Bol oyunlu ve masallı çocukluktan arkeolojiye uzanan bir yaşamöyküsü

0
1972
Eylül ayında bir video düştü haber sitelerine, TV kanallarına: “Tunceli merkez ve ilçelerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle 5 yıldır arkeolojik yüzey araştırmaları yürüten Düzce Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yasemin Yılmaz ve ekibi bu yılki çalışmaları esnasında Ovacık’ta orta/üst paleolitik ve epipaleolitik döneme ait yontma taş aletlere ulaştı.”
Daha önceki yıllarda aldığımız haberler gibi heyecanlandık yine çünkü buluntuların değerinin ötesinde bu çalışmayı yürüten ailemizden biri, hem de çok eski bir dostum, arkadaşım…
Eğitim yıllarından itibaren katıldığı tüm kazılarda aynı heyecanı yaşadık birlikte; Aşıklı Höyük’te, Ayanis Kalesi’nde, Horum Höyük’te, Menekşe’de, Çayönü’nde, Nahçıvan’da, İstanbul’un tarihini değiştiren kazılarda…
Fransa’da sürdürdüğü çalışmalarla birikimini artırırkenki çabasına tanık olduk, doktora tezini iki dille sunmasından gurur duyduk. Biraz da antropoloji ortak noktamızdan dolayı sohbetlerimizin çoğu bu dünyaya dair oldu. Aslında mesleği üzerine söyleşmek epeydir aklımızdaydı, Ovacık’taki buluntular buna vesile oldu.

-Yasemin Hocam öncelikle kutluyorum. Jıneps okurlarının bir kısmı Yenikapı kazılarındaki mihmandarlığın vasıtasıyla biliyor çalışmalarını, ancak bu fırsatı kaçıranlar için anlatır mısın, nerede doğdun, eğitimin, arkeolojiyi ve branş olarak kemik üzerine çalışmayı seçmendeki etkenler…
-Kayseri-Pınarbaşı-Karakuyu Köyü’nden Tokmak Nesibe ve Hajbeviko Emin’in 7. çocuğu olarak hayata başladım. Şanslı bir başlangıç; beş abi, bir abla… İlkokul ve ortaokulun ilk iki yılını köyde okudum. 3-4 sınıfın bir arada olduğu ilkokulda şenlikli bir eğitim, bol oyunlu, masallı bir hayat. Aslında hayatım boyunca çok okumayı düşünen birisi olmadım. Asıl ilgi alanım muhabbet ve gezme tozmaydı. Ama işte bazı meslekler siz kurgulamasanız da hayatınıza düşüveriyor, arkeoloji de benim için öyle oldu.

“Vefa Lisesi’ndeki felsefe grubumuz, düşünce dünyamı şekillendiren önemli bir aşamaydı”

Annemin çocuklara harika bir yaklaşımı vardı bence; bizi kimselerle kıyaslamadan, kendimize has özelliklerimize değer verdiğini hissettirerek yetiştirdi. Ona her daim minnettarım. Bu rahatlıkla kendimi pek yormadan bir eğitim hayatı geçirdim. İstanbul Vefa Lisesi mezunuyum. Köyden İstanbul’un tarihi yarımadasına geçiş biraz sancılı olsa da süreç içerisinde adapte ve kentin tadına vararak geçti gençlik yılları. Liseyi edebiyat bölümünde okudum. İyi bir felsefe hocamız vardı. Lise 1’den başlayarak üç yıl boyunca her hafta bir gün toplanıp okuma yaptığımız dört kişilik felsefe grubu, düşünce dünyamı şekillendiren önemli bir aşamaydı.
Okumanın ve düşünmenin kolektif yapıldığında ne kadar üretken ve keyifli olduğunun farkına vardığımda felsefe okumak istedim. Ama tesadüfle yer kaydırıp felsefe yerine Hacettepe Arkeoloji bölümünü kazandım. İlk yıl okuduktan sonra dikey geçiş yaparım derken sevdim bölümü, dikey yerine yatay geçiş yaparak İstanbul’a döndüm. Ankara’ya hiç ısınamadım. Lisansta kazılar bana bölümü iyice sevdirdi. Lisansın son yılı, İstanbul Prehistorya bölümünden Prof. Dr. Aslı Özdoğan’ın Tekirdağ’daki öğrenci eğitim kazısı olan Menekşe Çatağı mesleki açıdan yolumu değiştirmemi sağladı ve beni bugüne taşıdı…

-Eğitimin esnasında önce dil ve mesleki bağ ile başlayan Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü dönemi hedeflerin açısından önemli bir kapı açtı, değil mi…
-Kesinlikle tesadüflerle gelen güzellikler… Aslı Özdoğan’la birlikte gittiğim Kastamonu Yüzey Araştırması’na Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nden Catherine Marro ve Aksel Tibet katılmıştı. Bakanlık temsilcisi ise Mehmet Akif Işın’dı. Yıllardan 1997… O yıl üniversiteyi bitirip 8 yıllık eğitime geçiş vesilesiyle bize tanınan öğretmenlik hakkına başvurma planlarıyla son bir araştırmaya gitmiştim. İki araba çıkıyorduk eski yerleşmeleri aramak için; ben, Catherine ve Akif Abi’nin arabasına düştüm. Bol sohbet, harika ve zorlu bir doğada eski yerleşimleri bulma çabası…
Araştırmanın sonlarına doğru Catherine neden arkeolojiye devam etmediğimi, yüksek lisans yapmayı neden düşünmediğimi sordu. Çalışmam gerektiğinden ve pedagojik formasyon aldığım için öğretmen olma hakkından bahsettim. Birkaç gün sonra bana enstitüsünün yüksek lisans ve doktora için bursları olduğunu, eğer devam etmek istersem bu burslarla ilgili daha fazla bilgi vereceğini, arkeolojide iyi olduğumu ve devam etmem gerektiğini söyledi. Aksel de Fransızca konusunda destek sözü verince… Derken hatırlarsan sonra konuyla ilgili birçok sohbet… Ailemin, sevgili dostum İsmail Bektaş’ın ve diğer arkadaşlarımın motivasyonu ve desteğiyle; Fransa, Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, Fransızca giriverdi hayatımıza…
O dönem enstitünün müdürü Stefanos Yerasimos’tu, kısa bir süre sonra müdür yardımcısı olarak Catherine Marro atandı. Yüksek lisans ve doktora boyunca burslarıyla eğitim aldım. Sürece etkisi olan herkese sonsuz teşekkürler…

Anadolu prehistoryasının önde gelen üç ismiyle yüksek lisans sınavı…

-Bir de tezlerin bizim için gündemdi hep. Yüksek lisansta Aşıklı’da, doktorada Çayönü’nde yaptığın çalışmalar ailenin en küçük bireyinden en yaşlısına kadar radarımızdaydı. Biraz o süreci de anlatır mısın…
-O süreç… En çok stresini çeken ve satır satır iki tezi de okuyan sensin. Bir başka röportajın konusu da senin değerlendirmelerin olsun bence.
Yüzey araştırması sonrası Fransızca kursuna başladım ve Prof. Dr. Nur Balkan-Atlı ile tanıştım. Yüksek lisans (YL) ve doktorada danışmanlık yapan sevgili hocam, zamansız ayrıldı aramızdan. Her zaman benimle…
İÜ Prehistorya Anabilim Dalı’nda yüksek lisans yapmaya karar verdim. O zamanlar anabilim dalı başkanı olan Prof. Dr. Ufuk Esin aynı zamanda Aşıklı Höyük kazı başkanıydı. YL sınavından önce Aşıklı Höyük kazısına katıldım. Ancak ilk girişte sınavdan elendim. 1999 yılında ikinci girişimde YL’ye alındım. O sınavı hiç unutamıyorum… Anadolu prehistoryasının önde gelen üç ismi; Prof. Dr. Ufuk Esin, Prof. Dr. Güven Arsebük ve Prof. Dr. Mehmet Özdoğan ile sözlü sınav… Önce yazılı sınavda Mustafa Cemal’in eski toplumları konu edinen “Eşitlikçi Toplumlar” kitabını değerlendirmiştim. Bu değerlendirme sanırım onları biraz şaşırtmış, nedenini hâlâ anlayamadığım biçimde, sözlüde kitabın içeriğinden ziyade, lisedeki felsefe öğretmenimin adını sormuşlardı.
YL’de ders sürecinden sonra hangi alanda uzmanlaşmak istediğimi düşünmeye başladım. Hacettepe’de ilk yıl Yılmaz Selim Erdal’dan (şimdi Prof. Dr.) insan osteolojisi ve antropoloji dersleri almıştım. Yazın da İznik Tiyatrosu’ndaki kazıya Yılmaz Hoca’yla giderek mezar kazmıştım ve aklımın köşelerinde bu konu hep kalmıştı. Senin de yüksek lisansın büyüme gelişme; altyapısında osteoloji var, bilirsin… Biraz ilginç; ‘içimizde oturan’ kemiklere aslında ne kadar yakın ve ne kadar uzağız. YL’de ölü gömme, biyolojik analiz gibi bir konuda çalışabilirim diye düşünmeye başladım.
Tam da o sıralarda Çayönü’nde bulunan ve literatüre “Kafataslı Bina” olarak geçen ölüler evindeki insan kemikleri üzerine Fransız antropolog Françoise Le Mort’un analizler yapacağı ve eğer istersem onunla birlikte çalışabileceğimi söyledi Aslı Hoca. İyi bir fırsat; Fransızca pratik ve yeni bir yaklaşımla yapılacak analizlerde ‘çıraklık’. Böylece “Arkeotanatoloji” denen yöntemle tanışmaya başladım. Françoise harika bir ustaydı. Bana yöntemin genel hatlarını açtı, kalıntılara nasıl uyarlayacağımı öğretti. Ancak yöntemin sadece laboratuvarla sınırlı olmadığını; mezarları kazarken, belgelerken de uygulanması gereken teknikler olduğundan bahsetti ve yöntemin kurucusu Prof. Dr. Henri Duday’ın dünyanın dört bir yanından gelen arkeologlara, antropologlara yöntemi öğrettiği teorik ve pratik kurslarından bahsetti.
İstanbul’a dönüşte konuyu Nur Hoca’ya açtım, Henri Duday’ın İstanbul’a gelerek seminer verdiğini; eğer yetiştirmek istedikleri birisi olursa kurslarına kabul edeceğini söylediğini ve eğer istersem Henri Duday’a yazabileceğini söyledi. Afalladım. İşler o kadar hızlı ilerledi ki 1999 yazında kendimi Duday’ın kurslarında buldum.
Peşinden bir ay hiç aralıksız çalıştığımız yöntem kazısına katıldım. Dönüşte de Aşıklı Höyük gömütleri konusunda tez konusu belirlendi ve başladım. YL devam ederken 2000 yılında Paris İnsanlık Tarihi Müzesi’nde (Museé de L’homme) staja gittim.

Paris Antropoloji Topluluğu’nun sempozyumunda sunum…

Paris’te olduğum dört ay boyunca, yavaştan ‘Doktorayı Fransa’da yapsam mı’ düşüncesi oluştuğundan Sorbonne Üniversitesi’nin Fransızca kurslarına da devam ettim ve böylece doktora yapmak için istenen dil sertifikasını da almış oldum.
Paris’te kalmak harikaydı. Orada ayrıca hiç unutamadığım bir deneyim geçirdim. Paris Antropoloji Topluluğu’nun (La Société d’anthropologie de Paris – SAP) yıllık sempozyumu o yıl Paris’te Musee de l’homme’da olacaktı. Françoise “Sen de YL tezinin ilk sonuçlarıyla ilgili bir bildiri sunsan güzel olur” diyerek beni kaydettirdi. Daha önce en fazla iki sunum yapan ben, acemi cesaretiyle gayet rahat sunuma hazırlandım. Program açıklandığında ilk günün ikinci konuşmacısı olduğumu görünce epey şaşırdım. İlk gün açılış, protokol ve en önemli sunumlar olur. Oditoryum devasa bir yer. Françoise, o yıl sunum yapacak en genç araştırmacı olduğumu, SAP’ın geleneğine göre açılış günü ilk sunumu en yaşlı, ikinci sunumu ise en genç araştırmacıya verdiklerini ve bana sürpriz yaptığını söyledi. Tahmin edersiniz, sabaha kadar uyumadım.
Oditoryuma girdiğimde ölüyorum sandım… Ama adım anons edilince çıktım, o zamanlar görüntü aktarımı için asetatlara bastırılan fotoğraflar tepegöze konularak gösterilirdi, bir yandan asetatları kaydırmadan, karıştırmadan değiştirdim, diğer yandan Fransızca konuştum. Önümdeki yazılı kâğıda bakamadım. Söyleyeceklerimin yarısını söylemeyi unutmuşumdur diyerek sunumu bitirdim. Françoise şaşkındı. Hiç kâğıda bakmadan eksiksiz yazılanları söylemişim, galiba sunumu ezberlemişim. Paris dönüşü hatırlarsan ek süre vermedi Sosyal Bilimler Enstitüsü ve sizde sabahlayarak tamamlayıp yüksek lisansı verdik.

Yeğenden uyarı: “Bu tez bitmezzz…”

-Ve sonra doktora…
-Evet, 2002’de Prehistorya Anabilim Dalı’nda doktora… Çayönü’nün ünlü “Kafataslı Bina”sında bulunan insan kemiklerinin arkeotanatolojik metoda göre analiz edilerek mekânın kullanım biçimi ve sürecinin yorumlanması ve çifte doktora macerası… İstanbul’da Prehistorya’da ve Bordeaux Üniversitesi’nde biyolojik antropoloji; iki danışman: Nur Hoca ve Henri Duday; Türkçe ve Fransızca yazılacak iki tez… Canım yeğenlerimden Özgür’ün masanın altından kafasını uzatarak “Yaşos, maalesef sana kötü bir haberim var: Bu tez bitmezzz” diyerek bana derin bakışları… İki üniversitede öğrencilik yapmak harikaydı. Ankara’ya gidip insan kemiklerini İstanbul’a getirme süreci; Prof. Dr. Metin Özbek’e bu konudaki destekleri için teşekkürler… Analiz edip geri götürmede Erdoğan Abime, özellikle kemiklerin taşınmasında hoşlukla bana verdiği desteğe minnettarım. Analiz sürecinde İstanbul Prehistorya Laboratuvarı’nın şenlikli ortamında bilimsel çalışmanın keyfi, birçok öğrencinin bitimsiz desteği… Nisan Lordoğlu, Olgaç Oral ve adını burada yazamayacağımız kadar uzun bir isim listesi… Hepsi gönlümde, her daim teşekkürlerimi hissetmelerini diliyorum.

Doktora mı muhteşem, Yenikapı kazıları mı?

Doktoranın sonlarına doğru bir de hayatıma giren Yenikapı kazıları… İstanbul’un Neolitik Dönem’inin muhteşem keşiflerine tanıklık etme, onlar üzerine çalışma… Anadolu’nun en erken kremasyon* uygulamalarını kazma, değerlendirme fırsatı… Doktora biraz da bu kazılar nedeniyle uzadı ki Nur Hoca’nın bir ‘tehdidiyle’ bitirebildim. O zamanlar Yenikapı çok heyecanlıydı; hatırlarsan sürekli yeni keşifler, motivasyonu yüksek bir ekip, benim de aklım hep oradaydı.
Kremasyonların bulunduğunun bir gün sonrası, tabii benim daha haberim yok, Nur Hoca’yla tez konusunda görüşmek için okula giderken tramvayda İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki Mehmet Ali Polat’tan telefon geldi. Yenikapı’da olasılıkla Neolitik Dönem’e tarihlenebilecek kremasyonlar bulduklarını söyledi. İNANAMADIM… “Mümkün değil, hiç bulunmadı” gibi sözler ettim. Öğleden sonraydı, tramvaydan indim, okula gideceğimin farkında olmaksızın yolumu değiştirip Yenikapı yoluna girmişim. Urnelerin içindeki bembeyaz insan kemiklerini görünce kendimi kaptırdım. Alana indim derken gece geç saat olmuş, o zamanlar kazıda vardiyalar halinde, gece-gündüz çalışılıyordu. Birkaç gün Yenikapı’ya gittim. Sonra hocayı görmem gerektiği aklıma geldi. Fazlaca mahcup, hiç telefon açmadan okulda karşısına çıktım. Nur Hoca gayet sakin bir ses tonuyla “Bir daha vapura binip Anadolu yakasından Avrupa yakasına geçtiğini duyarsam benimle tez hakkında görüşmek dışında, kendine yeni bir danışman araman gerekir” dedi.
Aklım Yenikapı’da, kütüphaneye kapandım, böylelikle tezi bitirdim/bitirdik. Hatırlarsan Moda’daki evde 5-6 kişi, Erdoğan Abim tezin parçalarını birleştirip topluyor, sen son okumaları yapıyorsun; Cihat, İsmail, Zeynep, Olgaç şekil ve grafikleri kontrol ediyor, tez savunmasını izlemek için Hatay’dan gelen sevgili arkadaşım Orhan Tatlı da yiyecek-içecek işine bakıyordu. Savunma sabahı da sevgili ablam Çiğdem elinde bir valizle beni savunmaya hazırlamıştı. Okula gittiğimizde, sevgili amcam Zihni Yılmaz oradaydı, elinde güzel bir çiçek demetiyle, yazarlarınızdan Hajbeviko Fatma, Fransız Anadolu Araştırmaları’ndan ve Prehistorya bölümünden birçok kişi… Dinleyicilere açık bir doktora savunması, Türkçe ve Fransızca… Nihayet akşamında ailemin bana güzel bir armağanıyla Yıldız Teknik Üniversitesi’nin lokalinde coşkulu bir kutlama.
-Hem arkeolojinin çalışma yöntemlerine hem de binlerce yıl öncesindeki yaşam biçimlerine dair çok şey öğrendik seninle birlikte. Ama asıl öğrencilerinle Düzce Üniversitesi’nde sürüyor birlikteliğiniz. Pandemiden sizinki gibi uygulamalı alanlar nasıl etkilendi, geçen yaz öğrenciler kazılara katılabildi mi örneğin?
-Düzce Üniversitesi, genç üniversiteler arasında ilk sıralarda yer alıyor biliyorsun. Hızlı bir biçimde uzaktan eğitim için altyapı genişletildi ve senkron derslere de erken bir zamanda geçildi. Bu yolla öğrencilerimizle temasımızı aslında kesmeden devam ettirmeye özen gösterdik. Uygulama derslerini de dönem sonunda, salgın hastalık kurallarına uyarak, önlemler alarak yaptık. Ama tabii yüz yüze eğitimin yerini tutması mümkün değil. Yaz aylarında kazılara daha az öğrenci alındı, geçen yıllar kadar çok öğrenci olmasa da kazılara katılanlar oldu.
Bu dönem yine uzaktan eğitimle geçecek, elimizden geldiğince dinamik dersler hazırlamaya çalışıyoruz. Ama yüz yüze eğitime geçtiğimizde öğrencilerimizi dört ayrı laboratuvarla, farklı dönemlere ait birçok malzemeyle, uygulamalı derslerle güçlendirilmiş biçimde bekliyor olacağız. Bölümümüz aynı zamanda lisan eğitiminde Arkeobotanik, Arkeoantropoloji, Arkeometalurji, Sualtı Arkeolojisi, Kemik Alet Tekno-Tipolojisi gibi diğer arkeoloji bölümlerinde pek rastlanmayan zengin bir programla, genç akademisyenlerden oluşan bir ekiple öğrencilerini bekliyor. Genç Jıneps okurlarına, önümüzdeki yıllarda Düzce Üniversitesi’nin bölümlerini inceledikten sonra tercihlerini yapmalarını özellikle tavsiye etmek isterim.

Kuzey Kafkasya’ya gelecek mi sıra?

-Nahçıvan’da kazıya, Maykop’ta seminerlere katıldın. Merak ettiğimiz konu; Kuzey Kafkasya üzerine çalışmaların olacak mı gelecekte?
-Kuzey Kafkasya’da kazı çok hoş olurdu, elbette isterim… Nahçıvan’da Catherine Marro ve Veli Baxşeliyev başkanlığında uluslararası bir ekipte uzman olarak yer alıyorum. Bulgular son derece ilginç. Kuzey Kafkasya’yı aslında az biliyorum. Kazı olmasa bile okumalara başladım, ilerde belki bir sentez yapılabilir.
Kısa vadede biraz Tunceli’ye odaklanmak istiyorum. Yaptığımız çalışmalarda heyecanımız dorukta. Sanırım öncelikle gönlümden geçen, Tunceli’de yüzeyde bulduğumuz kalıntıları, bir kazı yaparak mutlak tarihlemelerle netleştirmek. Tunceli yüzey araştırmalarında izinleri veren Kültür ve Turizm Bakanlığı’na, Tunceli Valiliği’ne, Tunceli İl Kültür Müdürlüğü’ne, Müze Müdürlüğü’ne teşekkürlerimi sunmak isterim. 2018 yılından bu yana çalışmalarımızı Fest Travel sponsorluğunda yürütüyoruz. Fest Travel ekibine ve Faruk Pekin’e, salgın sürecinde, işlerin bu denli durgun olduğu bir dönemde dahi bizi destekleyerek çalışmalarımıza verdikleri değeri gösterdikleri için çok teşekkür etmek isterim.

-Bu sıcak söyleşi için çok teşekkür ederiz. Başarıların daim olsun…

Önceki İçerikKAFFED ile Dünya Göz Hastanesi anlaşma yaptı
Sonraki İçerikTalep etmek
Gül Yılmaz
1965 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Sosyal Antropoloji Bölümü’ndeki lisans eğitimini 1986’da tamamladı. İÜ Çocuk Sağlığı Enstitüsü Oksoloji Bölümü’nde yüksek lisansını yaparken Milliyet gazetesinde düzeltmenliğe başladı. İÜ Sosyal Antropoloji Bölümü’nde 1990 – 1992 yıllarında üstlendiği okutmanlık görevinden sonra iki yıl Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda çalıştı. Cumhuriyet gazetesiyle döndüğü düzeltmenliği, emekliliğinin ardından Radikal, Karşı Gazete’de ve serbest düzeltmen olarak çeşitli yayınevlerinde sürdürdü. “Çocuk İsimleri Sözlüğü” adlı kitabı yayına hazırladı (Epsilon Yayınevi). Bazı yurtdışı gezilerine ilişkin izlenimlerini yazdı (Cumhuriyet, Jıneps, Hürriyet Seyahat). Dönem dönem Ruhi Su Dostlar Korosu koristi ve Kafkas halk dansları oyuncusu oldu. 2018-2019’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin “Türkiye’de Kültürel Çoğulluğun Bağımsız Araştırmacıları ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Ağ Oluşturma ve Eğitimi”ne katıldı. Halen Hürriyet Gazetesi/Ekler’de yarı zamanlı düzeltmenlik yapıyor ve Aralık 2018’den bu yana Jıneps gazetesi yayın kurulu üyesidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz