Gerçeklik algısı

0
1617

“Son 18 yıldır her alanda kesintisiz bir şekilde gerçekleştirdiğimiz reformların en yoğun yaşandığı alanların başında yargı geliyor. Attığımız her adımda demokrasinin güçlendirilmesini, hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesini hedefliyoruz. İfade hürriyetinin bir parçası olan eleştiri ve haber verme hakkının mevzuatında daha güçlü bir temele sahip olmasını sağladık.”

Çok değil, bundan tam iki ay önce (1 Eylül) Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 2020-2021 Adli Yıl Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmadan bir alıntı bu ifadeler.

Erdoğan, yeni yargı yılının başlangıcı münasebetiyle yaptığı o konuşmada Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda kaydettiği ilerlemeden gururla bahsetmiş ve yargı sistemine övgüler düzmüştü.

Erdoğan’ın ifadeleri ülkenin yarısı için hiçbir şey ifade etmiyor olabilir. Ya da Erdoğan taraftarları aynı ekonomide olduğu gibi bu söylemlere bakarak Türkiye’nin ifade özgürlüğü konusunda ne kadar ileriye gittiğini de düşünüyor olabilir.

Ama maalesef gerçekler öyle değil. Türkiye’de 19 yıldır iktidarda olan AKP hükümeti, çok uzun bir süredir hakikat sonrası bir siyaset (post truth) anlayışı sürdürüyor. Bir başka deyişle Türkiye’de siyaset, hakikat ile bağını çoktan kopardı.

Bir ayda 60 gazeteci yargılandı

Hemen örneklendireyim. Erdoğan’ın bu konuşmayı yaptığı ayda en az 60 gazeteci çeşitli suçlamalarla hâkim karşısına çıktı. Üstelik bu gazeteciler yine Erdoğan’ın söylemiyle sadece “eleştiri ve haber verme hakkını” kullanmışlardı.

Mesailerinin büyük bölümünü haber peşinde koşmak yerine adliyelerde geçirmeye başlayan gazeteciler için artık rutine binen bir durum gibi gözükse de bu yargılamalar, söz konusu insan hayatı ve özgürlüğü olunca dışarıdan bakıldığı kadar kolay değil.

Hapis cezaları

Yine bir örnek: Daha önce Erdoğan ve milletvekillerinin kamuoyuna duyurduğu Libya’da öldürülen MİT görevlisiyle ilgili haber yaptıkları için aylarca hapis yatan gazetecilerin yargılandığı davada karar Erdoğan’ın adli yıl açılışında konuşmasının sadece 10 gün sonrasında çıktı.

Gazeteciler Aydın Keser, Ferhat Çelik ve Murat Ağırel, MİT Kanunu’nu ihlal ettikleri gerekçesiyle 4 yıl 8 ay 7 gün, Barış Pehlivan ve Hülya Kılınç 3 yıl 9 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Yine eylül ayı içerisindeki bir başka davada Evrensel yazarı Yusuf Karataş “örgüt üyesi olma” iddiasıyla yargılanarak 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bir başka isim Burcu Özkaya Günaydın… Sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası” suçlamasıyla yargılanan Günaydın’a mahkeme 1 yıl 3 ay hapis cezası verdi.

Yargı tacizi

İfade özgürlüğü ihlalleri ve gazetecilere karşı yargı tacizi elbet bu cezalarla sınırlı değil. Gazetecilere karşı açılan soruşturmalar, yapılan gözaltılar, ifadeye çağırmalar bu tacizin bir diğer boyutu.

Mesela gazeteci Hakan Gülseven, 25 Eylül’de “Cumhurbaşkanı’na hakaret” şüphesiyle gözaltına alınıp aynı gün serbest bırakıldı.

Cumhuriyet’ten Alican Uludağ, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın düğünü sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ziyaret etmesine ilişkin paylaşımları nedeniyle 8 Eylül’de ifade verdi.

Gazeteci Oktay Candemir, “Diriliş Ertuğrul” dizisiyle ilgili padişah adlarına da yer verip ironik paylaşım yapınca “kişinin hatırasına hakaret” suçlamasıyla gözaltına alınıp çıkarıldığı mahkemece adli kontrolle serbest bırakıldı.

RTÜK sansürü

Bir aylık süreci kısa bir yazıya sığdırmak gerçekten kolay değil. Bahsettiğim isimler onlarca örnekten sadece birkaçı. Gittikçe ayyuka çıkan sorunlara karşı çözüm üretemeyen Erdoğan ve AKP hükümeti çareyi gazetecileri susturmakta, medya kuruluşlarını karartmakta buluyor.
Başka bir örnek… Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ve sansür. Erdoğan’ın Türkiye’de ifade özgürlüğünün ne kadar gelişmiş olduğunu anlattığı konuşmasından tam 1 gün sonra TELE1’in 5 gün süreyle yayını durduruldu. Yine aynı ay içerisinde Halk TV’nin ekranı da 5 günlüğüne karartıldı.

Her iki kanala uygulanan sansüre karşılık RTÜK çeşitli gerekçeler sunsa da bunun eleştirel yayın yapan kurumları baskı altına alma ve ekonomik olarak yıpratma operasyonunun bir parçası olduğunu biliyoruz. Aynı Basın İlan Kurumu’nun Evrensel, BirGün ve Cumhuriyet gazetelerine yaptığı gibi…

İnternete sansür

Sansürden devam edelim…
Kamuoyunda “sosyal medya yasası” olarak bilinen kanun. Temmuzda çokça tartışılan bu kanun 1 Ekim itibariyle yürürlüğe girdi. Hükümetin “ifade ve haber alma özgürlüğünü daha da güvenceli hale getirecek” diye lanse ettiği kanun sonrasında erişim engellemelerine ek olarak mahkemelere artık içeriğin silinmesine hükmetme hakkı da tanındı. Hemen her gün haberlere getirilen erişim engeli haberleriyle uyanır hale geldik.

İfade Özgürlüğü Derneği’nin hazırladığı “EngelliWeb 2019: Buz Dağının Görünmeyen Yüzü Raporu”na göre 2014’ten 2019’un sonuna kadar Türkiye’de 408 bin 494 internet sitesi erişime engellendi.

Sadece 2019’da 130 bin URL’ye, 7 bin Twitter hesabına, 40 bin tweet’e, 10 bin YouTube videosuna ve 6 bin 200 Facebook içeriğine erişim engeli getirildi.

Uygulanmayan AYM kararları

Erişime engellenen siteler ayakta kalmaya çalışırken bir de hukuk savaşı veriyor. sendika.org’a 2015’ten beri getirilen 62 engelleme kararına ilk Anayasa Mahkemesi kararı, başvurudan tam 5 yıl sonra geçen şubatta çıktı. Yerel mahkeme tam 9 aydır Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararını uygulamıyor. Dahası eylülde çıkan ikinci Anayasa Mahkemesi kararı da henüz uygulamaya konulmuş değil.

Hakikat sonrası siyaset

Gazeteler ve gazeteciler… Ekonomik kriz, işsizlik, soruşturma, dava, hapis, sansür, otosansür, tehdit, malvarlığına el koyma tehlikeleriyle karşı karşıya.

Ekonomi kötüye gittikçe iktidarın gazeteler ve gazeteciler üzerindeki baskısı katlanarak artıyor. Artan baskı karşısında erk daha da saldırganlaşıyor.

Türkiye’de iktidar uzun süredir hakikat sonrası bir siyaset sürdürüyor. Tüm bu söylemlerin aksine gazetecilik suç sayılmaya devam ediyor. Gazetecilik ideolojik bir asimilasyona uğratılıyor.

Maalesef düşünce özgür değil. Düşünce özgür değilse ülke de değil…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz