriye uyruklu düzensiz göçmenin yakalandığını belirtiyor. (https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-49150143)

Türkiye’ye gelen mülteciler içinde Suriye Çerkesleri de var

Çerkesler 1864 sürgününden sonra Osmanlı topraklarına dağıtılırken bir kısmı da Suriye’de hassas bölgelere yerleştirildi. 1878 Berlin Anlaşması’ndan sonra Balkanlardan çıkartılan Çerkeslerin bir kısmı da Suriye’ye dağıtıldı. Golan Tepeleri Çerkeslerin yerleştirildiği yerlerin başında geliyor. Burada 13 Çerkes köyü vardı. 1967’de İsrail işgaline karşı direnen Çerkesler yeni bir sürgün yaşadı.

Bugün Golan’ın kurtarılmış bölgesi Kuneytra’da (Baas kenti) Çerkesler yaşıyor. Şam’ın yanı sıra Halep ve Hama gibi yerlerde de Çerkes köyleri mevcut. 2011’de Kuneytra’daki bazı Çerkes köyleri Nusra Cephesi’nin eline geçince Çerkesler yine göçe maruz kaldı. Bazıları Şam’a, bazıları Türkiye’ye, bazıları da anavatan Kafkasya’ya gitti.

Mültecilik deneyimleri de diğer toplumsal olgular gibi yaşa, cinsiyete ve sosyoekonomik koşullara göre farklılaşıyor. Uyum, entegrasyon, sosyal yardım, sosyal dışlanma, ayrımcılık ve ırkçılık farklı ve benzer şekillerde tecrübe ediliyor. Türkiye’de yaşamını sürdüren Suriye Çerkesleri hakkındaki yazı dizisinin ilki olan bu yazıda, çocukluk ve gençlik yıllarında

Türkiye’ye gelen Hale, Simaza, Yara, Firas ve Janset* ile mültecilik deneyimlerini Jıneps Gazetesi için konuştuk.

“İnsanlar çok önyargılı ama burada Çerkesleri iyi biliyorlar”

Hale 2012 yılında, 10 yaşındayken ailesiyle birlikte Türkiye’ye gelmiş. Şimdi 2. sınıf üniversite öğrencisi. Geldiğinde 6. sınıfta olan Hale üniversite sınavına burada hazırlanmış. Hayatının hatırladığı kısmının daha çok Türkiye anılarından oluştuğunu söylüyor. Onu en çok zorlayan ise hiç dil bilmemek olmuş:

“İlk süreç zordu, özellikle Türkçe bilmediğim için” diyor ve ekliyor: “Ama insanlara Çerkes olduğumu söylediğimde bana güzel davrandılar. Bence Çerkes olmak Suriyeli bir mülteciye kolaylık sağlıyor. İnsanlar Suriyelilere karşı çok önyargılı, sadece televizyondan izledikleri kadarıyla biliyorlar. Çerkesleri ise iyi biliyorlar.”

Bu sebeple diğer Suriyeli mültecilere kıyasla daha az sorun yaşadığını belirtiyor.

“Yaşadığımız yer bombalandı ama biz bir şekilde hayatta kaldık”

‘Çerkes’ kimliğinin mültecilik deneyimindeki zorluğu bir nebze hafiflettiğini düşünen tek kişi Hale değil. Benzer şekilde Firas da Çerkes olmanın mültecilik deneyimini farklılaştırdığından bahsediyor. Bunun gerekçesi ise “Türkiye’dekilerin Çerkes olduğun müddetçe Suriyeli olmana çok aldırış etmemesi”.

Şam’dan Türkiye’ye gelişinin üstünden neredeyse 5 yıl geçmiş. Bir dönem Kayseri’de yaşamış olsa da şu an yeniden İstanbul’da. Yaşadıkları kasabanın bombalanmasının ardından ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Kendisine sıklıkla yönlendirilen suçlamaların başında “Suriyelilerin Türkiye’de yaşayanların iş imkânlarını çaldığı” yargısı geliyor:

“İnsanlar ne olursa olsun Suriyelilerden nefret ediyor. Bir keresinde biri benim yüzümden hastaneye bile gidemediğini söylemişti. Onun iş imkânlarını çalıyormuşum. Benim deneyimlediğimden çok daha fazla nefret söylemine maruz kalanlar oldu. Ben yine de şanslıydım sanırım.”

“Buraya savaş yüzünden geldim. Yaşadığımız yer bombalandı ama biz bir şekilde hayatta kaldık. Diğerleri bizim kadar şanslı değildi” diyor. Ülkeyi terk etmesinde başka bir nedeni de ekliyor: “Turizm bölümünden mezundum ama savaş başladığında her şey çöktü. Turist veya turizm yoktu, ekonomi kötüye gidiyordu. Yapacak hiçbir şeyim yoktu.”

“Kayseri benim için hapishane olmuştu”

Firas’ın ailesi ise hâlâ Suriye’de. Vizenin zorunlu tutulmasının ardından sınırdan geçememişler. Kendisine “Geri dönmeyi düşünür müydün” diye sorduğumda bunu Kayseri’de kaldığı zamanlarda düşündüğünü ancak Göç İdaresi’ne gittiğinde üniversite mezunu olduğu için Türkiye’den çıkmasına izin vermediklerini ve ona burada ihtiyaçlarının olduğunu söylediklerini anlattı:

“İş bulamıyordum, yaşayacak yerim yoktu, faturalarımı ödeyemiyordum, yiyecek almaya bile gücüm yetmiyordu. Dönmek istediğimi söyledim. ‘Ülkeden çıkman yasak’ dediler. İstanbul’a dönmeyi istedim, ona da izin vermediler. Hapishanede gibiydim. Kayseri benim hapishanem olmuştu. Ne kaçabiliyordum ne de içinde yaşayabiliyordum. Çok zordu. Yaşam böyle bir şey sanırım. Suriyeli olduğunda her yerden reddediliyorsun.”

Firas’ın İstanbul’dan Kayseri’ye gönderiliş hikâyesi ise İstanbul Valiliği’nin Temmuz 2019’daki Suriyeli sığınmacıların kayıtlı oldukları yerleşim yerlerine dönmeleri talimatıyla başlamış. İstanbul’daki işini bırakıp kimliğinde kayıtlı olan Kayseri’ye gittiğinde orada iş bulamamış, 6 ayın ardından “ne olacaksa olsun” diyerek İstanbul’a geri dönmüş, şimdi ise İstanbul’da iş aramaya devam ediyor.

2 yıl önceki Türk vatandaşlığı başvurusu ise uzun ve çetrefilli bir sürecin sonunda diğer mültecilerle birlikte reddedilmiş. “Bence başvurular siyasi karışıklıklar sebebiyle reddedildi” deyip ekliyor: “Sebebini sorduğumuzda bize bir gerekçe sunmadılar. Türkiye’de iyi bir yaşam için sahip olabileceğimiz tek şansımızı da elimizden aldılar. Bizden kurtulmak istiyorlar.”

“Mülteci mültecidir: Arap mı Çerkes mi ne fark eder?”

Türkiye’nin farklı şehirlerinden birindeki mültecilik deneyimini Jıneps Gazetesi’yle paylaşanlardan biri de Janset. Şu an 24 yaşında. Şam’dan Türkiye’ye geleli 8 yıl olmuş. Babası Kabardey, annesi Şapsığ. Türkiye’ye geldiklerinde buradaki Şapsığ köylerinden birine yerleştirilmişler.

“Merhaba demeyi bile bilmiyordum” diye ifade ediyor ilk zamanlarını. Şam’dan sonra köy yaşamına adapte olmakta zorluk çektiklerini söylüyor. Hakeza yaşıtlarıyla iletişim kurmakta da benzer sorunlar yaşamış: “Kardeşimin lisesi vardı, benim de okulum. Otobüsler geliyordu ve köylerden öğrencileri alıyordu. Suriye’de hiç yaşamadığım şeyler yaşadım, otobüste yaşıtım kızlar beni rahatsız ediyorlardı. Üstüme yürüyor, kötü davranıyor ve bana ne söylediklerini bile anlamadığım bir dilde hakaret ediyorlardı. Birbirimizi tanımıyorduk bile.”

Kaldıkları köyde ise yaşıtları yokmuş, yalnızca tatillerde ve yazın köye geldiklerini, geldiklerinde de onlarla çok iyi arkadaşlıklar kurduğunu söylüyor.

Çalışma koşulları da son derece zorlu. Yaşadığı yerde iş imkânı yok. İstanbul’a da gelemiyor çünkü kimlik kaydı başka şehirde: “Arapça, İngilizce ve Türkçe olarak üç dil biliyorum. Ama ne kardeşim ne babam ne de ben iş bulabiliyoruz. Hapishane gibi. Ne vatandaşlık veriyorlar ne iş. Sigorta da yaptırmıyorlar başka şehirden geldiğinde.”

Janset’e göre son dönemde ırkçılık artmış durumda. Bir spor salonuna yazılmak istediğinde “Biz salonumuza Suriyeli almıyoruz” diyerek kabul edilmediğini anlatıyor. Araplara yönelik ayrımcılıktan ise çok rahatsız. Hatta bu yüzden artık Çerkes olduğunu açıktan söylemediğini belirtiyor: “Çerkes olmayı sevmediğim için değil ama ben insan olduğum için bana iyi davransınlar. Bir yerde oturuyorduk, Suriyeliler hakkında konuşuluyordu, ‘Sen üstüne alınma’ dediler. Neden alınmayayım ki!”

Janset Çerkeslerin tarihinin sürgünlerle dolu olduğunu ve acıları paylaşmayı önemsediğini şu sözlerle ifade ediyor: “Bizim dedelerimiz mülteci değil miydi? Onlar da aynı zorlukları yaşadı. Mülteci mültecidir, Arap mı Çerkes mi ne fark eder? Şimdi Suriyelilerden ne istiyorlar?”

“Çocukluğum Suriye’de geçti ama artık hiçbir şey eskisi gibi değil”

Sürgün hissi Türkiye’ye daha 13 yaşındayken gelen Yara’nın da dillendirdiği bir his. Yara’ya göre bir yere ait hissetmenin kendisi zor. Bir yandan Kafkasya hikâyeleriyle büyümüş, diğer yandan Suriye içinde de dedelerinin göç ettiğini biliyor. Şimdi ise Türkiye’de. “Suriye’yi tabii ki özlüyorum” diyerek özlemlerini şöyle aktarıyor: “Çocukluğum orada geçti. Ama şimdi dönsem biliyorum ki hiçbir şey eskisi gibi değil. Geride bıraktıklarımı bulamayacağım. Benim oradan istediğim sadece kişiler, yer çok önemli değil, sadece önem verdiklerim.”

Yara şu an İstanbul’da yaşıyor, Bilgisayar mühendisliği bölümünde 2. sınıf lisans öğrencisi. Ama Suriye’de hâlâ iletişimde olduğu arkadaşlarından da bahsediyor. Yaşadıkları yerde savaş olmamış. “Sesler duyuyorduk, o kadar” diyor. O bölgede tamamen Çerkeslerin yaşıyor olması ise kültürün yaşanır olmasında önemli rol oynamış. Derneklerde toplandıklarından ve annesinin köyünde buluşup ceug yaptıklarından bahsederken bunun Türkiye’de biraz kaybolduğunu “Hep iç içeydik, samimiydik, yaşadığımız yerde herkes Çerkesti. Araplarla çok yakın da değildik” sözleriyle aktarıyor. Bunun sebebini ise İstanbul gibi kalabalık bir şehirde yaşamakla ilişik görüyor.

Yine de okul ve arkadaştan yana çok şanslı olduğunu ifade ediyor. Gittikleri okulda Suriyelilerin çoğunlukta olmaması da bunun etkenlerinden biri. Başlarda Türkçe bilmemek onu zorlasa da zaman içinde dili ilerletmiş ve adapte olmayı başarmış.

“Suriye düzeldi, neden dönmüyorsun, diyenler oluyordu”

Simaza’nın Suriye anıları da Yara’nınkine benziyor. Şu an 22 yaşında ve 2015’ten beri Türkiye’de. Türkiye’ye gelme gerekçelerinden biri burada Çerkes tanıdıklarının olması. 2 sene boyunca Abhazya’da yaşamalarına rağmen Türkiye’nin koşullarının daha iyi olduğunu düşünerek sonrasında İstanbul’a yerleşmişler. Suriye’den bahsederken derneklerden ve etkinliklerden arkadaşlarını anımsıyor. İçlerinden hâlâ görüştükleri varmış.

Simaza Türkiye Çerkesleri ile Suriye Çerkeslerini birbirine benzetiyor. Tek fark, Türkiye’de Çerkeslerin diğer halklarla daha iç içe olması. Hatta Janset de buna benzer bir kanaati kendi halasının evliliğinden bahsederken şu sözlerle açıklıyor: “Türkiye’de Çerkesler Türklerle çok evleniyor. Biz Suriye’deyken bir Arapla evlenmeyi aileler kabul etmezdi. Halam bir Arapla kaçtığı için ailesiyle 10 yıl kadar konuşmadılar. Türkiye’de Çerkes olsun olmasın, daha normal karşılanıyor.” Simaza bu ‘kaynaşma’ durumunu Türkiye’deki Çerkes sayısının fazla olmasına bağlıyor.

Hem Suriye hem Türkiye’de deneyimlenen Çerkeslik pratiklerinin benzerliğine rağmen çekinceler olmuyor değil. Simaza bu durumu “Kendimi daha buraya ait hissetmiyorum. Hatta Suriye’de yaşasam kendimi oraya ait de hissetmeyebilirdim. Çerkeslerin durumu karışık biraz” diyerek açıklıyor.

Konu Suriyelilere yönelik önyargılara ve ayrımcılığa geldiğinde Simaza da benzer deneyimlere sahip. “Tepkiler alıyordum. Bana soruyorlardı ‘Niye devletten maaş alıyorsun? Bizim askerlerimiz ölüyor, şehit oluyorken niye Suriyeli erkekler sahilde dolaşıyor?’ diye. Ya da ‘Suriye düzeldi, neden dönmüyorsun?’ diyorlardı. Çok değildi ama karşılaştığım şeyler oldu” diyor.

“Dedem hâlâ Suriye’deki Çerkes köyünde, orayı bırakamıyor”

Simaza, Suriye’den Türkiye’ye ailesiyle birlikte gelmiş. Ancak dedesi hâlâ Suriye’de. Dedesinden bahsederken oradan çıkmayacağını, evini, köyünü bırakamayacağını söylüyor: “Suriye’de Çerkes köylerimiz var. Dedem normalde Şam’da ama hep Bareka’ya (Çerkes köyü) gidiyor, eviyle ilgileniyor. Ağaçlarla, çiçeklerle ilgileniyor, ekiyor. Orayı bırakmıyor.”

Savaşın bitmesiyle köylülerden yavaş yavaş geri dönenler olmuş ama çok değil. Sebebi ise köyün tamamen harap olması. Şimdi eski haline getirmeye çalıştıklarını söylüyor Simaza. Ne kadar süreceğini ise kimse bilmiyor.

 

* Görüşülen kişi haberde adının geçmesini istemediği için Janset ismi kullanılmıştır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz