‘Filmlerim ezberletilenleri sorguluyor’

0
1376

Başarılı belgesel film yönetmeni Nefin Dinç ile belgesel film üzerine gelişen kariyer süreci, Çerkes kimliği ve en son çalışması “Antoine Köpe’nin Anıları” üzerine söyleştik.

-Öncelikle sizi okurlarımıza tanıtmak isteriz. Bize biraz kendinizden, kariyerinizden söz eder misiniz?
-Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Ekonomi mezunuyum. Ama 1. sınıftan itibaren ekonomi ile ilgili bir alanda çalışmak istemediğimi biliyordum. Bir gün Ankara’da bir sinemaya gittim, bir film gördüm (Yasemin, Yönetmen: Hark Bohm, 1988) ve “Tamam, ben sinemacı olacağım” dedim. O anı çok net hatırlıyorum. Karanlık bir salonda o yankılı sesler ve başka dünyaya götüren görüntüler beni çok derinden etkilemişti. Ekonomi bölümünü yine de bitirdim, ama orada okurken ‘32. Gün’de çalışmaya başladım. Sonra İskoçya’da medya üzerine mastırımı yaptım ve İstanbul’da film sektöründe bir süre çalıştıktan sonra ABD’nin Teksas eyaletinde belgesel sinema üzerine Master of Fine Arts derecemi aldım. 2000 yılından beridir de belgesel filmler yapıyorum. Aynı zamanda ABD’de James Madison Üniversitesi’nde video prodüksiyonu üzerine dersler veriyorum.

“Annem ve babam Ankara’da bir Çerkes topluluğunda tanışmışlar”

-Biraz da Çerkes kimliğinizden bahseder misiniz?
-Bu, cevaplanması zor bir soru benim için. Babam Vizeli, annem Reyhanlılı. Hem babamın ve hem de annemin tarafı Kuzeybatı Kafkasya’dan. Önce Kosova’ya yerleştirilmişler. Kosova’da köyleri de tesadüf eseri komşuymuş. Babam Hasan Dinç, KAFFED’in özü olan Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nin resmi kurucularından. Annem şahane Çerkes yemekleri yapar. Türk ve Arap yemeklerini de çok güzel yapar. Eminim fırsat verilseydi yine o şahane yemeklerini yapardı ama belki Kafkas Derneği’nin kurucularından da olurdu. Çok pratik ve yaptığı işlerden sonuç alan bir kadındır annem. Ama o zamanın şartları ve kadınlara verilen şansların kısıtlılığı nedeniyle şu an annemin güzel yemeklerinden bahsedebiliyorum ancak. Annem ve babam Ankara’da bir Çerkes topluluğunda tanışmışlar. 1970 yılında da ben dünyaya gelmişim. İsmimi Nefin koymuşlar ve ismimi çok seviyorum.

“Ötekini dışlayan, aşağı gören, beğenmeyen söylemler duyduğumda rahatsız oldum”

Çocukluğumdan beri Türk toplumundan biraz farklı bir ailede büyüdüğümün farkındaydım. Gençliğimde bu farkı daha bilinçli bir şekilde anlar oldum. Bu farklı kimliği görmenin iyi ve kötü yanları var. İyi yanı, kendi kültürünüze ait farklı değerleri görmek ve bunları benimsemek sanırım. Kötü yani ise çevrenizdeki genel kültürden her zaman biraz farklı olduğunuzu hissetmeniz. Bu duyguları yaşayalı çok zaman oldu. O zamandan bu zamana iki farklı ülkede daha yaşadım; İngiltere ve Amerika. Bu toplumların kültürleriyle de içli dışlı oldum. Her üç ülkede de, kimin tarafından olursa olsun, ötekini dışlayan, aşağı gören, beğenmeyen söylemler duyduğumda rahatsız oldum. Hatta 2011 yılında, Herkül Millas ile birlikte “Öteki Kasaba” belgeselini yaptık. Okuyucular bu belgesel filmin fragmanını internette bulabilirler. Bu belgeselde “öteki”ne ait olumsuz duyguların bize aileden, çevreden, tarih derslerinden, resmi ve dini törenlerden ve daha birçok farklı kaynaktan aktarıldığını gösteriyoruz. Bu film, benim, çevremde duyduğum milliyetçi söylemlere verdiğim bir cevaptır.
Şu an diyebilirim ki ben ve çocuklarım, Çerkes, Türk ve Amerikan kültürü ile harmanlandık. Her kültürü doya doya yaşıyoruz, benimsiyoruz. Çocuklarımın ilk ismi Çerkes, soyadları ise Amerikan ve Türk. Çocuklara eşimin ve benim soyadımı verdik. İçinde yaşadığımız bu çok alışverişli, her bilgiye çok kolay ulaşılabilir olan dünyada kendimi sadece ve sadece tek bir kimlik altında tanımlamak bana zor bir seçim olarak görünüyor.

-Gazete olarak sizin daha önce “Artık Hayallerim Var” belgesel çalışmanız ile ilgili bir haberimiz olmuştu. Özellikle gençlerle ilgili de olması sebebiyle çok heyecan duyarak takip ettiğimiz bir işti. Ama tabii ki bunun öncesinde de sizin yine belgesel üzerinden gelişip olgunlaşan bir kariyeriniz var. Bu süreçteki yapıtlarınızdan biraz bahsedebilir miyiz? Biliyoruz ki her biri hem Türkiye hem de farklı ülkelerde birçok festivalde gösterildi, çeşitli ödüller aldı…
-2000 yılından beri belgesel filmler yapıyorum. İlk belgeselim TRT tarafından finanse edilen “Cumhuriyet Treni” idi. Bu filmi yaparken yönetmen olmak konusunda çok şey öğrendim. Diğer filmlerimi Teksas’ta okurken yapmaya başladım. İlk filmlerimi kredi kartımla finanse ettim, yavaş yavaş filmler için fon bulmaya başladım. En sevdiğim filmlerimden biri Herkül Millas ile beraber yaptığımız, yukarıda da bahsettiğim “Öteki Kasaba” filmi: Yunanlar ve Türklerin birbirine hâlâ neden şüphe ile yaklaştığını, okullardaki eğitimimizin, dini ve resmi törenlerin, ailede bize öğretilenlerin diğerine yaklaşımımızdaki problemli tutuma katkısı olduğunu söylüyoruz. Filmi 2011 yılında bitirdik ama şu an da çok şey değişmiş gibi görünmüyor. Yaptığım başka projeler ve belgeseller de var ama hepsini burada özetlemek zor olur. Genel olarak diyebilirim ki, filmlerim bize ezberletilenleri sorguluyor şu ya da bu şekilde.

“Kadınlara çok az söz hakkı veriliyor. Belgeseller yapmak ve makaleler yazmak bu duruma verdiğim bir cevap”

-Merak ettiğimiz bir konu da belgesel ile olan ilişkinizin nasıl kurulduğu… Bu ilişkinin kurulmasında geçmişinizden taşıdığınız anıların, aile yaşantılarının etkisi olmuş mudur? Bu süreci içten ya da çevresel etken olarak besleyen şeyler nelerdir?
-Çok okuyan bir çocuktum. Çerkes masalları içeren kitaplar okuduğumu ve çok etkilendiğimi hatırlıyorum. İleride bu bölgede anlatılan masallar ve mitler üzerine bir film yapmayı kafamda evirip çeviriyorum. Bir de tabii evde, çevreye daha farklı bir bakış açısı olduğunu hissediyorsunuz. Bu durum eminim ki benim çevremdeki olaylara başka bir perspektiften bakıyor oluşumu beslemiştir.
Yine farklı ülkelerde yaşamak, farklı kültürlerin içinde yaşamak da bir belgeselci olarak beni çok fazla besleyen durumlardı.
Son olarak, hâlâ kadınlara çok az söz hakkı veriliyor. Belgesel filmler yapmak ve makaleler yazmak benim bu duruma verdiğim bir cevap, bulduğum pratik ve etkili bir çözüm…

“Antoine Köpe’nin Anıları belgeseli bir yıl içinde tamamlanacak”

-“Antoine Köpe’nin Anıları”na gelecek olursak… Bu hafta Salt Beyoğlu Binası’nda 15 Eylül’de başlayıp 27 Aralık’a kadar sürecek olan ve siz, Erol Ülker ve Lorans Tanatar Baruh tarafından hazırlanan “İmparatorluklar Arasında, Sınırlar Ötesinde Köpe Ailesinin Tanıklıklarıyla Savaş ve Mütareke Yılları” sergisini görme imkânımız oldu. Öncelikle sergi fikrinin nasıl çıktığını ve bu birlikteliğin nasıl geliştiğini sormak isteriz. Antoine Köpe ile nasıl “tanıştınız” yani nasıl haberdar oldunuz? Yine sergi üzerinden tanıştığımız kadarıyla gerçekten çok önemli olaylara ve farklı dönemlere tanıklık etmiş bir aileden söz ediyoruz. Sizin Antoine Köpe ile bağlantınız ailesi üzerinden mi oldu, yoksa arşivinden haberdar olmanız ile mi başladı?
-Ben Antoine Köpe’nin anılarıyla Teksas’ta okurken karşılaştım. Antoine Köpe, I. Dünya Savaşı başladığında İstanbul’da yaşıyor ve Avusturya-Macaristan ordusuna katılıp Filistin’de savaşıyor. Dönemin önemli olaylarının hepsine tanık oluyor; savaşın kaybedilişi, İstanbul’un işgali, Kurtuluş Savaşı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Türk-Yunan nüfus mübadelesi, Türkiye’deki reformlar… Antoine hepsini kişisel olarak tecrübe ediyor. Daha da önemlisi, hepsini anılarında yazıyor ve eline geçirdiği her şeyi arşivliyor. Antoine Köpe’nin torunu hâlâ Teksas’ta yaşadığı için bu anıları görme şansı elde ettim.
Anılar hiç yayımlanmamış ya da basılmamış durumda şu an ve arşiv malzemesini tanıtmaya SALT İstiklal Caddesi’ndeki sergimiz ile başlıyoruz. Yakında serginin kitabı basılacak. Bu kitapta ben de dahil birçok akademisyenin Antoine Köpe’nin anıları üzerine yazdıkları makaleler var.

-“Antoine Köpe’nin Anıları” belgeseli için hazırlanan internet sitesinde filme ait fragmana ve söyleşilere ulaşılabiliyor. İzleyiciler ya da merak edenler filmin tamamına nasıl ulaşıp izleyebilirler?
-Belgesel filmimiz de bir yıl içinde tamamlanacak. Belgeseli Yunanistan, Fransa ve Avusturya’nın dahil olduğu bir ortak yapım ile ortaya çıkarıyoruz. Bittiğinde Avrupa’daki televizyon kanallarında yayımlanacak. Türkiye’yi soracaksınız… Türkiye’de bu belgeseli yayımlayacak ulusal bir televizyon kanalı yok sanırım.

Yeni projeler var mı?

-Bundan sonrası için seyirci ile buluşacak yeni bir çalışmanız var mı? Yine bununla bağlantılı olarak Çerkes halkı ile ilgili de bir belgesel çalışma yapmayı düşünür müsünüz?
-Bu proje üzerinde 2005 yılından beri çalışıyorum! Tabii araya “Öteki Kasaba”, “Artık Hayallerim Var” ve “Film Turkey” gibi projeleri de sığdırdım. Ancak şu an bu belgeselin bitmesini hayal ediyorum sadece. Genelde belgesel filmin gösterimlerine, film festivallerine, konferanslara katılmak işin en zevkli kısımlarından biri. Bu film bittikten sonra ortaya koymanın zevkini çıkarmaya çalışacağım. Bir sonraki projemin ne olacağını bilmiyorum. Sanırım önce biraz dinleneceğim. Daha sonra yine sanırım bize ezberletilen, dayatılan, sorgulatılmayan bir konu üzerine eğilirim…

-Bunların haricinde okurlarımız ile paylaşmayı istediğiniz başka konular var mı?
-Okuyucular Antoine Köpe’nin anıları üzerine bilgileri www.antoinekope.com sayfamızdan takip edebilirler. Oradan Facebook sayfamıza da bağlanabilirler. Gösterimler ve proje ile diğer bilgileri de Twitter ve Instagram hesaplarımdan paylaşacağım. Hem Twitter hem de Instagram için “nefindinc” adresinden projeyi takip edebilirler.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz