Uzun zamandır zihnimi meşgul eden kadim isimlerden birisi. Ancak yazma için yeterince bilgiye erişmek ve kendi yorumumuzun da doğruluğundan emin olmak adına yazmayı hep erteledim. Sadece Mûsâ ismi değil, İdris, Nuh, Lut, Şuayip, Eyüp isimleri de öyle.
Toplumlar kendi içlerinden çıkan kahramanları olumlu adlandırmayı, onu düşman bilen taraf da olumsuz adlandırmayı mütemadiyen benimsemiştir. Herkesçe bilinen iki tarihi şahsiyet, konunun anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Toplum, Sultan II. Mehmet’in İstanbul’u fethetmesinden dolayı Fatih unvanını isim olarak kullanmıştır. Sultan I. Selim için de baskıcı, acımasız, kötü anlamına Yavuz adıyla anmıştır. Ancak günümüzde farklı bir anlam kazandırılmış olması tarihsel olguyu değiştirmez.
Konumuz, Mûsâ kelimesi. Kelimelerin etimolojik çözümlemelerini yaparken mutlaka dikkat ettiğimiz temel ilkelerimizi bir kez daha hatırlatalım.
Bir kelimeyi köken olarak dayandırdığımız kelimeyle;
1- Kelimeler arasında ses birliği ya da ses akrabalığı bulunacak.
2- Kelimelerin anlamları aynı olacak ya da yakın anlamlı olacak.
3- Kelime, olguyu ya da olayı tanımlar nitelikte olacak.
4- Kelime, tarihi olayla doğrudan ilişkili olacak.
5- Kelime hangi dil eksenli yorumlanıyorsa o dilin gramer yapısına yani dil bilgisi kurallarına uygun olacak.
Bunların dışında, kelimelerde olabilecek ses ve anlam değişimlerinde azami özen gösterilmelidir.
Konumuzu işlerken gerekli olan dilbiliminin bu temel gereksinimlerini verdikten sonra kelimenin sahibi Hz. Mûsâ’nın serüvenini iyi irdelemek ve satır aralarında kalan noktaları açığa çıkarmak gerekmektedir.
Hz. Mûsâ ile ilgili kaynakların tamamı İbrahimî dinlere dayanır: Tevrat, İncil ve Kur’an-ı Kerim. Haliyle hem Yahudilik hem Hıristiyanlık hem de İslamiyet’le ilgili kaynaklarda sıkça ilgilenilmiştir. Hz. Mûsâ her üç dinde de büyük peygamberlerden biri olarak kabul görmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, Mûsâ’nın adı 136 defa geçmektedir. Allah’ın sesli olarak doğrudan konuştuğu tek elçi olarak bilinir. Yakup peygamberin soyundandır. O, Aşağı Mısır (Antik Mısır) Goşen bölgesinde dünyaya gelmiş. Babası: İmran, Anne: Yockobed, Kardeşi: Harun. Kız kardeşi: Miryam.
İsrail oğulları eski Mısır’da büyük bir baskı altında esir yaşadıkları dönemi Kur’an, “Firavun Mısır toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz buluyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardan idi” (El-Kasas, 4)
“…Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler” (El-Kasas, 8) şeklinde dile getirmektedir.
Böylesi bir ortamda Firavun, bir gece rüyasında Beyt-i Makdis’te (Kutsal Topraklar) bir ateşin çıktığını ve Kıptîlerin evlerini yaktığını, ancak İsrail oğullarına bir zarar vermediğini gördü. Rüyayı tabir ettirdi. Rüya tabircileri ona, “Benî İsrail’den bir çocuk çıkacak ve senin saltanatını yıkacak!” dediler. Bunun üzerine Firavun, İsrail oğullarından doğacak tüm çocukların katledilmesini emretmiştir. İlerleyen zaman içerisinde çalıştırılan erkek sayısında azalmanın görülmesi üzerine katliam yıl aşımı olarak uygulanmaya başlamıştır. Mûsâ doğduğu yıl katliam yılına, kardeşi Harun doğduğu yıl katliam yapılmadığı yıla denk gelmiştir. Mûsâ, Firavun askerlerinden saklanamaz hale gelince sepete konur ve Nil Irmağı’na ya da denize bırakılır. Kur’an, “Mûsâ’nın annesine: ‘O’nu emzir! Kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde O’nu denize bırakıver! Hiç korkup kaygılanma! Çünkü Biz, O’nu sana geri vereceğiz ve O’nu peygamberlerden biri yapacağız’ diye bildirdik.” (El-Kasas, 7) şeklinde açıklar.
Mûsâ, Firavun’un eşi veya kızı tarafından denizde bulunur ve saraya alınır. Mûsâ, sarayda sıkı bir eğitimden geçirilir. Prof. Ömer Faruk Harman, İslam Ansiklopedisi ‘MÛSÂ’ maddesinde Mûsâ’nın eğitimini detaylı bir şekilde aktarır. “Yahudi geleneğine ve Kitâb-ı Mukaddes’e göre (Resullerin İşleri, 7/22) Mûsâ aristokratlara has bir eğitim almış, dönemin en kültürlü halkı olan Mısırlılar’ın bütün ilimlerinde yetiştirilmiş ve gerek sözlerinde gerekse işlerinde kudretli bir kimse olmuştur. Asur, Kalde ve gizli Mısır öğretisi dahil olmak üzere Mûsâ’nın öğrendiği bütün ilimleri Philon sıralamakta, kralın torunu ve tahtın vârisi diye kabul edilen, zenginlikler ve eğlenceler arasında mütevazı ve iffetli olarak kalan ve bir filozof gibi hayat süren bu gencin faziletinden övgüyle bahsetmektedir. Mûsâ, tahta yakın bulunması sebebiyle devlet yönetiminde üst görevler için yetiştirildiğinden kuvvetle muhtemeldir ki Mısır hiyeroglifi yanında çivi yazısını da öğrenmiş ve askerî, siyasî, idarî, diplomatik alanlarda yetişmiştir” (NDB, s. 503). Josephus’a göre Firavun, Mûsâ’yı Habeşistan seferinde ordunun başına getirmiş ve Mûsâ zafer kazanarak geri dönmüştür (Mangenot, DB, IV, 1192).
Ö.F. Harman Hoca, aynı kaynaktan bizi ilgilendiren önemli bir bilgi aktarmaktadır: “Josephus’a göre kız Mûsâ’yı Firavun’a götürerek tahtın vârisi olmasını önermiş ve kralın kucağına oturtmuştur. Kral onu kucaklamış, tacını başına koymuş, ancak çocuk krallık tacını atıp çiğnemiş, bu da Mısır için müstakbel bir kötülüğün işareti sayılmıştır” (Mangenot, DB, IV, 1191).
Uzun anlatısı olan Mûsâ’nın hayatıyla ilgili anlatılacak çok şey var. Ancak bizim konumuz Mûsâ kelimesinin etimolojisidir.
Ö.F. Harman Hoca’nın İslam Ansiklopedisi’nin Mûsâ maddesindeki güzel çalışmasını müdahalesiz aşağıya alıyorum:
“Mûsâ adının İbrânîce’deki karşılığı Moşeh olup kelimenin menşei tartışmalıdır. Tevrat’ta nakledildiğine göre Firavun’un kızı onu sudan çıkardığı için kendisine bu adı vermiştir (Çıkış, 2/10). Buna göre Moşeh kelimesi, İbrânîce’de ‘çekip çıkarmak’ anlamına gelen ve Eski Ahid’de nâdiren kullanılan (II. Samuel, 22/17; Mezmur, 18/16) ‘mşh’ (maşah) kökünden gelmektedir. Ancak bu durumda ismin Maşui olması gerekir ki bu takdirde Moşeh kelimesindeki ‘o’ harfinin izahı mümkün olmaz. Ayrıca Moşeh’in geçişli hali ‘kurtarılmış’ değil ‘kurtarıcı’ anlamındadır” demekte ve kelimenin kökeninin İbranice ile ilgili olduğu görüşleri benimsememektedir. Bu karşı çıkışı İbranicenin, Firavun sarayında bilinmediği gerçeğiyle de desteklemektedir. Mantıken de Firavun ailesinde birilerinin, kölelerin kullandığı bir dili bilmeleri gibi bir durum çok mantıklı görünmemektedir.
Hoca etimolojik tahlilini gramer yönünden de reddetmektedir: “Öte yandan Firavun’un kızı İbrânîce konuşmadığı için Mûsâ kelimesine Tevrat’ta belirtilen anlamı vermiş olamaz; dolayısıyla söz konusu türetme doğru kabul edilmemektedir.”
Etimolojik tahlilde tarihi veriler de atlanmamış: “Mûsâ kelimesinin Ras Şamra tabletlerinde rastlanan İbrânîce ‘m(w)ş’ kelimesiyle alâkalı olabileceği ileri sürülmüşse de araştırmacıların çoğu kelimenin Mısır kökenli olduğuna kanidir. Nitekim Hz. Îsâ zamanında İskenderiye Yahudileri de bu kanaatte olduklarından kelimeye Kıptîce bir menşe aramışlardır. Yahudi filozofu Philon ve tarihçi Josephus, Mûsâ kelimesinin Kıptîce ‘mô (su) ve uşa’ (kurtarmak) kelimelerinden türediğini söylemişlerdir. XIX. yüzyıl Mısır bilimcileri kelimenin kökünün Kıptîce olduğunu kabul etmekle beraber anlamı konusunda farklı bir açıklamayı benimsemişlerdir. Bunlar, Grekçe’si Moses olan Moşeh kelimesinin menşeinin Touthmosis (Touthmes, Touth’un oğlu), Ahmes (Ah’ın oğlu) ve Ramesses (Ramses) gibi firavun isimlerinde de bulunan, Kıptîce’de ‘çocuk doğurmak’ anlamındaki msj kökünden türeyen ‘çocuk’ mânasındaki mes olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu yoruma da itiraz edilmiş, ancak diller arasında harf değişikliğinin normal olduğu, dolayısıyla Kıptîce’deki ‘s’nin İbrânîce’ye ‘ş’ olarak geçtiği göz önünde bulundurularak Kıptîce’deki mes(j) kelimesinin bazı kitâbelerde mş diye yazıldığı belirtilmiş, böylece Moşeh kelimesinin Kıptîce bir kökten geldiği kanaati benimsenmiştir. Mısır bilimcilerin çoğu, Moşeh kelimesinin Mısır dilinde ‘çocuk’ anlamındaki mes/mesu kelimesinin farklı yazılmış şekli olduğunu kabul etmektedir. Kıptîce’de bu kelime yalnız başına veya Amosis, Tuthmosis gibi isimlerde olduğu gibi birleşik halde kullanılmaktadır. Ancak Firavun’un kızının mes kelimesini tek başına mı yoksa bir tanrı adıyla birlikte mi kullandığı bilinmemektedir” (Mangenot, DB, IV, 1191; Cazelles, DBS, V, 1320; EJd., XII, 372, 379). Burada da kesin bir ittifak söz konusu değildir.
Arapça kökenli bir kelime olduğu görüşü ise çok sağlıklı görünmemektedir. Aslında bu dönemde Arap toplumu ve Arapçanın açık, bugünkü gibi belirgin bir yapıya sahip olup olamadığı konusunun da irdelenmesi gerekmektedir.
Ö.F. Harman Hoca şu bilgilerle devam etmektedir: “Arap dilcileri de Mûsâ kelimesinin menşeini tartışmışlardır. Kelimenin aslının İbrânîce ‘su’ anlamındaki mu ve ‘ağaç’ anlamındaki şa’dan oluşan Moşa olduğu, su ve ağacın yanında veya sudaki bir sandık içinde bulunduğu için Mûsâ’ya bu adın verildiği belirtilmektedir (Mevhûb b. Ahmed el-Cevâlîkī, s. 567-568). Câhiliye döneminde Araplar arasında Mûsâ ismi kullanılmıyordu, bu isim İslâm’ın gelişinden sonra yaygınlaşmıştır” demektedir.
Üstada göre, Mûsâ kelimesinin hem İbranice hem Kıptice hem de Arapça ve Yunancadaki tahlilleriyle bu dillerden hiçbirine ait bir kelime olmadığı anlaşılmaktadır.
Bizim görüşümüz ise şöyledir:
Mûsâ “Josephus’a göre kız Mûsâ’yı Firavun’a götürerek tahtın vârisi olmasını önermiş ve kralın kucağına oturtmuştur. Kral onu kucaklamış, tacını başına koymuş, ancak çocuk krallık tacını atıp çiğnemiş, bu da Mısır için müstakbel bir kötülüğün işareti sayılmıştır” (Mangenot, DB, IV, 1191). Bir düşünün Firavun gibi kendisini ilah olarak gören ve halka da bu görüşün benimsetildiği, halkın köle olarak çalıştırıldığı Firavun sarayı gibi bir yere gireceksiniz, Firavun’un kucağında size giydirilen tacı yere atacaksınız, onu yere atıp çiğneyeceksiniz, Firavun’un sakalından kıl/lar koparacaksınız. Üstelik bu eylem tahta vâris görülen, sarayda büyütülüp eğitilen bir çocuk tarafından işlenirse ne olur? Büyük bir başkaldırı… Otorite yerle yeksan… Eminim ki herkes şaşkın ve sinmiş durumdadır. Bu durumda en hafif tabirle;
Türkçedeki ‘terbiyesiz’ kelimesini kullanırsınız. Terbiyesiz yani 1. Terbiyesi olmayan. 2. Topluluk kurallarına aykırı davranan.
Arapça: قلة الادب (kalet el edep): edep yoksunu. Latince: Rude, Yunanca: Agenis, İbranice: Gas ruwaxh, Adigece (Çerkesçe): Mıse (Мысэ)
Adige dilinde, Mıse (Мысэ) kelimesi, 1. Topluma alışık olmayan 2. Ayıplanan 3. Terbiye almamış. 4. Yabani, gibi anlamlarda kullanılabilmektedir.
Adige dilinde fiilimsilerin olumsuz şekilleriyle isimlerin ‘değildir’ olumsuzluk anlamları ‘mı: мы’ olumsuzluk önekiyle yapılır. Örneğin. Pişmemiş yemek için ‘mı-jops’ denir. İnsan değildir derken de ‘mı- ts’ıf’ denir.
Se (сэ): Şahıs zamiri olan ‘O’ kelimesinin dışında fiil olarak ‘alışmak, terbiye olmak, meyletmek’ benzeri anlamlara gelmektedir. Ğe-sa-ğ: eğitilmiş, terbiye almış. Nı-se: Anneliğe meyletmiş, gelin. Ye-se-n: bir şeye alışmak. Mastar. Mıse: yabani
Peki Mûsâ’nın tavrı da Firavun’un sarayında, sarayın kurallarına göre tam da bir yabani, alışmamış, terbiyesiz vs. değil midir?
Mûsâ kelimesi Kur’an’da anılan kadar Araplar tarafından bilinmemektedir. Öyleyse kelime zaten Arapça olamaz. Ancak kelime Mose ya da Mıse (sondaki E sesi kısa okunmaktadır) daha doğru bir ifadedir. Kelimenin Mûsâ şeklinde ‘U’ sesiyle yaygınlaşmasının Arapçada ‘O’ sesinin olmayışı, olsa bile hareke kullanılmaya başlandıktan sonra ‘O’ sesini kaybetmiş olmasından kaynaklanıyor olsa gerekir.
Sosyolojik olarak da Firavun’u ve saltanatını hedef almış bir inkılapçıdan sarayın tacı giymesi beklenemez. Mûsâ da ‘mıse’ davranışıyla bu sıfatla ünleniyor ve bu sıfat da isim olarak ona yapışmıştır. Aslında bu özelliğin kaybolması da Mûsâ’nın (Mıse’nın) tarihi vasfını yitirmesi demek olur ki bu da kabul edilebilir değildir.
Ayrıca Mûsâ’nın elçilik görevini aldıktan sonra saraya girişi de aynı şekilde düşünülebilir. Ancak bu durumda şu soru akla gelmektedir: Bu zamana kadar Mûsâ isimsiz miydi? Elbette o zamana kadar Mûsâ’nın bir ismi olabilirdi, ancak bu sıfatı aldıktan sonra unutulmuş olması da mümkündür. Ben ilk yorumumuzun doğruluğu kanısındayım.
Bütün bunlardan sonra sorulması gereken soru, Mûsâ kelimesinin etimolojisi Adigece Mıse kelimesine dayanıyorsa bu Kıpti diline nasıl geçmiş olabilir? Elbette ki önemli bir soru. Bunu cevaplamak için öncelikle Adigelerle ilgili zihni algımızı düzeltmek lazımdır. Öncelikle Adigelerin Ad kavminden Nuh’a dayanan bir geçmişleri var. İkincisi, ses zengini ve seste anlamları olan, ilksel dil olmanın tüm özelliklerine sahip bir dile sahipler. Bir diğeri ise Adigelerden koparak Anadolu’da ilk yerleşkeleri kuran Hatti ve Hititlere akraba. Eski Mısır ile Hititlerin ciddi ilişkileri var ve Kadeş Anlaşması gibi tarihin ilk yazılı anlaşmasına birlikte imza atmışlar ve politik evlilikler yaparak ciddi ilişkiler kurmuşlar. Ayrıca Firavun hanedanının saray dili ile Kıpti dilinin aynı olmadığı görüşleri ciddi araştırma gerektiren bir konudur. Son olarak Adigece ile Hititçedeki yakınlıktan çok Eski Mısır’la ilgili kelimelerle ciddi benzerlikler vardır. Bu konudaki çalışmalar henüz zaman istemektedir.
Mûsâ kelimesini Adigece irdelerken kelimenin ses birliği, anlam birliği, gramer yapısına uygunluğu ve tarihi hadiseyle doğrulanıyor oluşu itibariyle tezimiz en akılcı, en gerçekçi ve doğrusu olarak gözükmektedir. Umuyorum ki bu tarihi büyük isme olumlu bir katkımız olmuş olsun.