Çerkes dili ve kültürünün yok oluş sürecine dair sayısız tespit paylaşılırken diğer yanda bir varoluş mücadelesi olarak kimliğin yeniden inşa edildiğine ilişkin gözlemler de öne çıkıyor.
Çerkes diasporası üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ayhan Kaya’ya göre içinde bulundukları siyasal ve toplumsal gerçekliklere göre edinilmiş yeni kimliklere rağmen Çerkeslerin kendi kültürlerini yaşatma arzusu bir potansiyel olarak canlılığını koruyor. Çerkeslerin gelenek ve kültürü yeniden inşa etme süreçleri, anavatana dönüş çabaları, dönenlerin yaşadıkları çelişkiler ve asimilasyon konusunda Jıneps Gazetesi’nin sorularını yanıtlayan Kaya, diasporadaki Çerkeslerin karşılaştıkları tehditler karşısında kendi kimlikleri, dilleri ve kültürlerini koruyucu bir mekanizma olarak gördüklerini vurguluyor.
-Sizi akademik çalışmalarınızdan tanıyoruz, İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde akademisyen olarak ders vermeye de devam ediyorsunuz. Uzmanlık alanlarınızdan biri göç konusu. Peki, Çerkes diasporası ve sürgününe nasıl yöneldiniz?
-1999 yılında İngiltere ve Almanya’da doktora çalışmamı tamamlayıp Warwick Üniversitesi’nden diaspora ve etnik çalışmalar konusunda uzmanlığımı alarak Türkiye’ye döndüm. Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde ders vermeye başladım. Bazı Çerkes öğrencilerim vardı.
Küreselleşme konulu dersimi alan öğrencilerimle diasporalar alanında konuşmalar yapıyor ve farklı diaspora örneklerini tartışıyorduk. Çerkes diasporası ile ilgilenmem o süreçte başladı. Bir yandan Çerkes öğrencilerim ve onların ailelerinin yardımları, bir yandan o dönemde Demokratik Çerkes Platformu’ndaki arkadaşlarımızın sağladığı destek ve diğer yandan MEAwards tarafından verilen araştırma burs sayesinde beni Anadolu’nun uzak diyarlarına ve Kuzey Kafkasya’ya götüren süreç hayatıma girmiş oldu.
O dönemde Ürdün Prensi Ali’nin yanındaki Çerkes atlı birliğiyle birlikte Ürdün’den başlayıp, Suriye ve Türkiye topraklarını aşarak Kuzey Kafkasya’ya gerçekleştirdiği mitolojik yolculukları hatırlatan yolculuk ve bu yolculuğun Türkiye diasporasında yarattığı atmosfer beni daha da heyecanlandırmıştı. Böylece diaspora araştırmalarında klasik ve modern diaspora olarak ikiye ayırdığımız diasporaların modern diaspora örneğini (Almanya’daki Türk diasporası) doktora sürecinde araştırmışken bu kez bir klasik diaspora örneği olan Çerkes diasporasını araştırma şansı elde etmiş oldum. 1999 yılında başlayan bu süreç bir anlamda hâlâ devam ediyor.
“Misafirperverlik, saygı etiği, kadın-erkek ilişkilerindeki eşitlikçi anlayış, kültürel kimliğin ve dilin korunması için gösterilen çabalar beni fazlasıyla etkilemişti”
-Çerkesleri ve diasporayı çalışırken Çerkes kültüründen ya da toplumdan etkilendiğiniz oldu mu? Neler fark ettiniz?
-Çok sayıda dostluk kurdum. Marmara Bölgesi’nden başlayıp Samsun, Sinop, Çorum, Ankara, Kayseri, Maraş, Hatay, Reyhanlı, Maykop, Çerkesk, Nalçik ve daha başka şehirleri kapsayan yolculuklarımda Çerkeslerin farklı kültürel formlarıyla tanıştım. Bu süreçte çok sayıda insanı tanıma fırsatım oldu. Kurulan bu ilişkilerin önemli bir kısmının hâlâ devam ettiğini görmek beni ziyadesiyle mutlu ediyor.
Misafirperverlik, saygı etiği, köyden köye, şehirden şehire gözlemlediğim kültürel benzerlikler ve farklılıklar, kadın-erkek ilişkilerindeki eşitlikçi anlayış, köylerin mimari anlamda özel ve kamusal alan ayrımına özen gösterilerek düzenlenmesi, hemen her yerde otantik kültürel kimliğin ve dilin korunması için gösterilen çabalar beni fazlasıyla etkilemişti. Kimi yerlerde seküler kimliklerin kimi yerlerde İslami kimliklerin daha baskın olduğunu görmek ve bu farklılıkların nedenlerini anlamaya çalışmak izini sürdüğüm Friedrik Barth’ın antropolojik yaklaşımlarını test etme imkânı sunuyordu bana.
“İddia edilenin aksine hiçbir kimlik değişmeden kalmaz”
-Çerkeslerin Türkiye’de kendi kimliklerini göstermeye başladıkları zamandan itibaren, farklı kültür ve dinlerle olan ilişkilerini göz önünde bulundurarak kültürde ne gibi değişimler gözlemlediniz ya da araştırmalarınızda nasıl bilgiler edindiniz?
-Kimlik teorilerinde en çok altı çizilen noktalardan biri kimliklerimizin dialektik ve dialojik birtakım süreçlerin içinde oluşan ve duruma, coğrafyaya, etkileşimde bulunulan gruplara, siyasal bağlama göre değişen dinamik oluşumlar olduğu iddiasıdır. İddia edilenin aksine ister etnik, ister kültürel, ister ulusal, ister dini kimlik olsun hiçbir kimlik değişmeden kalmaz. Çerkeslerde bu gerçeğin en belirgin örneğini herhalde Anadolu’da yaşayan Çerkeslerin anavatanlarına döndükten sonra 150 yılı aşkın bir zaman öncesinde bıraktıkları Çerkes kültürünü arama sürecinde yaşadıkları şaşkınlık gösterebilir sanıyorum. Kaybedilmekte olanı diasporada koruma için gösterilen özenin ardından anavatanda kaybedilen kimlikleri bulmak için giden diasporik öznelerin yaşadığı şaşkınlığa Kuzey Kafkasya gezisinde çok kez tanık olmuştum.
Çerkes kimliği veya Adige kimliği, Kabardey kimliği denilen şey ne ise anavatanda bu kimliklerin izini sürmenin pek de mümkün olmadığını anlamaya başlıyordu geri dönenler. Anavatandan uzakta kültürel kimlik ve dilin korunması için gösterilen özel çaba bize gösteriyor ki bir yandan diasporik topluluklar içinde bulundukları yeni ortamda kendilerine yeni vatanlar yaratmaya çalışmışlar, diğer yandan karşılaştıkları sosyo-ekonomik, siyasal ve psikolojik tehditler karşısında kimliği, otantikliği, dili ve kültürü koruyucu bir mekanizma olarak görmüşlerdir.
Antropolojide Ranato Rosaldo’nun bize öğrettiği kültür ve maddi güç arasındaki karşıtlığın Çerkes diasporasında da tecrübe edildiği görülmektedir. 150 yılı aşkın bir süredir bu topraklarda yaşayan Çerkeslerin önemli bir kısmının hâlâ kendilerini misafir olarak görüyor olmaları bu şekilde açıklanabilir diye düşünüyorum. Yazdığım makalelerde ve kitapta bunun ayrıntılarını verdim. Çerkesler aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde de çok özel bir rol oynamışlardır ve oynamaya devam etmektedirler. Çerkesler arasındaki çoksesliliğin demokratik bir şekilde hayata geçiriliyor olması, Türkiye demokrasi kültürü açısından önemli bir kazanım ve örnek olmuştur her zaman.
Diaspora Çerkesleri: “Geleneğin Yeniden İcadı”
-“Geleneğin yeniden icadı” konusuna eğiliyorsunuz. Bu konudaki gözlemlerinizi anlatabilir misiniz? Kaşenlik konusu dışında incelediğiniz başka gelenek icatları var mı?
-Kaşenlik dışında çok gelenek var diasporada Çerkeslerin sıkı sıkı tutundukları. Kabile kimliklerine olan bağlılıkları, bu kimliklerin sembolleştiği unsurları devam ettiriyor olmaları, dilin devamı konusundaki hassasiyetleri, cemaatlerin bir aradalığı sırasında farklı kuşaklardan insanların birbirlerine karşı gösterdikleri saygı ve daha pek çok özellik sıralanabilir.
Cemaatlerin bu şekilde varlıklarını sürdürüyor olmasını, geleneğin yeniden icat ediliyor olmasını, insanların anavatanlarında bıraktıkları coğrafyalara benzer coğrafyaları Anadolu’da yurt ediniyor olmalarını hiç bitmeyen anavatana özlem yani nostalji olarak açıklayabiliriz. Diasporalar da aslında bu şekilde oluşuyor. Kendilerini sosyo-ekonomik ve politik açıdan belli ölçüde dışlanıyor olarak gören bireyler Cumhuriyet tarihi boyunca özellikle aynı hissiyatı yaşayan diğer insanlarla bir araya gelerek birtakım ortak hissiyat cemaatleri yaratmışlardır. Küreselleşmenin sağladığı olanaklarla bu tür ortak hissiyat cemaatlerinin güçlendiği görülmektedir. Hatta Çerkesler Anadolu’daki diğer pek çok topluluklar gibi 1960’lı yıllarda başlayan köyden kente göç ve hatta uluslararası işçi göçü ile birlikte yeniden bir diaspora deneyimi yaşamışlardır.
-Kurulan yeni geleneklerin köyden köye ve boydan boya değişmesi kültürün yanlış yorumlanmasına sebep oluyor mu sizce? Ya da mikro milliyetçiliği tetikliyor mu?
-Kültürün tözcü bir şekilde korunmaya çalışılmasının ardında yatan nedenlerin başında bu tür toplulukların yaşadıkları sosyo-ekonomik ve politik dışlanma biçimleri gelmektedir.
“Çerkes Ethem” etiketiyle zamanında yaratılan basmakalıp etiketten tutun “Vatandaş Türkçe Konuş” şeklindeki asimile edici uygulamalar karşısında yaşanılan travmalar ve ana akım Türk milliyetçiliğin getirdiği sınırlamalar ve tehditler karşısında geliştirilen refleksler ister istemez Çerkeslerin etno-kültürel söylemlere sığınmalarına neden olmuştur. Bu, işin siyasi yanı. Diğer taraftan bulundukları bölgelerde gündelik hayatta etkileşimde oldukları çoğunluk Türk toplumuna ait grupların onlara karşı geliştirdikleri yaklaşımlar da diasporada geliştirilen kimlikler üzerinde etkili olmuştur. Çoğunlukta bulunan ve etkileşimde bulunulan grupların Sünni Müslüman Türkler, Alevi Türkler, Kürtler, Gürcüler veya başka gruplar olup olmadığına bakarak birtakım saptamalar yapmak mümkün olabilir. Söz konusu çoğunluğun niteliğine bağlı olarak Çerkesler kimlikler geliştirmişler, yer yer Sünni İslam kimliğine daha fazla sarılmışlar, kimi zaman daha seküler olmuşlar, kimi zaman bazı yerlerde de kendilerinin çoğunluk olması nedeniyle daha özgür kimlikler geliştirmişlerdir. Ama nerede ve ne zaman olursa olsun kamusal alanda sergilenen kimlikler özel alana gelindiğinde büyük farklılıklar göstermiştir.
Xabze, geleneksel hukuk normları, kültürel değerler özel alanda korunmaya çalışılmış ve kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Diğer pek çok topluluklar gibi Çerkesler de zaman zaman kamusal alanda “mış” gibi yapıp, Michel De Certeau’nun “Gündelik Hayatın Pratiği” adlı kitabında da çok iyi ifade ettiği gibi, özel alanda inandıkları neyse onu devam ettirme başarısını göstermişlerdir. Dolayısıyla Çerkesler de diğer etno-kültürel ve dini topluluklar gibi Türk milliyetçiliği gibi egemen stratejiler ve ideolojiler karşısında kendi taktiklerini gündelik hayat içinde geliştirerek var olmayı başarmışlardır.
-Çerkes derneklerinde bulunduğunuz oldu mu? Bu zaman içerisinde dernekte bulunan Çerkeslerin etno-kültürel değişimin yanı sıra politik asimilasyonlarına da şahit oldunuz mu?
-Çok sayıda dernekte bulundum Türkiye genelinde. Bu dernekler bazen İslami söylemin, bazen seküler söylemin, bazen başka söylemlerin ön planda olduğu yerler olabiliyordu. Nasıl olursa olsunlar bu tür derneklerin insanlara hayatta kalabilme, dünyada bir yerlerinin olduğunu hatırlama, değer gördüklerine inanma gibi kazanımlar sağladığını düşünüyorum. Önemli olan küreselleşme çağında insanların eylemlerinin ve edimlerinin o ya da bu şekilde karşılık buluyor olmasıdır.
Kendimizle benzer düşünen insanların arasında olmak bizleri psikolojik olarak rahatlatır. Derneklerin sağladığı bu sıcaklık bugün başka birtakım yeni postmodern cemaatlerce de sağlanabiliyor; Facebook, Instagram, Twitter grupları gibi… Ama fiziki etkileşimin bulunduğu derneklerin sağladığı güvenli ortamı başka hiçbir cemaat sağlayamaz. Politik asimilasyon konusuna gelince; asimilasyon bazen devlet tarafından zorla yapılan bir uygulamadır, bazen de bireyler tarafından tercih edilebilen bir taktiktir. Zorla yapılan bir uygulamaysa zaten bireyler genellikle bu uygulamaya direnç gösterirler, kamusal alanda “mış” gibi yaparlar, özel alanda ise kendilerine ait kimliklerini sürdürürler.
Eğer bireysel bir tercih ise asimilasyon, bu durumda bireyler çoğunluk toplumu ve egemen ulus-devlet tarafından dayatılan kuralları ve değerleri kabul ederek sosyo-ekonomik ve politik anlamda yükselmeyi tercih ediyorlar demektir. Bu bir tercihtir ve saygı duyulması gerekir. Ama bu durumda bile, bireyler yine özel alanda kültürel olarak geçmişten gelen birtakım ritüelleri devam ettirirler, çünkü bu tür farklılıklara günümüzde değer verilmektedir.
“Bugüne gelindiğinde 2000’li yıllara oranla daha az bir dönüş eğilimi olduğu görülüyor”
-Çerkesler büyük bir soykırım ve sürgünden sonra dağıldıkları Osmanlı topraklarında yaşanan büyük travmalara rağmen buraları vatanları olarak benimsedi. Sizin de kitabınızda işaret ettiğiniz gibi yine de anavatan algısı kuşaktan kuşağa aktarıldı. Peki bu algı neden anavatana dönüş arzusunu gerçeğe dönüştürmeye yetmiyor? Ya da dönenler için Kafkasya neyi ifade ediyor? Kafkasya’ya döndükten sonra da sürgün coğrafyasıyla ilgili edinilmiş vatan bağı sürüyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?
-2000’li yıllarda çok sayıda insan aslında geri döndü. Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle bu süreç başladı. Geri dönenlerin deneyimleri kimi zaman olumlu kimi zaman olumsuz sonuçlandı. Bu deneyimler topluluklar içinde yayıldı, konuşuldu, aktarıldı. Bugüne gelindiğinde 2000’li yıllara oranla daha az bir dönüş eğilimi olduğu görülüyor. Ancak geri dönüş anavatanın sunduğu çekici imkânlara ve bulunulan yeni vatanın neden olduğu itici faktörlere bağlıdır. Dolayısıyla, her zaman geri dönüş fikri olacaktır. Bu fikir bazen canlanıp bazen donacaktır. Zaten klasik diasporaların modern işçi diasporalarına göre farkı geri dönüş düşüncesinin kuşaktan kuşağa her zaman aktarılıyor olmasıdır.
-Rusya’nın tutumu ve şu anda Kafkasya’da yaşayan Çerkeslere olan politikalarını takip edebiliyor musunuz? Mesela son gelişen olaylardan biri Martin Koçesoko davası…
-Çerkes diasporası görebildiğim kadarıyla özellikle Soçi Olimpiyatları öncesinde ve sırasında geliştirilen “Soykırım” söylemiyle uluslararası toplum içerisinde ayrı bir tartışma konusu haline gelmiştir. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki birtakım örgütlerin, uluslararası arenada giderek güçlenmekte olan Rusya hegemonyasına karşı Çerkes diasporasını araçsallaştırmak yoluyla karşı-hegemonik söylemler üretilmesinde etkili olabilmişlerdir. Bu tür karşı-hegemonik söylemlerin başarılı olup olmaması Rusya’nın uluslararası toplum üzerinde sahip olduğu güce bağlıdır. Rusya’nın güçlü olduğu zamanlarda, ki bu zamanlar öyle zamanlardır, bu tür karşı-hegemonik söylemler ve faaliyetler çok başarılı olmayabiliyor diye düşünüyorum.
Türkiye’de anadil, kültür ve kimliğe yönelik talepler
-Çerkeslerin Türkiye’de kendi anadil, kültür ve kimliklerine yönelik fazla talepkâr olamamalarını hangi nedenlere bağlıyorsunuz?
-Bu talep hep vardı ve olmaya devam edecektir. Ancak bu taleplerin dile gelmesi veya gelmemesi Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal koşullara göre değişir.
2000’li yıllarda Avrupa Birliği entegrasyon sürecinin beraberinde yaşanan demokratikleşme sürecinde, yeni bir sivil anayasa yapma hazırlığı sürecinde Çerkesler her zaman öncü rol oynamışlardır. Son yıllarda bu veya benzeri demokratik taleplerin dile gelmiyor olmasını farklı nedenlere bağlayabiliriz.
Türkiye’de demokratik siyaset yapma biçiminin ve parlamenter demokrasinin aldığı hasar kısmen bu dönüşümü açıklayacaktır. Ancak öte yandan sosyal medya, konvansiyonel olmayan siyaset yapma biçimlerinin çeşitliliği, bireylerin atomize olması, kolektif siyasal hareketlerin aldığı hasarlar da diğer etmenler olarak düşünülebilir. Ama unutmayalım, bu tür grupların kültürel repertuvarında olan neyse, onlar unutulmaz, yeri ve zamanı geldiğinde yeni öğrenilen tekniklerin de katkısıyla birlikte bu tür talepler yeniden dile gelir.
-Kültürel yok oluş gerçeğine rağmen Çerkesler arasında etnik farkındalık yaygın. Bunun yanı sıra toplumsal-siyasal-kamusal yapılara da yüksek uyum gösteriyorlar. Bu iki olgu arasındaki bağı nasıl açıklamak gerekiyor?
-Var olma, hayatta kalabilme becerisidir bu. Egemen olan karşısında hayatta kalabilmek için bazen egemenin yanında olma, bazen de onun karşısında kalarak kendi grup kimliğine daha fazla sarılma şeklinde bu beceri tezahür edebilir.
Her ne olursa olsun, alan çalışması sırasında çok kez tanık olduğum gibi, farklı ideolojilerden, inanç biçimlerinden ve hayat tarzlarından gelen Çerkesler bir araya geldiklerinde başlangıçta kendilerine giydirilen bu ideolojik-politik giysilerle hareket etseler dahi, kısa bir süre sonra kendilerini bu giysilerden arındırıp Çerkes üstkimliği içerisinde etkileşime ve diyaloğa girip hemhal olabilmişlerdir. Son dönemde hemhal olma durumu azalmış gibi görünse de, bu durumun gerçekte azaldığını sanmıyorum, sadece yeri ve zamanı olmadığı için kamusal alanda görünürlüğü azalmış gibidir.
Ayhan Kaya
İstanbul Bilgi Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi bölümü öğretim üyesidir. 2011 yılı itibariyle Avrupa Birliği Komisyonu tarafından Jean Monnet Profesörü olarak ödüllendirilmiştir. Halihazırda Avrupa’da gençler arasında yükselen radikalleşme konulu bir çalışma yürütmektedir. 2016-2017’de Floransa’daki European University Institute bünyesinde Jean Monnet Fellow olarak çalışmıştır. Avrupa’da yükselen aşırı sağ hareketler ve Türkiye’deki Suriyeli mülteciler konusunda araştırmalar yapmaktadır. Diasporalar, kimlik, uluslararası göç, etnisite, milliyetçilik, çokkültürcülük, yurttaşlık, ulusaşırı alan, mülteciler, popülizm ve sürdürülebilir kalkınma gibi konular
hakkında kitap, makale ve tercümeleri vardır. 2016-2017’de Floransa’daki European University Institute’da çalışmalarını yürütürken aynı dönemde New York University Floransa Kampüsü’nde misafir öğretim üyesi olarak dersler vermiştir. 2013 yılında Aziz Nesin Profesörü olarak Almanya’da Viadrina Avrupa Üniversitesi’nde ve 2011 yılında Willy Brandt Profesörü olarak İsveç’te Malmö Üniversitesi’nde araştırmalarına devam etmiş ve dersler vermiştir. 2003 yılı Sosyal Bilimler Derneği Araştırma ödülü ile 2005 yılı Türkiye Bilimler Akademisi Ödülüne layık görülmüştür. Kaya, Bilim Akademisi üyesidir.