Kriz, OHAL ve doğa cinayetleri…

0
761

Doğa cinayetleri krizle atbaşı gidiyor. Neredeyse her güne en az bir doğa cinayeti düşüyor. Hükümetin 2008’den beri aşağı doğru giden ekonomiyi düzeltmek için girmediği macera kalmadı. Dışarıda kraldan çok kralcı saldırgan (emperyalist bile denebilir) politikalar (hatırlayalım, bir haftada Şam camiinde cuma namazı kılıyorlardı; şimdi de Libya’da devam ediyorlar!) izliyorlar, içeride de Gezi isyanı ve 7 Haziran seçim yenilgisinden itibaren hızlı bir şekilde “olağanüstü hal rejimi” getirerek, sermayeye kârlarını artırmak için yol açmaya çalıştılar, çalışıyorlar.

Dikkat ederseniz Türkiye’nin en büyük doğa cinayetleri bu OHAL koşullarında hayata geçirildi. 3. köprü, 3. havaalanı, Osmangazi Köprüsü, Akkuyu Nükleer Santralı inşaatının başlaması, Hasankeyf’i boğan Ilısu Barajı’nın açılması, iktidarın bir numaralı şirketi Cengiz Holding’in Artvin Cerattepe’deki siyanürlü madencilik faaliyetine başlamasını sağlayan iki gün süren askeri operasyon, Kazdağları’nda 500 bin ağacın Alamos Gold için katledilmesi… Demokrasi “buzdolabına kaldırılmadan” bütün bu projelerin hayata geçmesi kolay kolay mümkün olmazdı. Bu açıdan bakınca küresel olarak değişik biçimlerde süren kriz, tam da dedikleri gibi, iktidar için aynı zamanda bir fırsat olarak görülüyor.

Türkiye, Gezi isyanı ve 7 Haziran seçim yenilgisinden beri OHAL’i yaşıyor. “Dümdük söylersek”, 12 Eylül faşist rejiminden çıkmak vaadiyle girişilen “muhafazakâr devrim” neo 12 Eylül rejimini yarattı. Faşizmin Dimitrov tarafından yapılan en bilinen tanımı şöyledir:
Faşizm; finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür. Faşizm, egemenlerin işlerini demokrasi koşullarında hayata geçiremeyecekleri her koşulda başvurdukları bir yönetim şeklidir. Türkiye’de 70’lerden beri -zaman zaman gevşetilse de- faşizm hiç eksik olmadı. 70 ve 80’lerde yükselen toplumsal muhalefet faşizm ile bastırıldı. 80’lerin ikinci yarısından itibaren yükselen Kürtlerin isyanı da faşizmle bastırılmaya çalışıldı. 2008’den beri yükselişe geçen ve bu sefer doğusu batısıyla birleşik bir hal alan yeni toplumsal muhalefet de yine faşizmle bastırılmak isteniyor.

Bu siyasal tarihe eşlik eden bir de çevre tarihi var. Henüz ikisini bir arada okuyan/yazan bir çalışma olmadı. Tek istisnası Semra Somersan’ın 1993’te yayımlanan Türkiye’de Çevre ve Siyaset kitabıdır. Bunun için siyasi tarihi okurken bir de çevre hareketinin tarihine bakmak lazım. Eğer böyle bir çalışma yapılmış olsaydı muhtemelen şunu görecektik; Türkiye’nin her kalkınma ya da birikim rejimi dönemi “ucuz emek” ve “ucuz doğa” yaratmaya dayanır ve bu ancak OHAL koşullarında sağlanabilir ve de bu dönemler birer doğa cinayeti sezonudur. Tek bir alandan örnek vermek gerekirse, köylülüğün topraktan koparılarak tarımın kapitalistleştirilmesi süreci, tarımda kullanılan kimyasal ilaçların çeşitlerinin ve oranlarının hızla artırılarak verimin arttırılması ile paralel ilerler. Somersan’ın çalışması oldukça erken bir tarihte, 1993’te, OHAL rejimi ile çevre kirliliği arasındaki bağı kurması açısından öncü ve bugünü aydınlatan bir çalışmadır.

Bugün de kriz, OHAL rejimi ve doğa cinayetleri paralel ilerliyor. Şirketler için her türlü kolaylık sağlanırken merasını, ırmağını savunan köylünün karşısına jandarma dikiliyor. Sadece bu ay içinde olan olaylara bakalım. Bursa Yenişehir’e bağlı Kirazlıyayla’da meralarına, maden şirketinin atık ve flotasyon tesisi kurmasına karşı çıkan köylü kadınlar gözaltına alındı. Konya Ilgın ilçesine bağlı Çavuşçugöl’de tarlalarının kömür ocağı yapılmak istenmesine karşı direnen köylülerin üzerine yüzlerce jandarma gönderildi. Sakarya Karasu’da köylerinde taşocağına karşı çıkan köylüler gözaltına alındı. Manisa ili Salihli ilçesi Çapaklı Köyü yakınlarında kurulmak istenen biyogaz enerji santralına karşı nöbet tutan köylülere jandarma müdahale etti, köylülerden yaralananlar ve gözaltına alınanlar oldu. Ordu’nun Korgan ilçesine bağlı Çiftlik Köyü’nde yapılmak istenen hidroelektrik santralında (HES) köylülerin karşısına jandarma çıkarıldı. Kazdağları’nda yeni bir orman katliamı olmasın ve ruhsatsız bir şekilde alanı işgal eden Alamos Gold şirketi Çanakkale’yi terk etsin diye nöbet tutan direnişçilere 400 bin liraya yakın ceza kesildi. Direnişin yıldönümü için yapılmak istenen basın açıklamasına izin verilmeyerek 16 kişi gözaltına alındı. Direnişe destek vermek için gelenler Çanakkale’ye sokulmadı.

Buna karşın Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, 24 Ağustos’tan eylül sonuna kadar, 68 ilde 766 maden sahası yapılması için bir dizi maden ihalesi gerçekleştireceğini açıkladı. Bu ihalelerin yüzde 95’i altın ve gümüş arama faaliyetiyle ilgili. Halkın mücadelesi sonucu, mahkemeler tarafından iptal edilen bazı projeler OHAL koşullarında yeniden yapılmaya çalışılıyor. Zilan Deresi’nde, Yusufeli’nde, Korgan’da yapılmak istenen HES projeleri bunlara örnektir. Hem OHAL hem de korona salgını ortamında Kanal İstanbul Projesi için ihale yapılması, imar ve çevre planlarının hazırlanması da başka bir örnektir (Bu arada küçük bir duyuru yapmış olayım: Polen Ekoloji Kolektifi, her ayın ilk haftasında geçen ayın ekolojik yıkım raporunu yayımlıyor; polenekoloji.org sitesinden takip edebilirsiniz).

Kriz için yürürlüğe sokulan “olağanüstü hal rejimi”nin faturasını elbette halk ve doğa ödüyor. Hukuk yok, kural yok. Yoksa, mücadele var. Ve yaşam alanlarımızın şirketler tarafından tamamen yok edilmesini engellemek için başka çaremiz de yok.

Önceki İçerikDoğadaki internet
Sonraki İçerikKalp ve damar hastalıkları
Cemil Aksu
Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirdi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde yüksek lisans yaptı. Sudan Sebepler, Türkiye'de Neoliberal Su-Enerji Politikaları ve Direnişleri kitabının (Sinan Erensü ve Erdem Evren ile birlikte) ve Ekoloji Almanağı 2005-2017'nin (Ramazan Korkut ile birlikte) editörlüğünü yaptı. Birçok dergi, gazete ve internet sitesinde yazıları yayımlandı. Polen Ekoloji Kolektifi aktivisti.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz